- 601 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
TORPİL…
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Okulu bitirip de öğretmen çıkınca ilk işim sevdiğim adamla evlenmek olmuştu. Yangından mal kaçırır gibi nikah masasına oturtmuştu beni. Benim de gönlüm varmış ki, bunun için hiç naz etmemiştim.
Evlendiğim adam Eskişehir Şeker Fabrikasında çalışıyordu. Milli Eğitim Bakanlığına kimliği, diplomayı ve eşime dair iş yeri bilgilerini eklediğim bir dilekçe verip Eskişehir’de görevlendirilmemi talep etmiştim.
O zamanlar şimdiki yeni mezun öğretmenlerin yaşadığı sıkıntılar yoktu; öyle KPS, kura gibi şeyler henüz icad edilmemişti, yani dilekçeyi verdin mi tayinin yapılıyordu. Tabii ki, siyasetin çokça manipüle edildiği yıllar olduğu için, bakanlıkta iş bitirebilecek bir torpilin yoksa tayininin istediğin il yerine başka bir ile yapılması gibi, hatta tayin edildiğin ilde civar ilçe veya köy okullarında görevlendirilmek gibi bir risk daima mevcuttu. Nitekim benim başıma da bu riskli durum gelecekti…
Bülent Ecevit’in Necmettin Erbakan’ın partisiyle kurduğu 37. Hükümet (1. Ecevit Hükümeti) iş başındaydı ve benim mezun olduğum okulun eski mezunlarından olan Mustafa Üstündağ Milli Eğitim Bakanıydı. İki parti arasında imzalanan protokolde hukukun üstünlüğüne duyulan saygı vurgulanarak kanunların herkese eşit olarak uygulanacağı altı çizilerek belirtilmişti. Okuldaşım Mustafa Üstündağ da her fırsatta öğretmen tayinlerinde hiçbir kayırmaya, torpile izin verilmeyecektir, diye demeçler veriyordu. Durum böyle olunca, bir torpil bulsam bile nasıl olsa bir iş göremeyecektir, tayinim normal usullere göre yapılacaktır, diye düşünerek beklemede kaldım. Ve maalesef bekleme sürecim, 20 Temmuz 1974 Kıbnrıs Harekâtı yapılınca uzadıkça uzadı…
Bakanlığa gide gele binadaki merdivenlerin basamak sayılarından tutun da, koridorlarda kaç oda mevcuttur, hangi oda hangi işin bürosudur, her büroda kaç memurun görevli olduğunu, hangi memurun burnundan kıl aldırmayan cinsten olduğunu, hangi memurun nezaket kuralları içinde kalabildiğini, hepsini su gibi ezberlemiştim. Sonun da okullar da açılmış, ama benim görev yerim hala belirlenmemişti. Çıldırmak üzereydim…
Takvimler 17 Kasım 1974 ‘ü gösterirken Ecevit-Erbakan koalisyonu nihayete erdi ve yerine Sadi Irmak hükümeti kuruldu. O karmaşada ben, artık umudumu tamamen yitirmiş ve bir ev kadını olarak yaşamaya karar vermiştim. Bu kararımı eşime açıklayıp, “artık evi sen geçindireceksin, ben de sana güzel güzel yemekler yapacağım,” dediğimde, “çok yaparsın! Benim tek maaşımla soğan ekmeğe talim ederiz,” dedi bana. Bir de pişkin pişkin sırıtıp, “ben seni maaşın için almıştım, çalışıp bu eve maaş getirmeyeceksen, çalışan bir bayanla evlenmek için seni boşarım,” diye eklemez mi! Zaten moralim bozuk, “kalk gidiyoruz boşanma dilekçemizi vermeye!” diyerek bir güzel azarladım onu. Tabii hemen kıvırdı. “Şaka kız, şaka! Ben seni bırakır mıyım hiç?” Erkek milleti değil mi, köküne kibrit suyu!
1975’e girdikten sonra 31 Mart’ta Süleyman Demirel birinci milliyetçi cephe hükümetini kurunca baktım tayinler yeniden yapılmaya başladı, ya Bismillah deyip yeni bir dilekçe ve ek evraklarla Ankara’nın yolunu tuttum.
