- 1347 Okunma
- 5 Yorum
- 1 Beğeni
DIŞ BORÇLAR ÜZERİNE 3
“İstiklal-i Tam” Yolunda Atılması Gerekli Adımlar: DIŞ BORÇLAR VE KURTULUŞ
Dış Borçlar Kurumsallaşırken
Avrupa Kapitalizmi borca alıştırılmış Osmanlı’da bu alışkanlığın sürekliliğe dönüşmesini, bunun için de borçlanmalardan kazandığı kârları güvenceye almak istiyordu. Buldukları çözüm ise şuydu: Dış borçlar ve borçlanma ödenebilirliği sürekli bir garanti ile kurumsallaştırılmalıdır !
Bu borçlanmaların Osmanlı ülkesine getirdiği “reformlar” ise şunlardır (!):
Önce Osmanlı Devleti’nde sürekli dış borç bulma işine bakan bir banka kuruldu. Büyük oranda İngiliz sermayeli olan ve 1856 yılında “Majeste İngiltere Kraliçelerinin bir kraliyet buyruğu” ile kurulan banka, Fransız sermayesinin de katılımıyla "Ottoman Bank" adıyla faaliyete geçti.
1856 Islahat Fermanı ve Paris Antlaşması’nın sağladığı güvenceler; Osmanlı’ya yatırılan sermayelerle ilgi tüm şek ve şüpheleri ortadan kaldırdı. 1858 borçlanmasının ardından "Mali Danışma Kurulu" oluşurken, komüsyonda üç yabancı, dört de Osmanlı delegesi “mali reformlar”da resmi görev yapacaklardı.
Çok geçmeden Osmanlı ya da "Ottoman Bank" kağıt para basma yetkisi tekelini kazanır.
( 1776’daki ABD bağımsızlığı sonrası cereyan eden aynı olayı burada da görüyoruz.) İmparatorluğun mali temsilcisi artık İngiltere Kraliçelerinin buyrultusu ile kurulmuş olan bu banka oldu. Banka devlet gelirlerini izleyecek, borç ve faiz ödemelerini yürütecek, yeni borçlanma ve tahvil satışı işlerini yine bu banka, yani “Ottoman/Osmanlı Bank” yerine getirecektir.
Burada kalmayacaklardır. 1862 yılında İngiliz Parlamentosu’na sunulan ‘Türkiye’nin Mali Durumu Hakkında Rapor’dan’ sonra Osmanlı ülkesine para akışı daha da hızlandı. Raporu hazırlayan ikili Mr.Hobart ve Mr.Foster, IMF veya Dünya Bankası’nın benzeri, prematüre (ilk) hali diyebileceğimiz oluşumların 19.yüzyıldaki temellerini atıyorlardı.
Kıray1993-20-31
Düyun-u Umumiye
Osmanlı Devleti ilk dış borçlanmadan çok değil, yirmi bir yıl sonra iflas etti !
Bunun üzerine “tahvil sahibi ülkeler” yani, kan emici sülük devletler olan İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Avusturya-Macaristan ve de Hollanda temsilcileri “Düyun-u Umumiye İdaresi’ni” kurdular. 1852’de ise daha ileri doğru bir adım atıldı. Osmanlı kaynaklarının yönetimi bu idareye verildi. Çok medeni(!) Batı devletleri bu yönetimi kabul ettirebilmek için borç ve kredi vermeyi durdurarak, Sultan II.Abdülhamit’i dört koca yıl kıvrandırmışlardır.
Düyun-u Umumiye; devletle (!) özel sermaye temsilcilerinin ortak yönetimi şeklinde kuruldu. Böylece Türkiye’nin kalkınması üstün ve bilgili(!) batılı uzmanlara emanet edilmiş oluyordu. Bunun Türkçesi ise, Batılı Sermaye’nin çıkarlarını hepten güvence altına almaktır. Her bir ülke elçiliği, kendi müşteri çevresini öne aldırma çabası içindedir. İşler tıkırındadır ! Batılı Devletler "reform" sözünü artık ağızlarına dahi almamaktadırlar. ”Anayasa’yı çiviye asmış” olan Abdülhamit’e de ses çıkarılmamaktadır.
