- 352 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
BANA GÖKTEN BİR YILDIZ VERİN
BANA GÖKTEN BİR YILDIZ VERİN
Dün akşam iftar yemeği yemiş
Çöken yorgunluğumun üstüne uzanmıştım ki
Dışkapı’dan kızım çağırmaya başladı telaşla
- Baba baba hele gel, çabuk gel çabuk gel
Deyince olağanüstü bir şey oldu sanıp
Fırladım olduğum yerden, yanındaydım hemen
- Ne oldu kızım, diye sorduğumda
Sağ elinin işaret parmağıyla gökyüzünü gösterip
- Bak benim yıldızım orda, parlıyor
- Bak baba, kocaman ay’da gelmiş yanına
- Haydi elini uzat al, yıldızımı bana ver, ay’ı da
Dediğinde, gülümsedim ve yüzümü çevirdim
Hüznümü saklamak için...
Onun gözünde ben çok büyüktüm
Gücüm her şeye yeterdi
Üstelik kollarımda çok uzundu
Gökyüzünde asılı ay’a yıldıza da yetişirdi
Çünkü ben baba’ydım, baba
- Yetişemem, diye geçiştirdiğimde
- Haydi babaaa, sandalyeyi getir
- Üstüne çık ve elini uzat aaaalll
Laura’’nın yıldızı varmış
Buda senin kızının yıldızı
Al be, uzanda al babası
Nasıl diyebilirdim ki alamam
Çok uzaktadır yetişemem
Tam karşında, göz hizanda
- Bir uzansan, belki elin yetişir baba
Uzan be babası, uzan belki elin yetişir
Yıldızların yakın görünüp uzak olduklarını anlattım
Yıldızlar tutmak için değil
Gökyüzünün süsleri olduklarını anlattım
Bir çok şey anlattıysam da nafile
Niçin, nerde ve nasıllardan kurtulamadım
Babasını hayal ettiği gibi
Gücü herşeye yetmeyen biri olduğunu
Ben anlatamadım
Ama
Sanırım o anladı
Anladı ve ilk kez babasına suratını astı
Verebilseydim keşke eline ay’ı yıldız’’ı
Bir gecelik dahi olsa, sadece bir gecelik
Ay ve yıldız onun olsaydı, ikisi de onun
Alıp koynuna öyle yatsaydı
Sabah uykusundan kalkıp serbest bıraksaydı
Anlamayadıklarını anlatmaya gerek duymasaydım
Belki de ilk defa keşke demeseydim
Babasının bu kadar güçsüz ve çaresiz kaldığını görmeseydi
Ben ise bunları hiç yazmasaydım, siz okumasaydınız
(İhsan İPEK)
(8 Temmuz 2014)
(DİYARBAKIR)
__________________
___________________________
_________________________________
Biz evlatlar Anne Babamızı hep överken, özlem duyduğumuzu şiirlerimizde, makalelerimizde ve sohbetlerimizde anlatırken gözlerimiz dolar, kalbimiz göğüs kafesimizde sallanmaya, kuş olup uçmaya hazır bir hale gelmeye başlar.
Hele ki ikisini veyahut ikisinden birini kaybetmişsek, hiç bir güç, içimize akıtacağımız gözyaşlarımızı engelleyemez.
Kendi hayatımızı kazanacağımız yaşa gelene dek, daima birşeyler isteriz babamızdan.
Okula başlarken defterimiz, kalemimiz ve silgimiz arkadaşlarımızınkinden daha kokulu, daha fosforlu olmasını isteriz.
Bayrama yakın günlerde en güzel elbise bizim olsun, en güzel ayakkabı bize alınsın gibi vesaire...
Cebimizi hep doldursun, ve her istediğimizi yerine getiren bir baba isteriz, değil mi?
Hatta genç yaşa gelip Askere giderken, askerde iken daima ihtiyaçlarımızı karşılayabilecek, kimi zaman daha fazla para göndermesini,
Evlenme çağına geldiğimizde sevdiğimiz kızı istemesini ve kız tarafı her ne istiyorsa da yerine getirmesini, sırf sevdiğimize kavuşalım diye gücüm yetmiyor dediklerine bile, güç getirmesini istediğimiz bir baba isteriz hep.
Oysa o baba’nın bizim istediklerimizin karşısında ne zahmetler çektiğini, isteğimizi yerine getirmek için kimlere boyun eğdiğini, muhanete muhtaç halini ne görürüz, ne duyarız ne de anlarız.
Şimdi gelelim baba olmaya.
Okuyucularımız anneyi/anneleri görmezden geldiğimizi düşünmesin lütfen, onlar ayaklarından öpülesi en kıymetli varlıklarımız, o ayrı.
Konumuz baba olmak olduğu için, babaları ve baba olmayı ele almaktayım.
Baba olmak dedik, babamız bizi evlendirdi ve bir süre sonra bizlerde baba olduk Elhamdülillah.
Çocuklarımız genellikle üç yaşını bitirmeyene kadar tam manasıyla bir şeyleri isteme adabına erişemezler.
