- 529 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
sonbahar kuşu
Sonbahar kuşu
Ben bir ;
’sonbahar kuşu!..’yum!..
Sonbahar kuşu!..
Az gitmişim, çok gitmişim gece gündüz demeden yol katetmişim... kat ettiğim günlerimi katıklık etmişim meğer!!..
Gide, gide bir bebek ’ıngaa !..’sı ,bir kelebek kanad çırpışı kadar yol almışım... katıklık sayılı günlerimi yiye,yiye!..
Sonbahar kuşuyum!.. Her kuş gibi, cefalı acılı günlerim de omuş, sefalı, keyifli mutlu günlerim de elbet!..
Durup, geriye dönüp düşünüyorum da, nereden nereye gelmişim...
Mağaradan köye, köyden kente... serüveni gibi, insanlığın...
Rakımı (irtifası, denizden yüksekliği) ikibinlerde olan bir dağ köyünde çığlık ağıdıyla dünyaya gözlerimi açmışm!.. Açış, o açış!..
Beş altı yaşlarımdan beri, tüm kırsal kesim anadolu çocuğu gibi kuzuydu, öküzdü, davardı... peşlerinde... ’attım bayıra allah kayıra!..’
yaşam koşuluyla doğanın kucağında, bağrında büyümüş, doğadan
bir parça olmuşum...Elbet o yaşlarda, o koşullarda hiç de sanldığ gibi keyifli ve imrenilecek gibi geçmedi, o çocukluk günleri... Evet yaşam gerçeğinin bir yünü o, bir de şimdilernde anlıyorum ki; meğer
bir aşıymış o yaşam... Dağal çocukluk aşısı.. Doğa sevgisi,
doğa kültürü,... Çocuk sağlık aşısı...
Evet bir nevi çocçuk sağlık aşısı ... diyesim gelor ama diyemiyorum...
Doğada ’ alaha emanet yaşamlı koşullarda, köyümde, üç yılın
kış aylarında boğmacadan, kızamıktan ortalama 20’nin üstünde
çocuğun öldüdüğü de bir o denlı, yaşamın acı gerçeği idi...
Doğa ana, allah baba korumamıştı yani!.. anımsamadan kendimi alamıyorum... Çünkü ben de sınırında, evet tam kıl payı kadar
sınırında dönmüşüm, ölümün... Güzeli, güzelliği anlatırken
parazit yapıp keyf kaçırmak istemezdim ama!!..
Neyse!... deyip yaşam yolumuzun yolculuğuna devam edelim...
bakalım nereye... ne zamana dek sürecek , geleceği şimdilik
meçhul olan bu yolcuk!.. Değil mi ya!..
Efendim!.. köyümüzde okul olmadığından okula 12 yaşımda başka
bir köyde başlamışım... Eski hısımlarmış... açılan kapıdan, eğitim... okul dönemi yolculuğubaşlamış oluyordu...
Daha önce babamız bize hocalık yapmış;
harf lere ’ mim, nün, kaf !..’ vs. diye, diye öyretmiş olduğu kadarıyla;
ikinci sınıfta başlatılmıştım...
İlk öğretmenim Sabahat Yurtseverdi... Çiçeği burnunnda...ilk görev yeriymiş onun da... Annesiyle kalıyordu...Çok seviliyor, sayılıyordu... Hemen, her akşam bir evde davetli olurlardı... Esmer olduğundan.
“kara kız!” derlerdi, köyde...
Benim de ilk gözağrım... Aradan 2016- 1957= 59 yıl geçmiş...
20 sinde olmalıydı; 59+20= 79 ... İnşallah sağlılıklı yaşıyordur...
Bizleri okumaya özendirirdi... Ne olmak istediğimizi sorardı...
Kadir, ’ bekçi!..’ deyince, gülmüştük... babası Ankara’da mahalle bekçisiymiş... Geceleri mahalle arnasında düdüğü öttürmesi...etki
etmiş olmalı... Çocukluk işte..Kudret ’Subay!..’ diyordu... 23 nisandaki piyeste bir subayı canlandırmıştı... nitekim amacna ermiş subay oldu...
Sanırım albaylıkta emekli oldu... İstanbul’a yerleşmiş...
’miş!..’ diyorum, biraz ayıb ediyorum değil mi...
“ Çocukluk arkadaşlığı... dostluk... vefa...haslet.. diye bir şeyler vadı... öldü mü... öldürdük mü!!!... “ diyorsunuzdur!... Haklısınız,haklı!..
Bu vesileyle ilk işim arayıp bulmak olacak... kendime ve size... sher kim iseniz... sözüm olsun!!...
