- 578 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Koçları Ne Çok Sevmiştim -2-
Martın son günlerindeyiz. Bin beş yüz metre rakımlı yükseltilerde uzanan geniş bir çam ormanının hemen yanı başında kurulu köy evinde yaşıyoruz. Yeşil çimenler arasında akan küçücük bir deremiz ayırıyor ormanla evimizin kurulduğu dümdüz çayırların arasını. Karlar eriyeli epey zaman geçmiş, çayırlar yeşile kesmiş adeta. Henüz erimiş kar sularına doymuş tarlalar yetesiye kuruyamamış. Karlar sadece orman içlerinde ve kuzey yerlerde ada ada gözleniyor.
Kuş seslerinde geçilmiyor ormanda. Kargalar, saksağanlar, bağırtlaçlar yuva kurma telaşında. Ağızlarında çalı çırpı yuva kurmaya uğraşıyorlar. Güneş ışınlarının en parlağını gönderiyor dünyamıza. Artık soğuk kış günleri bitti. Koşun eğlenin, tarlalar bağlar sizi bekliyor dercesine; yüzümüze gülüyor. Annem bol yumurtalı ısırgan çorbası pişirmiş. Herkes iş başına koşmak zorunda. Burası köy. Adem babadan kalma yöntemlerle toprakla mücadele veriliyor. Küçük-büyük herkes işin bir ucundan yakalıyor isteyerek veya istemeyerek. Ekmek aslanın midesinde.
Günlerden Pazar, ben de toklu(bir yaşın içinde kuzu) ve kısır koyunları güdeceğim bu gün. “Sürüsünü alarak, kavalını çalarak” örneği kırlara açılıyorum. Çimenlerin birazcık boy attığı kırlardayım. Bir başka sürü yaklaşıyor yakınıma. Gelen Talat ağabeyin sürüsü. Talat ağabeyler köyün en varsıl ailesi. Dönüm dönüm tarla ve çayırları var. Çayırları çok olanların koyunları daha semiz çıkar ilkbaharlara. Merekte (samanlık) ot bitecek kaygısı yaşamazlar. Talat ağabeyin sürüsünde kocaman iki koç görüyorum. Şövenist duygularım doruk yapıyor birden.
“Ağabey koçları dönüştürelim mi diyorum?” Önerim kabul görüyor. Benim koçumla rakibini sürüyoruz ortaya. Koçum rakibine göre daha cüssesiz. Geçen sonbaharda girdiği döğüşü kazanmıştı. Sonuçtan pek ümitli değilim. Düelloya çıkan kızgın iki rakip örneği koçlar hemen döğüşe başladılar. Geri açılıp açılıp kafa kafa küt diye vuruyorlar. Koçum kaybetti amansız kavgayı. Üzüldüm. Akşama doğru bu kez diğer koçla dövüştürdük bizim koçu. Yine hüsran, kendinden daha iri koçları yenme şansı zaten yoktu koçumun. Bunu anlayacak bilinçte değildim henüz.
Babama anlattım durumu akşamleyin. Babam:
“Yakında büyük bir çayır satın alacağım. Gelecek sene daha fazla ot koyacağız mereklere. Koyunları daha iyi besleyeceğiz. Koçumuz da daha güçlü olacak.” Bu sözler beni yetesiye tatmin etmedi. Yaz gele yonca bite…Ölme eşeğim ölme…
Okullar yaz tatiline girdi. Çantaları bıraktığımızın ertesi günü çoban değneklerine sarıldık. Köyde koyun sahiplerinin çocukları yazın çoban olmak zorunda. Ta ki sonbahar gelip okullar açılana kadar. Amcamın oğlu ile koyunları otlatıyoruz. Henüz yaylacılık başlamamış. Köyümüzün çayırları hayli geniş lakin çayırlara sığmayacak kadar da koyun sürüsü var. Çayırlar ormanlarla çevrili. İlkbaharla birlikte aç kurtlarda piyasaya çıkar. Kuzuların kurda kaptırılmadığı gün yaşanmaz. Ormanın hemen kenarında koyunları otlatıyoruz. Koyunların bir kısmı ormana giriyorlar. Aman koşup önlerine geçeyim dedim. Birde ne göreyim bir kurt, ağzında, yakaladığı kuzuyla ormanın derinliklerine doğru uzaklaşıyor. Bağırıp çağırman fayda etmedi. Kurt yok oldu.