Üç yaşından sonra bu defa biz çocuklarımızın istekleriyle karşılaşıyoruz.
Bizim babalarımız belki bizim isteklerimize hazırlıklıydılar ama biz hazırlıksız yakalanıyoruz çoğu kez.
Düşünün ki, işçi bir baba çocuğu ve hanımıyla bir günü kendilerine bayram sayıp gezmeye çıkıyorlar.
O gün Allah bilir çocuk neler görür de ister babasından ve o babanın eğer cebinde çocuğunun istediğini alabilecek kadar parası yoksa,
işte o gün o babanın maanen öldüğü gündür.
İbrahim Sadri’nin Kırmızı Araba adlı şiiri, bu duruma en güzel örnektir fikrimce.
Babası işçi Süleyman, Cevahir’in gözünde dağ gibidir. Cevahir gördüğü kırmızı bir arabayı ister ama Süleymanın cebinde ancak bir gazoz parası vardır.
Bak Cevahir bu uçuşan martılar, bu da boğaz içi köprüsüdür, üzerinden geçmek parayla ama bakmak bedavadır der ama Cevahir araba ister.
Maddi durumu biraz daha iyi olan babalar daha şanslı olsalar da, bazen güvendikleri cepleri de bir işe yaramadığını görebilirler.
Parayla satın alınamaz şeyler de varya hani günümüzde, her şey parayla değil ya hani, işte öyle.
Bende bir Babayım ve Baba olmakla hep şükrederim Allaha.
Bekar iken, Ahmet Kaya’dan her Şafak Türküsünü dinlediğimde, türkü içinde okuduğu şiirin "Baba olamayacağım örneğin, Toprak olmak ne garip şey Anne" dediğinde gözlerimden yaşlar damlıyordu istemesem de.
Bu yüzdendir çocuklarla çocuk olmayı sevdim hep, belki de çocukları çok sevdiğimdendir.
Annesinin susturamadığı bir çok bebek / çocuk benim yanımda, kucağımda susar ve oynaşmaya başlar, bende o çocukları koklamanın tadına varırım.
Nihayetinde Bir Ramazan akşamı iftarımı açmıştım ki, yorgunluğumdan daha namaz kılmadan uzanmıştım sırt üstü.
Kızım da yemeğini yemiş, evin dış kapısında oturmaya ve dışarıyı seyretmeye başlamıştı.
Birden baba baba hele gel deyince, bende birşey oldu zannedip yanına koştum.
Gökyüzünde ışığı biraz fazla olan bir yıldız vardı ve Ay’a yakın duruyordu, "Bak bu benim yıldızımdır, uzan al ve bana ver" dediğinde, tebessüm ettim.
Ona o yıldızı alamayacağımı falan anlatırken, üstteki doğaçlama şiirde de bahis geçtiğim gibi,
Televizyonda oynanan bir çocuk dizisindeki rol kahramanı olan Laura’dan bahsetti bana.
Niye onun yıldızı var, o alıyor falan sorgulamaya başladı, tabi anlatmaya çalıştım onun bir filmden ibaret olduğunu ama çocuk ya gerçek zannetmiş.
Nihayetinde, "ama senin elin yetişir, sen uzansan alabilirsin yıldızı, çünkü senin elin uzundur" demez mi, gülmeye başladım.
Kızım evet elim uzun ama yıldıza yetişemem, hem o yıldız almak için değil, dünyamızı aydınlatmak içindir dediysem de,
"Sen istesen alabilirsin, git içerden sandalye getir uzan al, bana ne ben istiyorum. Çünkü sen çok güçlüsün, çünkü sen Babasın" demez mi,
derinden derine duygulanmaya başladım, evet ben bir babaydım, babamdan miraslık aldığım...
Evet evet ben bir babaydım ve kızımın gözünde gücüm her şeye yetecekti, üstelik ellerimde uzundu.
Uzansaydım belki elim ay ve yıldıza yetişir, alıp ona verebilirdim, Baba olmak evladı gözünde gücü herşeye yetiyor olmaktı çünkü.
Uzun uzadıya aramızda başlayan bir sohbet ve ona güzel bir şekilde durumu ifade edebilme gayretine girmekle, kırk sekiz saat aç susuz çalışmış gibi yoruldum.
Belki de, ömrümde ilk defa kendimi bu kadar çaresiz ve zor durumda hissettim.
Nihayetinde ikna edip içeri getirdim de, gelene kadar akşam namazını kaçırdım sayılır.
Ben seccadeye durdum, ilk rekatta daha rükuya varmadan İmam Allahu Ekber dedi.
O akşam anladım ki, ben gücü her şeye yeten, eli gökyüzündeki yıldızlara yetişebilen, dev gibi güçlü, bir dağ kadar büyüğüm.
Haşa ha kendimce değil, çocuğumun gözünde, çünkü ben bir babayım, BABA...
Sevgi, Saygı ve Selamlarımla...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.