SAHTE MÜSLÜMAN ÜMMETÇİ DEVŞİRMELER
SAHTE MÜSLÜMAN ÜMMETÇİ DEVŞİRMELER
Sevgili arkadaşlar, aslında amacı, "Türk Diyarı"nın kökünü kazıma, bu ulusu yok etme, ortadan kaldırma fikri, Osmanlıdan çok öncelere dayanmaktadır. Türkler Orta Asya’dan 5000 "ana boy" ve sayısız "alt boy" olarak, Avrasya, Kafkasya, Kuzey Avrupa, Orta Avrupa, Anadolu, Arabistan yarımadası ve İtalya’ya (Etrüskler) kadar göç etmiş bir ulustur. Türkler, yapı olarak "Yörük" (göçer) ve Şamanist bir toplumdu. İmparatorluk değil, İmparatorluklar kurmuş büyük bir ulusturlar.
Cahiliye devrinde, ne yazık ki, bütün dünyaya hâkim olabilecek güçlere sahip iken, hep birbirleriyle savaşıp, birbirlerini yemişler (şimdiler de olduğu gibi).Türklerin bu zaafından yararlanmakta gecikmeyen, amacı Türk Diyarını yok etme, kökünü kazıma olan, iki bileşkenden birincisi, "Grek-Latin-Kilisesi" idi ve yavaş yavaş işin içine girmeye ve bu amaç için çalışmalara başlamıştı.
Efendim, bilirsiniz Osmanlı’da "Enderun" denilen ve "Devlet Yönetiminin Üst Kademelerin de Görev Alabilecek" gençler yetiştiren, bir okul vardı. Ancak nedense bu okula kırsal kesimlerdeki "Türk Gençleri" değil, hanedana yakın Osmanlılar ve Avrupa’dan henüz çocukken seçtirilerek getirilen, akıllı ve fiziksel yapısı düzgün, "Yabancı Kökenli" gençler alınırdı. Bu çocuklar, "Acemi Oğlanlar Kışlasın” da eğitilerek, daha sonra " Enderun"a yani, zamanımız da ki adı ’Siyasal Bilgiler (Mülkiye) Ana Bilim Dalı" olan ve devletin üst kademe yönetimin de görev yapacak öğrenciler yetiştiren, okula gönderilirdi.
Hepimiz Tarih kitapların da okumuş olduğumuz gibi, "Valide Sultan" ların çoğu da, Yugoslav, Rus, Polonya, Macaristan, Yahudi, Grek vs. kökenli idi. Dolayısıyla, aynı kökenden geldikleri için, geldikleri yerlerin gerektirdiği, din anlayışını ’Türk Diyarında Müslüman kisvesi altın da, gizlice kendi dinine bağlı ve doğal olarak ’Grek , Latin Kilisesi’ne sadık Valide Sultanlar, bu gençleri Enderun’dan mezun olduklarından sonra, devlet yönetiminin "Stratejik ve Üst Kademeleri" ne yerleştirebilmek için, Osmanlı Padişahlarını ikna ederek, bu gençleri Devlet Yönetimi’ne soktururlardı.
Değerli arkadaşlar, böylesine büyük imparatorluklar kurmuş, savaşçı bir ulusa herhangi bir "Din"i kabul ettirmek çok zordu. Üstelik Türkler de tek dil vardı ama tek devlet, tek bayrak ve tek din yoktu. Türkler 1071 Malazgirt savaşından çok önce Anadolu’ya girmişlerdir. Peygamberimiz (SAS) döneminde Bizans Kralı Herakliyus’a gönderilen mektupla başlatılan Anadoluya İslâm’ı taşıma faaliyeti, bu dervişler vesilesiyle, yavaş yavaş hedefe ulaşmıştır.
