- 300 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kaybolmuşluğun da sesi vardır aslında…
Hiç bir masal bizim sonumuz gibi bitmedi ve biz dinlediğimiz tüm masalar bizim sonumuz gibi sonuçlanmadı... Çünkü biz kendi masalımızı kendimiz yaşamak için yazdık...
Yalnızlığımı düşün, sonra da yalnızlığına bir göz at… Bir yerlerde saklanıp ortadan kaybolmak, kendini saklılara kilitlemek sana ne kazandıracak… Biliyorum karanlık
düşüncelerdesin veya yalnızlığın çemberinde kendini kimsesiz hissedebilirsin belki de…
Sahipsizlik düşünceleri ile dağılacak ruhun, kendini çaresiz hissedebileceksin belki de ama unutma sen gibi, ben gibi sahipsiz çok insan var düşüncelerinde bu yaşamda…
Ama tam da o anda, tam da söz bu ana gelmişse, yalnızlığın geceye sarkmışsa…
Ve gökyüzü parlak koyu maviliğinde ise işte gözlerinin o yalnızlıkla buğulandığı anda gökyüzüne bak. Oradaki Küçük Ayı yıldız kümesini gözlerinin arasına al ve o yıldız kümesinin dördüncü yıldızı biraz sönükçedir işte o yıldız benim sırdaşım…
Ve de gözlerimdedir, sen de gözlerini oraya, O yıldıza kilitlersen, seni sevdiğimi düşün ve beni yanında hisset ki o an gözlerimizle sonsuzlukta konuşalım…
Sen bana sırlarını anlat, ben sana kasvetlerimi anlatmış olurum…
Belki de etrafımızdaki her şey yalandı, ben yalancı, sen yalan, her baktığımız gün ışığının ardı yalan, gelmiş, geçmişle beraber sen varlığına dair her şey yalan, bense her şeyin arkasında kalan gölge ile yalancı bir ışığa bakamayan anlamsız göz kırpmalardayım...
Beynimde yarattığım beklenmedik yaşamdı belki de sadece bir düştü tüm bunlar.
Tüm yaşam aralıklarının hayal olmasını istiyordum.
Hayalimde yarattığım bir kadın ve onun kanattığı bedenin yıllarca kesilmediği acıların dalları, sonunda inleme seslerine ulaşan beyin fırtınaları ve ölesiye saygı duyulan aşkın gücünün yıllara uzanan gölgesi hep hayal olmalıydı…
Sanki çeyrek asır süren bir sevdanın asıl şiddetinin değişmeyişi ve de gizliye düşmüş saygınlığı, kadına karşı mı idi yoksa sevdanın kutsallığına dair miydi?
Sadece bir düşten ziyade belki de bir akıl fırtınasıydı tutulduğum acı girdabı…
Kendi kendime yarattığım bir yaşamsal düştü belki de acılar duvarının ardı…
Sadece bedenin inleme seslerini duyma düşünceleri de olabilirdi kendi kendime kurduğum cümlelerin içinde var olan yaşam…
Belki de bunların hepsinin, hayallere bağlanmış bir yaşamın yıllara sarkan acı içinde bir nefes alma yaşamı değil miydi?
Sadece bir akıl düşüklüğüne mi bunca yıl kurban edildi?
Yaşamın benden aldığı birçok şeyi, kısım kısım geri almak istediğim mutluluk isteklerim vardı…
Durmayasıya huzur ve de mutluluk arayışlarında idim… Darmadağın düşüncelerin kırıklıkları içinde yaşamak artık kendi kendime yaptığım baskılara dönüşüyordum…
Aslında bu yaşam tümü ile belki de bir hata idi.
Öfkesiz bir yaşamdan, sıkıntılar içinde geçecek bir ömre sadece onunla atlamak
idi ama o zamanlar hayal dünyasında dolanmak her şeyin içinde dolaşmak kadar doğal olmuştu…
Kendi kendine zapt edilmez heyecanların içinde var güçle mutluluğa koşmak gibi bir şeydi ve ben o anların huzuru içinde mutluluklarda başı dönmüşken yaşam benim için artık çok kolaydı ve başarmışlığın baş dönmeleri ile dolaşırken, sevginin haz verici mutluluğunu yaşıyordum…
Hayatın mutlulukları, yaşamın çilesini alt etmişti ben iç huzur ile bir sevdanın baş döndürücü hızında belkisiz yaşıyordum…
Ortaya bir şarkı salınır, ziller bir tarafta, ses tınıları bir tarafta, herkesin dilinde bir cümle keşke sen bende kalaydın, öne doğru düşmüş güneşin uçları, yarısı gölgeli yarısı parlak beyaz, sonra bir bir yerden asılıyor bir tarafa ben de diğer yöne çekiştiriyorum gövdemi, kulaklarımda tok bir sesin son nefes sesi ve arkaya bakmak istemeyen gözlerime hakim olamıyorum.
Uzaktan kadının dudakları kıpırdıyor sesi bir başka boğuk, “ben seni ölene sevmiştim kara kışlar sarıldı boynuma neredesin?” Diyor, …
Dudaklarımdaki sessiz titreyiş gözümden akan bir damla ıslaklık ve ben boynumu bükmek isterken garip bir duygu, “tutun sesime seni sevdiğimi hatırla” derken, bir çocuk ıslığı ve ardından haykırış “gurbet” diyor “abi gurbet kara yosun dolu ben karartılarda yalnızlık duygusu ile açlık karışmış.”
Ve ardından bir kaval sesi “özledim” diyor “barkımı özledim dağın yamacındaki barkımı,”
“Hüzün gözlüm o ak yüzün gözlerimde millenmiş ve hâlâ sesinle dövüşüyor geçmişten bu güne yüreğim…”
Usu içindeki hasreti özlediğimi haykırıyorum yılların ardına uzanan ve ben seni özlüyorum karanlık yüzündeki terinle…
Kaybolmuşluğun da sesi vardır aslında…
Derken geride kalan yılların tohumlarıdır derken garip bir hüzünlenme sarıyordu etrafını insanın…
Geride kalan yılların tohumlarıdır ki çaresizliğin göbeğine düşmekti obruk çukurunda nefes almakla eş değer…
Utku bir zafer kazanmaksa, hüzün aslında tükenmişliğe giden adımların saklılığı idi…
Susuyorum derin bir boşluk ve kaybolmuşluk duygusu unutma gereği içinde kıvranış, “var oldukça sen benlesin” derken garip bir yalnızlık takılmıştı peşine…
Bedeni sarmış ve bir umut ve yarına gün doğumuna hasretle başlayacak yeni bir gün ardı yine özlemle yarım kalmış bir hayalin yaşantısı…
“Seni çok özledim” demek ne kadar doğru ve haklılık veren bir cümledir ki? Sorusunu kendine derken, bile vazgeçtiği yaşamın özlem seslerini içinde barındırırken, “evim ve barkım hep sen olmuştun sevgili” diyordu…
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.