Bana da sormuştu elbette kara kız öğretmen: ben de ; ’hakim, sanatçı!’..
Bazen de; ” yazar..!’’. olmak istediğimi her söylediğimde ... öğretmen ha “inşallah!!” der... hayrette ederdi...haklıydı da... Birdağ köyü çocuğu olarak... böyle düşünmek!!..
Tanrı’ma bin şükür ki, Lisede ve fakültede öğrenciyken
Devlet Tiyatroları gibi ciddi bir sanat ve kültür kurumunda üç- dört sezon değişik sahne oyunlarında figuranlıkla,( Damdaki Kemancı, Hamlet,
Trandot... gibi) sanatçılık: Ortaokuldan beri günlü tutarak, anılar yazarak... titaplar yayınlamakla yazarlık... ve 25 yıl kürsüde... hakimlik arzu ve hedeflerime ulaşmanın mutluluğunu yaşamış ve yaşamaktayım...
Peki şimdi, şimdilerde ne yamakta olduğumu merak edileceği
düşüncesiyle emeklilik dönemi uğraşımı da özetleyeyim, istiyorum... İştahım açılmışken yazayım... değil mi... bir daha bu keyfi, bu halet-i ruhuyeyi yakalamak kolay olmuyor... Esin melekleri arada bir uğruyorlar, eksik olmasınlar... Konuk etmez, hal hatır sorup sohbet etmezseniz... küaser gider... bir daha da ne zaman gelirlerse... canları ne zaman isterse...Değil mi ya!...
Efendim!..Yine çocukluğm geldidi, gözlerimin önüne... babam, amcalarım...yaşlı komşular... bağ, bahçe, bostan, fidan,söyüt, kavak... dikimi, sulaması, budanması... gibi ,uğraşıları...su, sınır vs kavgaları, kırgınlıkları hiç eksik olmazdı... Daha yaş yaş yaşamış gün görmüş
varlık yokluk seferberlik, kıtlıklı yıllar yaşamış bilgece, filojofca söz edenlerimiz... ( gaggo dede, haid ağa... gibi) Bunlara çıkışır, barıştırır.. “Toprarak... toprak kokusu çekiyor sizi... bu ne hırs, bu ne telaş !..”
der, nasihatlarda bulunur... sulhu, huzur ve düzeni sağlarlardı...
Şimdilerde onları daha iyi anlıyorum.. onlar birer halk filojof
larıymış, birer bilge kişilermiş... diyorum... saygım artıyor...
Meğer ben nerelerden,hangi kültürlerden gelmişim demekten de
kendimi alamıyorum...
Evet: babamlarınki de doğruydu, bilge yaşlılarımızın da...
Babamlar haklıydılar; çünkü ha yaşlanmışsın, ha yaşlanmamışsın çalışmayıp da ne yapacaksın ne yapsındılar!!..
Yaşamın gereği ve de ereği çalışmak değil de ne dir.. oturup ölümü beklemek midir !!...
Hele o dönemin,koşullarında... Daha 5-6 yaşlarında bir görevi vardır kırsalkesimde her çocuğunun... ömnür boyu sürecek bir didinme...
’Halk filozofu!’ diyebileceyim amcalar da haklıydılar.
Gerçekten de belli bir yaştan sonra insanoğlunun toprağa düşkünlüğü
çok, ama pek çok artmakta... toprağa aşık olunmakta, tutkuyla bağlanmakta... toprağa yaşlandıkça insaoğlu!!..
Ben da aynıdoğal ve gizemli yasaya bağlıyımbelbet!...
Emekli olunca: bir dönümlük (bolca yaşlanmış söğütlü, kavaklı )
yer aldım... 10-15 yıldır uğraşıp, didiniyorum...
Bir yandan, babamları, bir yandan da bilge amcaların dediklyerini düşünmekten de kendimi lamıyorum...
Bir taraftan çocutlukta içime işlemiş olan o dağa çekiciliyle, o doğa özlemimiyle doğa sevegisi bende de bir tutku halini almış olmalı...
yüze yakın meyve, bir o kadar da çam vs. yetiştimiş uğruşırım...
tıpkı babamlar gibi...
Bir de yine gün görmüş bir bekçi vardı.. Hoş sohbet, görevini seveekyapan bu nedenlerle sözetmeye anısını yazmaya değer gördüğüm...
İlçe Çiftçi Mallarını Koruma Derneğinin bekçilerinden... bahçemin olduğu Kargalı denen semtim 27 yıllık kadim bekçilerinden Mevlüt dayı.. bilinen namıyla; “Coca Dayı!”