Akşama doğru kuzusunu kurda kaptıran koyun acı acı melemeye başladı. Melemek ne melemek, koyun melemiyor sanki ağıt söylüyor. Çobanlık zor iştir. Soğukta, yağmurda, pusta üşümek var çok kere. Fakat kuzusunu kurda kaptıran koyunların melemelerine yürek dayanmaz. Bu başka bir ıstırap, tadılacak. Koyunumuz en az on gün yavrusunu aradı. Kuzuların annelerine koşmalarını gözlemlerdi benim bağrı yanık koyunum. Evladını küçük yaşta topraklara veren anneler gibi gözyaşı döktü günlerce.
Yaylacılık günleri başladı. Yüce dağların düzlüklerindeki yaylalarda geçerdi temmuz, ağustos aylarında günlerimiz. Köyümüzde biraz varsıl insanlar koyun beslerdi. Koyunlar yetesiye ot biçmek hayli zordu. Ayrıca koyunların bakımı-beslenmesi özen ister. Hele doğum günlerinde her doğum yapan koyuna özel bakım gerekir. Meşakkatli bu işe girmez çoğu köylü. İki-üç sığır besleyerek upuzun yılları tüketir. Ormandan geçinirler. Ağaç keserek, balta sapı, tırpan-tırmık sapı yaparak geçinmeye çalışlar. Tabi bu uğraşlar kolay. Dağ başlarında vadilerin derinliklerinde koyun otlatmaya göre düğün bayram. İki adamın konuştuğuna kulak misafiri oluyorum bizim köylü. İkinci marka sigaralarını tüttürerek anlatıyorlar:
“Benim üç-beş kuzum hep çamur yaylada yataklıyor. Koyun sahibi Ahmet’in, Hüseyin’in oğlak ve kuzuları yaylaya gelmiyor. Onların hayvanları da gelsin yaylaya.” Ahmet ve Hüseyin’de şöyle diyor bu görüş üzerine:
“Herifler yaylada eşlerine sarılıp sıcak yorganın altında yatarken biz taşı yastık edip kayaların yanı başlarında sabahlıyoruz.”
Yıllar sonra babamın satın aldığı çayırda taşları temizliyoruz. Yaşadığım bir olay sığır-koyun sahipleri ve zengin-yoksul çelişkisine hoş bir örnek oluşturuyor.
Yirmili yaşlarımı yaşıyorum. Evliyim. Mayıs ayı başlarındayız. Köyümüzün aklı gelir-gider Mürsel amcası önünde üç beş sığırıyla yanımıza geldi. Hava soğuk, otlar hayli otlanmış ve kısa, sığırlar için yetersiz. Mürsel emmi yanıma yaklaşıyor, üşümüş:
“Bacanak duman var mı, duman?” diye soruyor. Kaynanam ile Mürsel emminin eşi aynı komşu köyden. Bacanaklık o kadar.
“Üzgünüm duman yok, bacanak,” diyorum. Sigarasızlık başını döndürmüş benim uzaklardan bacanağımın. Bacanağım devam ediyor muhabbete.
“Koyun sahiplerinin …. … … Koyunlarıyla çimenleri yolduruyorlar, sığırlara ot kalmıyor.” Koyun sahiplerinin ana, avrat dümdüz gidiyor Mürsel emmi…Yaşlı adam, ne dediğinden haberi yok! Cevap veriyorum:
“Bacanak, koyun sahipleri de sığırlar tırnaklarıyla çimenleri hep yerlerinden söküyor. Çimenlikler bozuluyor. Onlarda senin gibi sığır sahiplerine sövüyorlar,” diyerek durumu kurtarıyorum. Babam, kahkahayla gülüyor yukarımızda.
Çocukluk yıllarımız bitti. Bir güçlü koçumuz olmadı. Yıllar içinde dişimizden-tırnağımızdan artırdığımız paralarla babam bir hayli çayır-tarla satın aldı. Okul yıllarım ve öğretmenlikte hemen hemen yirmi yılım yazın tarlada-çayırda, kışın okullarda geçti. Köyden uzak şehirlere gitmek durumum oldu. Bir yaz altmış kağnı araba ot biçtik koyunlarımız için. Görkemli koyunlar besledik. Babam semiz koyunları görünce tüm yorgunluklarını unuturdu. Çok güzel koçlarımız oldu. Koyunlarımız köyümüzün en göze gelen sürüsü olmuştu geçen yıllar içinde.
Ara ara maziyi düşünür, koç dövüştürme günlerimi anımsarım. Çocuklar melektir, yaptıkları yanlış davranışlar için melekler henüz kalem oynatmaz denir. İyi ki, meleklerin benim için kalem oynatmayacağı yaştaymışım. Yoksa koçların her toslaşması, o anda duydukları acılara neden olmakla sayfa sayfa tutacak günahlara muhatap olurdum diye düşünmekten kendimi alamıyorum.