Allah’ın lütfu, Hz. Peygamber’in şefaatleriyle, Anadolu’nun gönülleri mayalı "Anadolu Evliyaları" , bir başka deyişle, " Ahmet Yesevi dervişleri", Anadolu’ya girip, burayı mesken edindiler... Bu dervişlerin Türk-İslâm tarihinde üslendikleri önemli rol çok önemlidir. Onlar, çağın gerektirdiği donanımlarla dünyanın çeşitli yerlerine giderek oralarda insanlığın huzuru için ‘diyalog ve hoşgörü köprüleri’ kurmaya çalışan Anadolu insanının faaliyetlerine, sonsuz hoşgörüleri, alçak gönüllülükleri, sabırları ve insan sevgisi ile dolu olan içtenlikleri ile bu Şamanist ve savaşçı ulusu, ’Hak Dili’ ile konuşarak, yavaş yavaş, ilmik ilmik yıllarca dokuyarak, sonun da çoğu Müslüman olan bir "Türk Diyarı" tesis edilmesine büyük katkı sağlamışlardır. Anadolu’nun Hak Erenleri, "Türk Diyarı" için daima, memleket ve toprak açıcı olmuşlardır. Yeni fethedilen bir Hristiyan memleketinde, bu şekilde gelip dağ başlarında yerleşerek, oraların imar ve emniyeti ile meşgul olacaklar ve tesis ettikleri merkezler de İslâm’ı ve Türk dilini yaymaya başlamışlardır.
İşte bu andan itibaren, Türk Diyarının kökünü kazımayı yok etme amaçlı, ikinci bir bileşken ortaya çıkmış ve bunların da adına "Vehhabiler" denilmişti. Vehhabilik, Arap yarımadasında Suudi Arabistan da ortaya çıkmıştır. Vehhabiliği kuran, Mehmed bin Abdülvehhabdır. İngiliz casuslarından, Hempher’in tuzağına düşerek, ingilizlerin (İslamiyet’i imha) etmek çalışmalarına alet olmuştur. Düşünceleri, ingiliz paraları ve ingiliz silahları karşılığında, köylüler ve Deriyye ahalisi ile reisleri Muhammed bin Süud tarafından desteklendi. Sapık din adamı ibni Teymiye’nin fikirleri ile Hempher’in yalanlarının karışımına "Vehhabilik" denilmiştir ki, bu sapık din anlayışının yanın da, masonluk bile hafif kalır. Kendilerine ‘Müseylemetü’l Kezzab denilen, (Yalancı Müseyleme/Yalancı Peygamber) ‘ uydurup, bu sahte peygambere bağlananlar da Deriye şehrinde ki Suudlar idiler. İşte o yalancı peygamberin yolundan gidenler bugün de Suudi Arabistan’ı yönetiyorlar. Şimdi de Vehhabilik bu ilkel krallığın dinidir. Son derece baskıcı, taassup ve tehdit edici özellikleriyle tanınırlar. Bunlar; Sünnilikte ki geleneksel 4 mezhebin dışındadır…
Sevgili okur, işte böylece Türk Diyarının kökünü kazımak ve yok etmek üzere, ortaya çıkan ikinci bileşkenle işbirliği içine giren, birinci bileşken yani," Grek-Latin-Kilise"si ve "Vehhabi" ortaklığı başlamıştı. Bu bileşenlerden Grek-Latin-Kilisesinin istekleri doğrultusun da, valide sultanların da yardımıyla, Enderun da yetişmiş, devşirmeler, devlet yönetiminin önemli ve stratejik kademelerinde bunlara hizmet ederken, vehhabist yalancı şeyhler ve tarikatlar da Padişahları etkileyip, yeri geldiğinde istediklerini yaptırarak, diğer bileşkene asiste ediyordu. Oysa gerçek Müslümanlık Kuran-ı Kerim de ne yazıyorsa odur. Kuran-ı Kerimi’de ancak, Arap veya Müslüman Diyanetçiler değil, "Rap" ça bilenler, gönül gözü açık olanlar anlar ve yorumlayabilir. Çünkü Kuran-ı Kerim Arap’ça değil, Rap’ça dır. Dolayısıyla bu çok önemli ve ince bir konudur, dolayısıyla bizi aşar. Bizler sadece okur ve emirleri yerine getirmeye çalışırız. Ama zamanla bu iş çığırından çıkmış ve başlarında Kuran-ı Kerimin emirlerini tersine yorumlayan, sahte şeyhler olan, bir sürü ’yalancı tarikatlar’ ortaya çıkmıştır. Sapıklık derecesin de ve Müslümanlıkla uzaktan, yakından ilgisi olmayan, ağlarına düşürdükleri insanları, tarifi imkansız, sapık emellerine alet etmişler ve üstelik bu insanlardan, ’himmet’ adı altında aldıkları para, altın, emlak ve gayri menkullerle adeta soymuşlardı.