8-10 yıl olmuştu komşuluğumuz..Sık sık
“Ben bir sonbahar kuşuyum... şu çalılıklarda görünen...
görünmeyen çalı kuşlarından biriyim
şimdi görünen, belki yarın belki obir gün görünmeyecek...!”
“Canım, Coca Dayım!.. Herkes bir can taşıyor... can denen bir nefes... yarına kalacağına dair, kimin elinde, garanti belgesi var ki.!!”
diyor idiysem de, teselli bulmadığını anlardım!..
Hele, hanımını yitirmiş olduğunu söylediği gün... anlatamam...
bir insan o denli mi içli olur, duygulu olur..
“ ben yetimim, ben yetimin biriyim !...”
Bu derede, bu çalar arasında
Bir çalı kuşu... bir sonbahar kuşu...
duyyor musun şu sesi... beni çağıran sesi...”
“Hanı, kim var... ne sesi...” demeğe içimtutmazdı da:
“Ne var!.. efkarlandın yine !..” demekle yetinirdim...
“ Yok hakimim... yok... o beni çağırıyor...
toprak beni çekiyor... hem nasıl...
burnumda taze ekmek kokusu
öyle anlar oluyor ki... dayanamayıp,
toprağa seriliyor, sarınılorum...!”
“ yorulduğundan olmalı..!” demelerime de sitemli,kırgın,
gözü toprağa dikmiş......
“ yorgunluk felan değil, ah !.. değil!..
yemek istiyorum, toprağı... yemek!!..”
demesiyle gözünü dikmiş olduğu topraktaktan bir avuç alıdı...
kokladı kokladı... ağzına doldurdu... çökük avurdu şişiyor iniyor..
Öyle etkilenmiştkim ki... hıçkırmamak için kendimi
zor tutuyordum... ama gözyaşlarımı tutamıyordum......
İşte böyle dostlarım... okurlarım işte;
Cica Dayının bende kalan nicesi yanında unutadağım,
yüreğimi sızlatan son anısı...
Gelelim bana, diyeeceğim ama, artık söylenecek söz kalmadığı...
Sözün bittiğiyerde hissediyorum kendimi
Ben de duyar gibiyim, değirmenin bendinin su ve içimdeki,
sesini...
’Sonbar kuşu’n!.. ’
Sonbahar kuşu
Ben bir;
’sonbahar kuşu!..’yum!..
Sonbahar kuşu!..
Az gitmişim, çok gitmişim gece gündüz demeden yol katetmişim... kat ettiğim günlerimi katıklık etmişim meğer!!..
Gide, gide bir bebek ’ıngaa !..’sı ,bir kelebek kanad çırpışı kadar yol almışım... katıklık sayılı günlerimi yiye,yiye!..
Sonbahar kuşuyum!.. Her kuş gibi, cefalı acılı günlerim de omuş, sefalı, keyifli mutlu günlerim de elbet!..
Durup, geriye dönüp düşünüyorum da, nereden nereye gelmişim...
Mağaradan köye, köyden kente... serüveni gibi, insanlığın...
Rakımı (irtifası, denizden yüksekliği) ikibinlerde olan bir dağ köyünde çığlık ağıdıyla dünyaya gözlerimi açmışm!.. Açış, o açış!..
Beş altı yaşlarımdan beri, tüm kırsal kesim anadolu çocuğu gibi kuzuydu, öküzdü, davardı... peşlerinde... ’attım bayıra allah kayıra!..’
yaşam koşuluyla doğanın kucağında, bağrında büyümüş, doğadan
bir parça olmuşum...Elbet o yaşlarda, o koşullarda hiç de sanldığ gibi keyifli ve imrenilecek gibi geçmedi, o çocukluk günleri... Evet yaşam gerçeğinin bir yünü o, bir de şimdilernde anlıyorum ki; meğer
bir aşıymış o yaşam... Dağal çocukluk aşısı.. Doğa sevgisi,
doğa kültürü,... Çocuk sağlık aşısı...
Evet bir nevi çocçuk sağlık aşısı ... diyesim gelor ama diyemiyorum...
Doğada ’ alaha emanet yaşamlı koşullarda, köyümde, üç yılın
kış aylarında boğmacadan, kızamıktan ortalama 20’nin üstünde
çocuğun öldüdüğü de bir o denlı, yaşamın acı gerçeği idi...
Doğa ana, allah baba korumamıştı yani!.. anımsamadan kendimi alamıyorum... Çünkü ben de sınırında, evet tam kıl payı kadar
sınırında dönmüşüm, ölümün... Güzeli, güzelliği anlatırken
parazit yapıp keyf kaçırmak istemezdim ama!!..