Kısa bir süre sonra özlük işlerinde gide gele tanış olduğumuz bir bayan memur, tayinimin Balıkesir’e yapıldığını sanki büyük bir müjdeymiş gibi söyleyince sevinsem mi, üzülsem mi bilemedim. “Tayinimin eş durumum göz önüne alınarak Eskişehir’e olacağını umuyordum, bu durum sürpriz oldu,” dediğimde bana, “isterseniz bu yıl için tayin emrinizi tebellüğ etmeyip seneyi bekleyin,” dedi. Şaşkınlıktan ne diyeceğimi de bilemedim. Hazır atamam yapılmışken imzalamaya karar verdim. Öyle ya, bir an önce öğretmenliğe başlamak varken bir yıl daha niye bekleyecektim ki! Üstelik burası Türkiye, harp olur, darp olur…
Eskişehir’e dönüp de haberi verdiğimde hiç kimse sevinemedi bile. Eşim adeta isyan ederek, “tayinin eş durumundan Eskişehir’e çıkartılması gerekirdi, sana haksızlık yapmışlar! Kalk Ankara’ya gidiyoruz, itiraz edeceğiz!” diyerek beni sürükleye sürükleye tekrar Ankara’ya götürdü. Doğruca bakanlıktaki İlköğretim Özlük İşlerine gittik. Eşim memurlarla “olanak, olasılık” gibi sözcüklerle konuştukça hakkımızda solculuk hükmü verilmiş, işlerimiz yokuşa sürülmeye başlamıştı. Benim aylardır yürümekten aşındırdığım koridorlarda bir gün bile yürümeğe dayanamadı kocacığım, “verelim dilekçemizi evrak kayıta, gidelim. Bir torpil arayıp bulalım. Olmazsa ben tayinimi Balıkesir’e yaptırırım,” dedi. İlk Öğretim Genel Müdürüne “uygundur” ibaresini yazdırıp paraf ettirdikten sonra evrak kayıta bırakacaktık dilekçeyi, sonra da Eskişehir’e dönecektik.Çıktık adamın katına, evrak imzalatmak için bekleşenlerle birlikte girdik odasına. Hani derler ya, şans kapıya gelince bir kere çalar, diye; masasında noter katibi edasıyla habire imza atan İlköğretim Genel Müdürünü eşimin Ankara Erkek Öğretmen Okulunda okurken aynı sırayı, ranzayı paylaştığı bir arkadaşı çıkmasın mı!Adam önce eşimi tanımıyor havalarındaydı. İmza atması için dilekçemizi önüne bıraktığımızda, bize, “sizin evrakınızda bir problem var. Şu arkadaşları yollayıncaya kadar bekleyin de, probleminizi düzeltmeniz için yardımcı olayım,” diyerek bize odasındaki iki koltuğu gösterdi. Geçip oturarak beklemeye başladık. İmza şöleni tamamlanıp da odası boşalınca sekreterine, “içeri kimseyi salmayın!” diye talimat vererek ayaklandı. “Nereden çıktın sen ulan?” diye çığlıklar atarak geldi, eşimi büyük bir hasretle kucaklamaya başladı. Az önce tanımazlıktan geldikten sonra bu mesafesizliğinden dolayı geçirdiğimiz şaşkınlığı fark ederek, “kusura bakma, milletin ortasında mesafeli durdum,” dedi. Bana döndü. “Hoş geldiniz hoca hanım!” diyerek tokalaştı. Ben, çekingen, “hoş bulduk, efendim!” derken, o hemen çıkıştı. “Baş başayken makam mevki yok, tamam mı?” Tokalaştığı elimi bırakmıyordu. “Ben Nazmi, aha bu adamın öğretmen okulundan sıra arkadaşıyım. Hem de yatakhanede ranza arkadaşı. Hala horluyor mu uykusunda bu?” Rahatlamıştım. “hem de nasıl,” diyerek güldüm. Eşim, “Nazmi’ciğim biz bu dilekçeyi evrak kayda verecektik ya, problem var deyince sen…” diyerek dilekçeyi gösterirken, elinden dilekçeyi aldı, masasına geçti, dahili telefonla bir yere telefon etti. “Odama kadar geliver!” Çok geçmedi, odasına gelen yardımcısına bizi tanıttı. Sonra da, “Saitçiğim. Hanımefendinin tayinini Eskişehir’e yaptırıver hemen, emi!” dedi. Sait, dilekçeyi aldıktan sonra çıktı gitti.
Nazmi, “Sizin işiniz tamam,” dedi. Eşim, “Bu kadar çabuk mu?” deyince, “Biz hızlı servisiz,” diyerek güldü. Saatine baktı, “öğlen oluyor,” dedi. “Çayı kahveyi yemekten sonra içeriz. Haydi, lokantaya gidelim.” Ayaklandı. Eşim, itiraz edecek oldu. “Biz izin isteyelim…” Hemen çıkıştı. “Ne münasebet? Akşama da buradasınız daha. Hanımları tanıştırmayacak mıyız?”
TORPİL… Yazısına Yorum Yap
"TORPİL…" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
19 Nisan 2016 Salı 08:09:54
Eski günlere aldı götürdü beni yazı.
Gülümsedim gezinirken satır aralarında.
Ancak, acı bir gülümsemeydi maalesef bu.
Liseyi bitirme, üniversiteye adım atma yıllarımdı benim o zamanlar.
Ne demeli?
Korku ile geçen bir gençlik dönemi işte.
Kavgalar, karışıklıklar, ölümler...
Ve,
demek ki,
solcuları da işe alıyordu Demirel hükümeti.
Gerçi,
saçma sapan bir hükümetti o da.
Diğerleri gibi.
Güzel bir anı yazısı.
Çok ta akıcı kaleme alınmış.
Zevkle okudum.
18 Nisan 2016 Pazartesi 07:52:30
Sayın Öğretmenim !
Böyle güzel anılar yazdıktan sonra bir daha hiç verme Kemal kardeşime o vını.
Selam ve Saygılarımla...
Kemnur
@kemnur
Dost musun, düşman mısın bilmem ki... Can komutanım, vallahi 11,45 te zar zor aldım vınnı... şu fiber hattını döşeselçer de sokağa bir kurtulsak...