- 403 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Tüm unutulacak aşkların arasına beni iterek gittin…
Seni kendimle kıyasladım, sen ak güvercin bense hüzünle bulanmış bir yaşamda uçuşuyoruz...
Sen gideli sevgili, sen gideli kaç mevsim değişti, kaç yıldır, ne dondurucu soğuklar, ne kavurucu sıcaklar oldu, saymadım, içimde karlar birikti, içimde karalar birikti, seninle konuşmadığım çok az şey kaldı, sensizlikle duvarlara çarpa çarpa feryat edişlerimin hep sebebini aradım çaresizliklerimle…
Bana nelerini anlatmamıştın ki ne saklılarını söylemiştin ki kendimi sana, seni bana dert ortağı yaptıkça, kendini bana dert ortağı yapmıştın ki ne saklılarımız kalmıştı, ne de bilinmediklerimizi saklamıştık birbirimizden…
Çoğu zaman hayatı birbirimiz için zorlarken, ardımızda anılarla boğulacağımız zamanları bırakacağımızı nereden bilebilirdik ki?
Biz yaşadıklarımızla yaşayamadıklarımızı mukayese ediyoruz galiba, belki de boşluklarda savunmasız kalışımızın sebebi bu...
Bir adım ardı düşüncelerin çıkmazı, bir adımdan sonrası bilinmezliklerle dolu bir yaşam, çoğu zaman ahlar, çoğu zaman da vahlarla geçen bir yaşam, hepsi galiba boşluğu adımlamakla geçen pişmanlıklar ama gene de güzel günlere umut ışığı arayışlarıyla geçen bir var oluşun yolcusu olmaktan hiç vazgeçmedik, sadece sevgili özleminin sarmalandığı bir bedeni taşırken, gene de içimize sindirdik acıların darbelerini. Galiba buna mutluluğu özlem bekleyişleri deniyor, gene de eyvallah… Yaşam…
Bir Dünya yarısı deniz suyu, başıboş bir göğüslük rüzgâr ve çaresiz kalan dalgın bakışlarımı sana iletmenin tek yolu bu, düşüncelerimi yüklediğim bir umuttu belki de bu… Biliyorum bu denizin bir koyunda sen vardın…
Tüm arayışlarım sana sevgili, sayfalarımın ters çevrilişiyle kaybolan, kalemimden düşmüş düşüncelerimin sana ulaşma ihtimali olan son çaremdi bu… Sana ulaşabilmem ruhumdan kopan sarsıntılarının varabileceği ihtimali son uzaklıklardaki son arzularımdı bu… Belkisiz bir istekti bu ruhumdaki sarsıntılarda… Her şeyin an zamanlarına yapıştığı belki de bir kopuştu bu bedenimden…
Engelsiz bir bakış sonrası dalgaların üst köpüklerine doğru açılan kollarımın sana tutunduğu düşüncesi son ümitti bu…
Yağmur sonrası düşen sessizlikti sanki yüreğimin çırpınışları ile yaralarımın sarılması umudu…
Belki de kayıplıklarda başıboş bir arayış ertesiydi dağılan hislerimin savruluşu…
Biliyordum sana tutunduğumu düşüncemde olsa bile, biliyordun çünkü sana tutunmak istediğimi, biliyordun çünkü bakışlarımdaki anlamın bu arzularda olduğunu, ıssızlığımın yüreğimdeki yırtılmaları ile sana doğru kulaç atışımın son dermanı sendin…
Biliyordum ki tüm dermansızlığımda sen varlığı gücümdü… Oysa asıl güç sevgideydi ve ben bu sevgi ağırlığı ile dibe dala dala tutunma arzularım sendin, hele aylardan Ağustos’sa…
Bu işte, bu sakıncalı hayat… Kısıtlı ve de geçmişe bağımlı, unutulmazlığın ardına sığınılmış yarım yamalak bir hayat… Bazen insan kendini bağışlayamıyor, bazen de sevgi denilen tutsaklıkla hataların içindeki kıvranışları bağışlayamıyor…
Kendi kendine bağımlılık bu, kendince dışlanmışlık hisleri bu, beklenen neydi, dönüşüm noktası neresiydi, belki de beklenen kendini buluştu, kabullenişti, dışlanmışlıktan kurtuluştu belki de beyin diplerinde dolanan…
Kahredici terk edilmişlikleri düşündükçe anılarda sörf yapmak artık bir vebaldi belki de… Zorluyoruz kendimizi, neyimiz varsa ortaya koyarak bu kahredici zaman boşluğundan koşmakla, ayrılış bedellerini ödeyerek, her şeyi terk ve de feda ederek yavaşlatıyoruz hayatımızı. Artık kimsenin omrunda olmadığı sevgimizden kopuşları arayışlardaki zavallılaşmalarımıza gülmekten başka yapacak tek şeyimiz kalmamışçasına kabullenişe geçiriyoruz yüreğimizi, af edilemez düşünceler sonrası kendimizi kendimizden af dileterek hayatın son seçeneği olan an zamanlarını kullanıyoruz…
Bu şartlarda yaptığımız neydi?