(Prof.Cihan Dura,Sömürgeleşen Türkiye,İleri Yayınları, 3.Basım,2005-414)
Düyun-u Umumiye ile birlikte ulusal gelir kaynaklarının bir çoğu rehine verildi. Bir yandan ülkeye yabancı sermaye akarken, diğer yandan da, bir ayrıcalık (imtiyaz) dağıtma furyası başladı. Halk ve devlet sürekli bir yoksullaşma süreci içine girerken, Düyun-u Umumiye’nin gelirleri katlandı...
Meşrutiyet dönemi geldiğinde bütün sanayi, ulaştırma, bütün madenler ve ticaretin çoğu, bankacılığın tümü, bir kısım tarım işletmeleri yabancı sermayenin eline geçmiş bulunuyordu. Çoğu “aydın” bunları “batılılaşma” ve kalkınma belirtisi sayıyordu (!) Oysa Dış Borçlar İdaresi (Düyun-u Umumiye) nin kuruluşu ile birlikte sürekli artan gelir; ne Türk toplumunun kalkınmasına ne de borçların tavsiyesine yaradı...
Tüm gelir yabancı sermayenin kazancı olarak, ülkeden çıkıp gitti.
Son bir nokta (inanılması belki çok zor ama doğru) Düyun-u Umumiye; Osmanlı’ya savaş açan bir devletin savaş finansmanına bile katılmıştı !
(Niyazi Berkes, 200 Yıldır Neden Bocalıyoruz?, C.I., Cumhuriyet Yayını İst.,1997-65 vd.)
Tarihsel Sürece Sonuç
Yukarıda verilen yazı bölümlerini hızla zihinden geçirmeler yaparak devam edelim. Bakalım hangi tarihsel veriler bize neler fısıldıyor ve belleğimizi bir türlü terk etmiyor:
“Avrupa devletler ailesi, şiddetli mali kaynak gereksinimi, Avrupa finans sermayesinin girişi, Batı’nın reform istekleri, sık sık ekonomik bunalımlar, ’Bu devlet borçsuz yaşayamaz” saplantısı, borç sözleşmeleri ve ağır koşullar, yabancı misyon ve danışmanlar, Türkiye’nin mali durumu hakkında rapor, kredi akışını durdurma tehdidi, ekonominin yabancı uzmanlara terk edilmesi, bu kişilerin devlet gelir ve giderlerini izlemeye alması, yabancılara imtiyaz dağıtma furyası, ulusal kuruluşların yabancıların eline geçmesi, halkın ve devletin gittikçe yoksullaşması, aydınların bu olayları birer ilerleme belirtisi olarak görmesi…”
(Prof.Cihan Dura,Sömürgeleşen Türkiye,İleri yayınları,3.Baskı 2005-415)
Bütün bu yakın tarihsel veriler şimdi yaşadığımız yıllarda bize hiç yabancı gelmiyor !
Sanki 1850’li yılları yeniden yaşıyor gibiyiz. Sanki onlarla yine koyun koyuna ve iç içeyiz.
Peki ya sonrası ?
Dış Borç Toplumsal Ölüm Demektir (*)
Kapıtalizm Osmanlı ülkesine sızmayı nasıl başardı ?
Bu sorunun yanıtı basitçe şöyle verilebilir, üç aşamadan geçerek. Önce ticaret sermayesi ile finans sermayesi geldi. Devamında ; sanayi sermayesi ile üçlü sacayak tamamlandı.. İkinci adımda, 1838 Ticaret Anlaşması bir yandan Osmanlı Devleti’ni dünya ekonomisine açarken, diğer taraftan Avrupa Ticaret Sermayesi’nin ekonomiye hakim olmasının hukuki temelini attı.
Ticaretin serbestleşmesi sonrası ise,”dış borçlanma” süreci başladı... Birbirine koşut devam eden iki olgu: Serbest ticaret ve dış borçlanmanın artışıdır. Sonuç ise malumdur. Ülke sömürgeleşti, zayıfladı, yabancı egemenliği altına girdi ve bir süre sonra çöktü !
Bu günlere gönderme yaparsak, Türkiye Cumhuriyeti devleti özellikle son 30 yıldır; 29 Ocak 1979 kararları ile teorik, 12 Eylül 1980 de yapılan askeri darbe ile de pratik bütünseli tamamlanarak oluşturulan ve Özalizm-Evrenizm "felaketi" olarak adlandırabileceğimiz modeli uygulamaya başladı...