Bu iki bileşken yüzyıllardır Türk Ulusunun kökünü kazıma ve yok etme faaliyetlerini sürdürürlerken, bunların "Türk Diyar”ın da ki uşakları..."SAHTE MÜSLÜMAN ÜMMETÇİ DEVŞİRMELER" dir ki. O hainler ki, amaçları aynı bu iki bileşkenin istekleri çerçevesin de onlara bizim ülkemiz de hizmet ederler..
Vehhabiler; kendileri dışındaki Müslümanların kanlarını ve mallarını helal görmüşlerdir. Bu yüzden sapık Vehhabiler, Hacc’a giden Sünnileri dahi katletmişler; Kerbela’daki Hz. Hüseyin’in türbesini, hatta ve hatta Hz. Peygamber Efendimizin (SAV) Kabr-i Şerifini bile yağmalamışlardır. Şahısların aşırı derecede kutsallaştırılması, yalancı Peygamber üreterek, onlardan bereket umulması, onları ziyaret ederek, Allah’a yakın olunmak istenilmesi, Müslümanlıkla hiç ilgisi olmayan, son derece baskıcı, korkutucu ve tehdit edici, içerisin de çirkin ve içten pazarlıklı bir siyaset dolu, naylon bir Müslümanlık anlayışını ortaya koyup yaymaya başladılar.
Bu Suudların dedeleri daha 18. yüzyılın sonunda da Osmanlı Türklerine karşı; Grek - Latin Kilisesi ile ortaklık yapmıştır. Vehhabilik buna izin veriyordu çünkü. Vehhabilerin Müslümanlara karşı haçlılarla (Grek- Latin Kilisesi ) işbirliğinin en açık örneğini de Napolyon’un Mısır’a saldırması sırasında görmekteyiz.Vehhabiliğin kılıçlı gücü olan Suudlar; Osmanlı Devleti’ne karşı 1799’da Mısır’a saldıran Napolyon ile anlaşmışlar; Osmanlı ordusunu oyalamak için bulundukları bölgede saldırılar düzenlemişlerdir. 1819’da Suud ileri gelenlerinin asılması da bunları durduramadı. Çünkü Omanlı Devleti; Batılı emperyalist güçlerle savaşırken bu bölgeler boş kalıyordu. Suudlar da bundan yararlandılar. Öyle ki 20. Yüzyıl’ın başında da Vehhabiler; İngiliz emperyalistleri ile birlik olup Türkleri arkadan vurdular.
Sevgili okur, bu iki bileşken yüzyıllardır Türk Ulusunun kökünü kazıma ve yok etme faaliyetlerini sürdürürlerken, bunların "Türk Diyar”ın da ki uşakları..."SAHTE MÜSLÜMAN ÜMMETÇİ DEVŞİRMELER" dir. Günümüzde içinde bulunduğumuz durum hepimizce bilinmekte ve biliyorum ki hepimiz olan biteni "gözlerimiz yaşlı" izlemekteyiz. Elimizden de bir şey gelmemektedir. Bu dış güçler, her devir de çeşitli isimlerle Türk Diyarı’nın önüne çıkabilirler. ASALA, ’Sağ - Sol’, PKK, FÖTÖ gibi....