Neyse!... deyip yaşam yolumuzun yolculuğuna devam edelim...
bakalım nereye... ne zamana dek sürecek , geleceği şimdilik
meçhul olan bu yolcuk!.. Değil mi ya!..
Efendim!.. köyümüzde okul olmadığından okula 12 yaşımda başka
bir köyde başlamışım... Eski hısımlarmış... açılan kapıdan, eğitim... okul dönemi yolculuğubaşlamış oluyordu...
Daha önce babamız bize hocalık yapmış;
harf lere ’ mim, nün, kaf !..’ vs. diye, diye öyretmiş olduğu kadarıyla;
ikinci sınıfta başlatılmıştım...
İlk öğretmenim Sabahat Yurtseverdi... Çiçeği burnunnda...ilk görev yeriymiş onun da... Annesiyle kalıyordu...Çok seviliyor, sayılıyordu... Hemen, her akşam bir evde davetli olurlardı... Esmer olduğundan.
“kara kız!” derlerdi, köyde...
Benim de ilk gözağrım... Aradan 2016- 1957= 59 yıl geçmiş...
20 sinde olmalıydı; 59+20= 79 ... İnşallah sağlılıklı yaşıyordur...
Bizleri okumaya özendirirdi... Ne olmak istediğimizi sorardı...
Kadir, ’ bekçi!..’ deyince, gülmüştük... babası Ankara’da mahalle bekçisiymiş... Geceleri mahalle arnasında düdüğü öttürmesi...etki
etmiş olmalı... Çocukluk işte..Kudret ’Subay!..’ diyordu... 23 nisandaki piyeste bir subayı canlandırmıştı... nitekim amacna ermiş subay oldu...
Sanırım albaylıkta emekli oldu... İstanbul’a yerleşmiş...
’miş!..’ diyorum, biraz ayıb ediyorum değil mi...
“ Çocukluk arkadaşlığı... dostluk... vefa...haslet.. diye bir şeyler vadı... öldü mü... öldürdük mü!!!... “ diyorsunuzdur!... Haklısınız,haklı!..
Bu vesileyle ilk işim arayıp bulmak olacak... kendime ve size... sher kim iseniz... sözüm olsun!!...
Bana da sormuştu elbette kara kız öğretmen: ben de ; ’hakim, sanatçı!’..
Bazen de; ” yazar..!’’. olmak istediğimi her söylediğimde ... öğretmen ha “inşallah!!” der... hayrette ederdi...haklıydı da... Birdağ köyü çocuğu olarak... böyle düşünmek!!..
Tanrı’ma bin şükür ki, Lisede ve fakültede öğrenciyken
Devlet Tiyatroları gibi ciddi bir sanat ve kültür kurumunda üç- dört sezon değişik sahne oyunlarında figuranlıkla,( Damdaki Kemancı, Hamlet,
Trandot... gibi) sanatçılık: Ortaokuldan beri günlü tutarak, anılar yazarak... titaplar yayınlamakla yazarlık... ve 25 yıl kürsüde... hakimlik arzu ve hedeflerime ulaşmanın mutluluğunu yaşamış ve yaşamaktayım...
Peki şimdi, şimdilerde ne yamakta olduğumu merak edileceği
düşüncesiyle emeklilik dönemi uğraşımı da özetleyeyim, istiyorum... İştahım açılmışken yazayım... değil mi... bir daha bu keyfi, bu halet-i ruhuyeyi yakalamak kolay olmuyor... Esin melekleri arada bir uğruyorlar, eksik olmasınlar... Konuk etmez, hal hatır sorup sohbet etmezseniz... küaser gider... bir daha da ne zaman gelirlerse... canları ne zaman isterse...Değil mi ya!...
Efendim!..Yine çocukluğm geldidi, gözlerimin önüne... babam, amcalarım...yaşlı komşular... bağ, bahçe, bostan, fidan,söyüt, kavak... dikimi, sulaması, budanması... gibi ,uğraşıları...su, sınır vs kavgaları, kırgınlıkları hiç eksik olmazdı... Daha yaş yaş yaşamış gün görmüş
varlık yokluk seferberlik, kıtlıklı yıllar yaşamış bilgece, filojofca söz edenlerimiz... ( gaggo dede, haid ağa... gibi) Bunlara çıkışır, barıştırır.. “Toprarak... toprak kokusu çekiyor sizi... bu ne hırs, bu ne telaş !..”
der, nasihatlarda bulunur... sulhu, huzur ve düzeni sağlarlardı...