Sonrasında Osmanlı’ya olanların benzeri bir sürece girdi. Aynı tuzaklara sokuldu. Öyle ki, Atatürk Türkiyesi’nin bütün kazanımlarını yitirdik. Şu anki halimiz 1910’lu yılların daha gerisinde ve ondan vahim bir durum arzetmektedir !
Emperyalist güçlerin Osmanlı Devleti üzerindeki en büyük emeli şuydu: Osmanlı maliyesi üzerinde söz sahibi olmak !
1938 Mustafa Kemal Atatürk sonrası dönem de başlayan “karşıdevrim” sürecinde sırası ile önce İnönü , daha sonra, Bayar/Menderes/Demirel/Özal/Çiller ve bunların siyasi skalada yer alan diğer sağ ve sol görünümlü batıcı/mandacı/gerici ve gayri Türk olma ortak özelliklerine sahip ve mutlaka ”istiklal-i tam” aymazı/karşıtıları iktidara geldi/getirildi...
Bu süreci ülke ve ulusun sömürgeleştirilmeye başlangıç zamanı olarak söyleyebiliriz...
Yine içinde Türk geçen tüm kavramlara ( Atatürk, Türkçe, Türkiye Cumhuriyeti, Türk kavramı..) bir şekilde alerji duyan, savaş açmış olan empreyal kapitalime bağımlı Büyük “Uniparty"nin içindeki alt grup güya partiler: Ki bunlar, sömürgeleşmeyi ince ince dokudular!
Başta, güya epeyce bir "sol" (!) Ecevit, "Hiç bir şeyi ciddiye almamakla maruf "Morrison Süleyman", sadece din özgürlükçü demokratı (?) gerici Erbakan ve Emperyal ırkçısı Türkeş ve daha sonra Baykal, Karayalçın çizgili CHP, DSP, SHP...
Ve emperyal oyunu dış borçlanma repliğinin sağ milliyetci/muhafazakar nev-i şahsına münhasır batıcıları Çiller, Bahçeli, Yılmaz...Ve bilinen en son örneği ile yaşadığımız günlerde iktidarda olan gömlek değiştirme uzmanı, dönüşmeler zirvesi (!) AKP; Erdoğan/Gül/Arınç süreci...
Genel Batı olarak niteleyebileceğimiz ABD-AB Emperyalizmi ve her türden işbirlikçileri, şu an üzerinde yaşadığımız Atatürk emaneti aziz Türkiye Cumhuriyeti’ni, elbirliği ile “Osmanlı’nın 1838-1918” çizgisinden de öteye getirmeyi başarmışlardır !
“Tefeci” Canning 1850’lerde Osmanlı’ya borç para vermenin bedeli olarak, batası “ Reform” sözcüğünü tekrarlıyordu...
Bu sözcüğe AB ve ABD emperyalizminin günümüzdeki temsilcisi oligarşik kurumsalı TÜSİAD ve Kemal Derviş ise “ yapısal veya işlevsel ” sözcüğünü gına getirtesiye ekleyerek “sürekli reform ”istiyordu !
Peki ne olacaktır, bu yere batası idam fermanları “yapısal” ve “işlevsel” reformlar yapıldığı zaman !?
Bugün yaşayıp, gördüklerimiz olacaktır...Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bugün gördüğü, yaşadığı, içinde olduğumuz hali ile yaşanan şeyler olacaktır !
Yazımızın gelecek bölümünde bu konuyu irdeleyeceğiz...
Devam edecek...
(*) Yazı dizisi içerisinde yararlanılan eser/yazar isimleri, dipnot/açıklama olarak satır sonlarında verilmiştir...
Göktürkmen
A.Kutlu Ayyüce
YORUMLAR
Güzel günler göreceğiz usta, bir başka ustanın dizelerinde söyle(n)diği gibi.. Bu işbirlikçilerde yaptıklarından dolayı utanç içinde ve musdarip sürünecekler, Birtengri'nin izni/yardımıyla..
Allah Allah !
Saygılar katkı yapan yazar/şair arkadaşlara..
İyi geceler dilerim.
Göktürkmen tarafından 8/10/2008 12:46:21 AM zamanında düzenlenmiştir.