Değerli arkadaşlar, bu nokta da, tek tesellim ve ümidim, "Anadolu’nun Gönülleri Mayalı", Allah’ın sevgili kullarıdır. Madem ki onlar, Anadolu’yu mesken tutup yerleşmişler, yine "Kurtuluş Savaşı" n da olduğu gibi, Müslümanlığın en güzel ve gerçek yaşandığı "Türk Diyarı" na, şefaat edip, yardımlarını esirgemeyeceklerdir... Eski tarihte böyle olmuştur... Bu şimdi de böyle olmuştur... Yine böyle olacaktır... Ancak, hiç kimseler boşuna heveslenmesin, her kim olursa olsun, Türk Diyarından bir karış toprak bile alamayacak ve bu ülkeyi asla bölemeyeceklerdir... Saygılarımla...
Hüseyin A. Tuna
T u n a c a n
YORUMLAR
Öncelikle yüreğinize kaleminize sağlık sizi kutlarım, yazınızdaki anlatıma ve içeriğine sonuna kadar katılıyorum, keşke beyinleri yıkayarak insanları koyunlaştırdıkları camilerde ve ev sohbetlerinde sizin bu yazınız okutulup gerçekler anlatılsa, hatta okular da ders olarak verilse de özüne dönse Türk çocukları, yeniden biz olsak, erdemiyle ahlakıyla övünmek varken, nelere şahit oluyoruz, hem de devletin başındakiler ve kurumlarının yaptıklarıyla dibe vurdu, yüzü kızardı utancından ülkemin. (((( saygılarımla başarılar dilerim efendim..
Hz Ömer'in kizini diri diri gömdügü yillarda yani 6. yüzyil sonu 7.yüzyil'in ilk yillarinda, Türk Irk'i bu yillarda 4-5 ayri devlete sahipti ve hepsinde de kizlar kadinlar ordudan siyasete, sanattan ticarete kadar sosyal yapinin heryerinde özgür bir sekilde yer aliyorlardi.
Türkler islam öncesi de ahlakli toplumsal yapiya sahip idi, bunu binlerce örneklerle açiklayabiliriz.
Güzel bir paylasim tesekkürler,
Saygilarimla,
Türk ırkını kafirmiş gibi gösterme çabası yazınızda belirttiğiniz gibi geçmişte planlanmış ve şimdilerde de olan, köküne kadar art niyetli bir düşüncedir. Kendini Müslüman, fakat çevresini kafir olarak gören şahısların "kafir Türkiye" ifadelerini hepimiz duymuşuzdur.
Fındık kadar beyinleriyle Türkleri bitirip, sonrasında İslam'ın sözde tek varisi olduklarını gösterme çabası içindeler. Bu savaşlarında da dostum kim, düşmanım kim diye etraflarına bakmazlar.
Bunlar "kafir Türkiye" diyorlar da, neden diyorlar buna bakmak gerekir. Bu Müslüman müsveddelerinin en iyi yaptığı iş olan saçmalama sanatı buradan itibaren aktif hale geliyor. Öncelikle "Kafir" devletimiz demokrasiyle yönetiliyor, "kafir" vatandaşlar olarak bizler de oy kullanıyoruz.
Peki demokrasi dışında bir fikri var mı bu Müslüman müsveddelerinin ? Var. Fikri ne peki ? Halifelik. Halife nasıl seçilecek ? On, yüz veya bin kişilik ağababalarının fikirleri ile. Peki bunun adı ne oluyor ? İstişare; hem Rasullah (sav) da öyle yaptı. Millete sorsak ? Aman, olmaz ! Kafir olmak için bahane mi arıyorsunuz ?!
Bu her fırsatta Türkiye'yi kafir olarak gösteren, vatandaşlarını Haçlı'dan daha tehlikeli gören zihniyetle konuşma-anlaşma olmaz. Bunlarla birlik falan da kurulmaz. Hem birlik kurup kime karşı mücadele edecekler ki ? Zaten adamları Türk düşmanlığı Haçlılarla dostluğa itmiyor mu ?
Bana göre öncelikli düşman Batı değil, bulduğu ilk fırsatta satışı koyacak olanlardır.
Batuhan Çanakcı tarafından 4/15/2016 7:58:53 PM zamanında düzenlenmiştir.
Batuhan Çanakcı tarafından 4/15/2016 8:03:25 PM zamanında düzenlenmiştir.