Şimdilerde onları daha iyi anlıyorum.. onlar birer halk filojof
larıymış, birer bilge kişilermiş... diyorum... saygım artıyor...
Meğer ben nerelerden,hangi kültürlerden gelmişim demekten de
kendimi alamıyorum...
Evet: babamlarınki de doğruydu, bilge yaşlılarımızın da...
Babamlar haklıydılar; çünkü ha yaşlanmışsın, ha yaşlanmamışsın çalışmayıp da ne yapacaksın ne yapsındılar!!..
Yaşamın gereği ve de ereği çalışmak değil de ne dir.. oturup ölümü beklemek midir !!...
Hele o dönemin,koşullarında... Daha 5-6 yaşlarında bir görevi vardır kırsalkesimde her çocuğunun... ömnür boyu sürecek bir didinme...
’Halk filozofu!’ diyebileceyim amcalar da haklıydılar.
Gerçekten de belli bir yaştan sonra insanoğlunun toprağa düşkünlüğü
çok, ama pek çok artmakta... toprağa aşık olunmakta, tutkuyla bağlanmakta... toprağa yaşlandıkça insaoğlu!!..
Ben da aynıdoğal ve gizemli yasaya bağlıyımbelbet!...
Emekli olunca: bir dönümlük (bolca yaşlanmış söğütlü, kavaklı )
yer aldım... 10-15 yıldır uğraşıp, didiniyorum...
Bir yandan, babamları, bir yandan da bilge amcaların dediklyerini düşünmekten de kendimi lamıyorum...
Bir taraftan çocutlukta içime işlemiş olan o dağa çekiciliyle, o doğa özlemimiyle doğa sevegisi bende de bir tutku halini almış olmalı...
yüze yakın meyve, bir o kadar da çam vs. yetiştimiş uğruşırım...
tıpkı babamlar gibi...
Bir de yine gün görmüş bir bekçi vardı.. Hoş sohbet, görevini seveekyapan bu nedenlerle sözetmeye anısını yazmaya değer gördüğüm...
İlçe Çiftçi Mallarını Koruma Derneğinin bekçilerinden... bahçemin olduğu Kargalı denen semtim 27 yıllık kadim bekçilerinden Mevlüt dayı.. bilinen namıyla; “Coca Dayı!”
8-10 yıl olmuştu komşuluğumuz..Sık sık
“Ben bir sonbahar kuşuyum... şu çalılıklarda görünen...
görünmeyen çalı kuşlarından biriyim
şimdi görünen, belki yarın belki obir gün görünmeyecek...!”
“Canım, Coca Dayım!.. Herkes bir can taşıyor... can denen bir nefes... yarına kalacağına dair, kimin elinde, garanti belgesi var ki.!!”
diyor idiysem de, teselli bulmadığını anlardım!..
Hele, hanımını yitirmiş olduğunu söylediği gün... anlatamam...
bir insan o denli mi içli olur, duygulu olur..
“ ben yetimim, ben yetimin biriyim !...”
Bu derede, bu çalar arasında
Bir çalı kuşu... bir sonbahar kuşu...
duyyor musun şu sesi... beni çağıran sesi...”
“Hanı, kim var... ne sesi...” demeğe içimtutmazdı da:
“Ne var!.. efkarlandın yine !..” demekle yetinirdim...
“ Yok hakimim... yok... o beni çağırıyor...
toprak beni çekiyor... hem nasıl...
burnumda taze ekmek kokusu
öyle anlar oluyor ki... dayanamayıp,
toprağa seriliyor, sarınılorum...!”
“ yorulduğundan olmalı..!” demelerime de sitemli,kırgın,
gözü toprağa dikmiş......
“ yorgunluk felan değil, ah !.. değil!..
yemek istiyorum, toprağı... yemek!!..”
demesiyle gözünü dikmiş olduğu topraktaktan bir avuç alıdı...
kokladı kokladı... ağzına doldurdu... çökük avurdu şişiyor iniyor..
Öyle etkilenmiştkim ki... hıçkırmamak için kendimi
zor tutuyordum... ama gözyaşlarımı tutamıyordum......
İşte böyle dostlarım... okurlarım işte;
Cica Dayının bende kalan nicesi yanında unutadağım,
yüreğimi sızlatan son anısı...
Gelelim bana, diyeeceğim ama, artık söylenecek söz kalmadığı...
Sözün bittiğiyerde hissediyorum kendimi
Ben de duyar gibiyim, değirmenin bendinin su ve içimdeki,
sesini...
’Sonbar kuşu’n!.. ’
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.