ÇENGELKÖY’ÜN EMMİ’Sİ…
ÇENGELKÖY’ÜN EMMİ’Sİ…
Sevgili Çengelköy, bu röportajımızda, Çengelköy’ün renkli simalarından Mehmet İlhan Şencan’dan, namı değer “Emmi”den söz edeceğiz. 1950 Çengelköy doğumlu olan Emmi’ye bu lâkap, Çengelköy Mehmetçik İlkokulunda verilmiş. Marangoz sarı Metin’in anlattığına göre ilkokul 3. sınıftayken sınıflarına 14 yaşında bir öğrenci gelmiş. Bakmışlar çocuk kendilerinden 5 yaş büyük, dolayısıyla ona “Emmi” adını yakıştırmışlar. Yani Emmi 14 yaşında sınavla, ilkokul 3.sınıfa başlamış.
Efendim, ben bu röportajı Çengelköy Çınaraltında yaparken yanımda, Kayhan ve Erhan Çındemirler, şu anda Libya’ya giden bir uçakta olan Sadık Altuğ, Erdal Göksu, marangoz sarı Metin, sulu Cengiz, monkirik Aydın ve Emmi vardı. Her kafadan bir ses çıkıyor, “şunu yaz bunu yazma, olmaz oğlum öyle yazılmaz” gibi sözlerle beynimi karıştırıyorlardı. Başta Monkirik Aydın yanımda beni hem taciz edip, hem de her yazılana karışıyordu. Yaşı 55–60 civarına gelmiş koskoca adamlar, sanki aradan o kadar yıl geçmemiş, tıpkı gençliğimizdeki gibi şakalar, kahkahalar atarak güya röportaj yapıyoruz.
Ama o gözler… O gözler vay ya… İşte onlardan her şey okunuyordu… Ne mi okunuyordu… Mutluluk, Çengelköylü’lük, arkadaşlık, dostluk ve sevgi okunuyordu… Kolay mı be…
Sevgili Çengelköy, hepimiz bu köyün çocuklarıyız, 50–55 yıldır aynı kulvarda koşmuşuz, beraber sevinip beraber ağlamışız… Beraber yürümüşüz biz bu yollarda… Varın sizler de bunu hoş görülerin… Diye düşünürken, yanımıza çıtı pıtı bir genç kız geldi. Elinde ki tabakta yarım pasta getirmişti bize… Kayhan’a dönerek “amca bu pasta bize çok geldi, sizi de babama benzettim, konuşmalarınız bizleri çok etkiledi, lütfen kabul edin” dedi. Belli ki bizler elli yıl önce yaptığımızı bu kez bilmeyerek yapmış ama yine de herkesin dikkatini üzerimize çekmeyi başarabilmiştik. Tabii ki si, pek keyiflendik. Meğerse bizler ne mükemmel, ne libidosu yüksek asil insanlarmışız…(Baba bana para ver, baba der ne…)
Sevgili Çengelköy, Emmi’nin rahmetli babası 70 yaşında evlenmiş ve üç çocuğu olmuş. Emmi bu çocukların en küçükleri. Emmi 1966–67 eğitim yılında,16 yaşında İlkokulu bitirmiş (Yani Liseyi). 1967–68 Eğitim yılında Beylerbeyi Ortaokuluna başlamış (Yani Üniversiteye). Bu okulda 2. yıl, iki kez kalınca belgelenerek okuldan ayrılmak zorunda kalmış. Ancak Emmi yılmamış ve iki yıl aradan sonra, belge aldığı üç dersin sınavlarını kazanarak, 21 yaşında ortaokul diplomasını almış(Yani ön lisans).
Sevgili okurlar, Emmi bir gün ortaokulda sınıf başkanı olduğundan yoklama yapıyormuş. Bu arada okula yeni gelen bir öğretmen sınıfa girmiş, Emmi’yi görünce pardon deyip müdüre çıkmış. “Efendim bana verdiğiniz programda bir yanlışlık var galiba. O sınıfta bir başka hoca var” demiş. Müdür şaşırmış ve beraberce sınıfa gitmişler. Müdür kelli felli kravatlı Emmi’yi görünce durumu anlamış ve yeni hocaya anlatmış. 1972–73 Yıllarında Kadıköy Akşam Ticaret Lisesine giren Emmi, dört yıllık bu liseyi beş yılda bitirerek, 27 yaşında lisans öğrenimini de tamamlıyordu.
1978 Yılında sınavda aldığı, 328 puanla Ortaköy Yüksek Eğitim Enstitüsü Sınıf Öğretmenliği Bölümünü kazanan Emmi, iki yıllık bu okulu, anarşi yüzünden çıkan bir kanunla altı ayda bitirirken, yüksek lisansını da tamamlamış oluyordu. İki yıl Bolu’da öğretmenlik yaptıktan sonra Çengelköy’e dönen Emmi, dört aylık kısa dönem askerliğini bitirip teskeresini alırken, doktorasını da tamamlamış oluyordu. Altı ay Çengelköy Güzeltepe İlkokulunda vekil öğretmenlik yaptıktan sonra, sınavla girdiği İETT Vaniköy Elektrik İdaresinde teknisyen olarak çalıştıktan sonra 2002 yılında emekli olan Emmi, bir erkek evlat sahibidir.
