- 601 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
AÇILIM-10 / 2009 YILINDA BÖYLE BAKMIŞIZ;
İnsanlık, geçmişten, geleceğe akıp gitmektedir... Bir an için, bütün bilgilerinizi açığa alın, insanlığı şöyle düşleyin; onlarca renk sıvıyı, saydam bir kaba koyun, ara sıra çalkalayın, ara sıra, kısa dinlenmelere bırakın. Yahut, bir renk armonisi olarak algılayın; insanlık ezelden, ebede böyle akıp gider..Bu akış içerisinde, size, bize kısacık bir ömür biçilmiştir. Değer mi ? Diye sormadan edemiyorum...
Milletlerin, halkların, toplulukların, kültürlerin hayatının, sıvılardan daha az geçişkenliğe; renklerden daha farklı bir armoniye sahip olmadığını görürsünüz. Kültürler arası geçişgenlik, sanıldığından çok fazladır. Eskiden insanlığın kullandığı vasıtalar dolayısıyla, bel ki, bu gün ki kadar hızlı değildi, ama, insanlar dün de; geziyor, avlanıyor, yiyor, içiyor, giyiniyor ve ha bire konuşuyordu...Bizden çokta farklı değildiler. Biz, bilgi birikimimizi bir yana ayırırsak,o insanlardan çok akıllı olduğumuzda söylenemez.
Elimizde, sanıldığı kadar, geçmişe dair, çok geriye giden,fazla bir bilgi de yoktur. Din kitaplarını da bir yana ayırdığımızda,tarih bize son üç bin yılın ötesinde çok şey söylemez. Biz bu sınırlı bilgilerle,milyarlarca yılı görüp,doğru anlamaya çalışırız! Daha ilginci,her insana ve topluluğa da,duymak istediği güzel şeyler söylemez. Tarih,bazıları için bel ki,büyüyen çoğalan bir şey. Bazılarımız için azalan,bel ki belirsizleşen bir şeydir. Bu anlamda tarihe,yazımın giriş bölümlerinde de fark ettiğiniz gibi, çokça ve derince atıfta bulunup,konuyu gözden kaçırmak istemiyorum. Çünkü,bugün ellerimizde, ve yaşıyoruz. Çok geçmişe gitmek,sanıldığı kadar anlamlı da değildir. Çünkü her çağın değişimi ve estrümanları farklıdır...
Bir ilimizde görev yaparken, bu işlere çok meraklı akademisyen bir İngiliz Antony vardı. O günlerde İngilizler Fanklant Adaları’na çıkarma yapıyordu; bir sohbette; "Siz İngilizlerin orada ne işi var?" diye sordum. Durdu, düşündü,"Dedelerimizin yeri !" deyiverdi. Peki dedim;"Herkes dedelerinin yerine dönmek isterse, nasıl bir dünya görürüz?" Gücünüz varsa döner siniz, deyiverdi. Anthony’nin şahsında, biz aslında, dünyada ki, güçlülerin sahip olduğu bir mantığı okuyorduk. Bu mantıkdır ki, şimdi bize Amerika’yı komşu yapabilmiştir. Mantık bu olunca, güçlüler de adil olmayınca, sizin kararlarınızın da çok bir anlamı olmaz. Adalet talebi güçlüden gelmeyince de, bir mana ifade etmez.
Geçmişe bu anlamda çok gitmeyelim derken, şunu söylemek istiyorum;"Kürt Açılımı" deniyor ya, tarih Kürtler’le ilgili çok fazla şey söylemez; kaynaklar, oldukça sayılı ve sınırlıdır. Dedim ya, biz bugünü yaşıyoruz, bunların bu aşamada çokta anlamı yok. Ancak şunu; Kürtlerin sakin olduğu toprakların, tarihin akışı içinde çok el değiştirdiğini biliyoruz. Çok uzağa gitmeden; Persler, Romalılar, Memlukler, Araplar, Selçuklular, teğet geçse de; Moğol istilası, İlhanlılar, Akkoyunlular, Karakoyunlular, Sasaniler ve Osmanlı İmparatorluğu...
Dedim ya, tarihin çok derinlerine dalmanın anlamı yok. Gerçek şu ki, Kürtler, bu toplulukların tamamıyla az ve ya çok, birlikte yaşamış, her türlü ilişki içinde olmuş, bilindiği gibi ezici çoğunluğu Müslüman olan bir halktır. Bugün, Sovyetleri, Azerbaycan’ı, Ermenistan’da ki yaşayanları görmezsek; yoğun olarak yaşadıkları ülkeler; Türkiye, Irak, Suriye ve İran’dır. Bu dört ayrı ülkede, biri birine yakın sayıda yaşıyor olmalarına rağmen, eğer bu lanse edildiği anlamda bir sorunsa, önce dünyanın sorunu, sonra bu dört ülkenin sorunudur. Adını;"Kürt Sorunu" koyup da, neden Türkiye bir başına buna talip olmaktadır? Gerçekten size anlamlı geliyor mu? Gerçekte, serüvenini anlattığım gibi, Türkiye’nin buna, ne gücü, ne hakkı, ne de böyle bir mecburiyeti vardır. Ancak Türkiye bugüne kadar olduğu gibi, kendi vatandaşlarını eğitmeye; maddi, manevi refahını sağlamaya, bütün vatandaşları kadar mecburdur. Gerçek görevi de bununla sınırlıdır.
Eğer siz bir ülke de, ülkenizde yaşıyorsanız, o ülkede, ülkenin koşulları ve imkanlarına göre, eğitim alıyorsanız, seyahat özgürlüğünüzü ve yerleşme hürriyetinizi sonuna kadar kullanmanıza bir engel yoksa, çalışma hayatının her alanında uğraş verip, her türlü ticareti yapıyorsanız, her makama gelip, seçiliyor ve seçtiriyorsanız, bundan sonrası, sizin kabiliyet ve maharetinize bırakılacak şeylerdir. Refahınızı en üst seviyede sağlamanız için, hiçbir engel yok demektir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, adı geçen, bu sorumluluğu en az Türkiye kadar taşıması gereken ülkelere baktığımızda, bu anlamda, bütün engellemelere rağmen, görevini hakkıyla denmese de, yapıyor demektir. Bu anlamda, tarih içinde en büyük çabayı göstermesine rağmen, terör gibi bir talihsizliğin Türkiye’de tutunmasının anlamı nedir ? Her şey gözümüzün önünde cereyan ediyor. Alın omuzunuza kamerayı ve bu dört ülkeyi gezin; bu anlamda hiçbir kare sizi yanıltmayacaktır. O halde niye ? Diye sormak bir hak değil mi? Lütfen bunu biraz da, birlikte yaşamak mecburiyetinde olduğumuz kardeşlerimizin gerçekten düşünmesi lazım geldiğine inanıyorum.
Haksızlığa uğramış bir ülke olarak, adını da "Kürt sorunu" koyarak, Amerika’yı komşu edinmişken, onca belirsizlik varken, neden bu sorumluluğun altına girsin? Ben ümitsiz değilim; Türkiye, bütün olumsuzluklara rağmen, kıt imkanlarıyla okutup, aydınlatmaya çalıştığı tüm insanlarının yardımıyla, kendi vatandaşlarının sorunlarını çözecektir.
Hayrettin YAZICI
Devam edecek...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.