Emmi ve ailesi, Çengelköy BP Benzincisinin karşısında ki ahşap evde oturuyorlardı. 45 yıl önce evlerinin yanında ki “Yeşilpark Gazinosun da barmenlik ve garsonluk yapan Emmi, ayrıca gazinonun o akşamki reklamını yapmak için, rahmetli balıkçı ve organizatör ayı Vasıfla, yine rahmetli Osman Ayanoğlu’nun taksisiyle, Çengelköy’ün mahallerini dolaşarak, mikrofonla “ ey ahali duyduk duymadık demeyin… Bu akşam Yeşilpark Aile Gazinosunda, imamın karısı Sevtap Çetinkaya, Vasfi Uçaroğlu ve Kamuran Akkor, Berkant, Alâeddin Şensoy, Eyüp Uyanıkoğlu sahne alacaktır… Duyduk duymadık demeyin…” diye bağırarak, dolaşırlardı.
Emmi, Yeşilpark gazinosunun hemen yanında ki “Baron Mustafa”ların yalısında ki direğe dikilen Galatasaray Bayrağını indirmek için 45 metrelik direğe tırmanırken, kayarak düşüp, bacağını kırmıştı. Yüzünde hiçbir zaman eksik olmayan Çengelköy’ün Emmi’si, hemen her konuda ki birikimlerini zaman zaman Çengelköylülerle paylaşmaktan zevk alır.
Aynı zaman da (Çengelköy’ün neresinde olursa olsun) köydeki her bir şeyden haberi vardır. Ajanlık yönü oldukça kaliteli ve güçlüdür. Emmi yeğeni ile beraber 9 metrelik bir sandal almıştı. Sandal büyük olduğu için, Emmi indirip, çekemiyordu. Yeğenine “gel oğlum sandalı ortadan keselim” dedi. Ortadan kestikleri bu sandalla emmi 10 yıl balık avladı ve Çengelköy Karakolunun hemen yanında ki “Can Baba”nın tezgâhının yanında balık satmaya başladı.
Sevgili okurlar Can Baba, şöyle böyle değil acayip sinirli bir babamızdı. Aslında çok iyi idi ama bir dellenip, satırı kaptı mı, hemen oralardan sıvışmak gerekirdi. Ama Emmi buna rağmen Can Babanın gönlünü almayı bilmiş ve onun tezgâhını yanında balık satmayı başarabilmişti. Emmi’nin tezgâhında ona yardım eden “Mezarcı Âdem” balıkların taze olduğunu müşteriler inandırmak için, istavritleri çiğ yerdi. Aslında tezgâhı yeni kurdukların da Can Baba bunları satırla kovalamıştı. Ancak Monkirik Aydın Can Babanın kafasına balık tablasını atınca, ne hikmetse Can Baba duruldu ve izin verdi. Ama Can Baba yine rahat durmuyor, bu sefer karşıda ki rahmetli “Efe Mustafa” ile kapışıyordu.
Sevgili Çengelköy, Emmi’nin 1958 model Rampler arabası vardı. Yanımızda oturan “Sulu Cengiz”de ilkokulu 19 yaşında bitirdiğini söyleyerek ona nazire yapınca, Emmi’de boş durur mu, hemen lâfı oturttu. “Oğlum sulu hatırlar mısın, benim arabayla seninle bir akşam Beyoğlu’na gitmiştik. Arabamızı park edip, yarım ekmeğe kokoreç yerken, sen kel olduğun için, Karşı Cinslerin saldırısına uğramıştın. Meğerse bu adamlar kellere hasta imiş. Ben kokoreç’imi yerken sen g.t derdine düşmüş tazı gibi kaçıyordun, ne çabuk unuttun”. Diye şakadan ona takıldı. Efendim bizler için Çınaraltı, sanki hiç değişmemiş, sanki bizler hiç yaşlanmamıştık. Her şey doğal her şey eskisi gibiydi.
Biz eski Çengelköylü gençler, 35 - 40 yıl süren, iş hayatı dolayısıyla birbirimizden ayrı kalmış, bazen yolda karşılaşmış, kucaklaşmış, bazılarının ise yüzlerini yıllar sonra yeniden görüyorduk. Her buluştuğumuz da, iş hayatını unutup, eskisi gibi çocukça şakalar yapıyor, kimine yüklenip dalga geçiyor, kimine ise laf atıp kızdırıyorduk. Bu buluşmalarımız da o geçmişe ait hatıraların büyüsü bozulmasın diye, eşlerimizden ve çocuklarımızdan, hatta iş geride kalan iş hayatımızından bile, söz etmemeye özen gösteriyorduk. Çünkü o an, kaybolan çocukluğumuzu ve gençliğimizi san ki yeniden yaşıyorduk. Tabii bu şakaları dışarıdan gören, yeni gençlerimiz, ’ Vay be şu koskoca adamlara bakar mısınız, neler yapıyorlar’ gibisinden bizlere bakıyor ve bazen de izin isteyip, fotoğrafımızı çekiyorlardı.
Sevgili çocukluk ve gençlik arkadaşlarıma, çok teşekkür ederken, hepsine aileleriyle ve bizlerle beraber, sağlıklı, uzun ömürler diliyorum, onları çok seviyorum...
T u n a c a n
Hüseyin A. Tuna
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.