Duruma göre bedenimizi korumak, ruhsal bağlarımızı sağlama almak, boşluk hislerimizden kurtulmak, duruma göre ar ve düşüncelerimizin sağlığını korumaya sığınmak, bedensel savruluşlardan, ruhsal bozukluklardan kurtulmak ve hayatta edepli kalma arzularımızı sağlama alarak, beden yorgunluklarımızı sükuta erdirmek, beyin diplerimizde dolanan anıların güzellikleri ile yoğrularak hayatın dikliğine tutunmak ve pervasızlıklardan kurtularak, hayata yeniden tutunuyorduk…
Tüm unutulacak aşkların arasına beni iterek gittin…
Ne dünlerin umutları, ne de yarınlardaki bekleyişlerin aralığından bakarak, dönüp arkanı gittin…
Kaybolacak düşlerdi geriye kalan…
Çocuksuydu düşler, çocuksuydu sevinçler, ağlamalar, gülmeler, daraltılmış yaşamın elde kalmış kısmıydı senin varlığınla tutunduğumuz, belki de vazgeçilmiş hayatlara uzanıyordu tüm çocuksu istekler, sade ve hoyrattı yaşamın elde kalan kısmı senin gidişinden önceleri, sadece mutluluğu arıyorduk ve tüm limanlar sığınağımız, kaçaklığımızın saklandığı yerlerdi ve biz yine de gülüşürdük an zamanlarında, senin gidişinden önce…
Nisan yağmurları düşerdi tozlu asfaltlara, kar kış olurdu Ekim sonrası, omuzlarımızın donmalarından anlardık üşüdüğümüzü, senin saçların ıslanırdı gidişinden önceleri ve omuzlarına düşerdi ıslaklıklar ve biz yine gülüşürdük, yılgınlıklardan kaçışır, Temmuz, Ağustos sıcaklarına atardık kendimizi, yıllara dönüşürdü günler, aylar ve biz gülüşürdük, çoğu zaman, kar taneleri omuzlarımızda ışıldarken ve senin gidişinden önceydi mutlu bayramlar, dilimizin altına saklardık karamel şekerlerini, senin gidişinden önce…
Biz bizi, bizde özlerdik, her an zamanı, hep gidişinden önce yaşanırdı ayrılık korkuları, yeminlerimiz el tutuşmaları ile olurdu ölesiye sevgiye dair ve varlığımız, varlığınla bütünleşecek derdik çoğu zaman gidişinden önceleri…
Koltuk değnekleri ile bile yürümelere razıydık, yeter ki ellerimiz bitişik kalsın derken ama her geçen günle beraber kara gölgeler, karartılar yapıştı bedenlerimize, gün gün gülüşlerimiz azaldı, gün gün bakışlarımız puslandı, sis ve gecenin karışımı bir yaşamdı artık başlayan, artık başlayan yoksunluklar ve yok oluşlardı, ayrılığa dahil düşüncelerdi bakışlarımızı karartan, senin gitmenden önce…
Ve gittin ve gittim ve de bittim, ardımızda karanlık geceler bırakarak kaybolduk tekliklerle, sığındığımız şehri karartarak altımızdan yolların kaydığı, ayak basmalarımızın kaypaklaştığı ve kararsız yürüyüşlerle, dengesiz düşüncelerle dar nefes almalar başladı benliğimizde, senin gidişinden hemen önceleri…
Koyu bir karartıydı artık yaşam, dediğimizde adım atmalarımız…
Bir ayrılık ayini dansı gibiydi son nefes alışlarımız…
Tüm telaşları içimize hapsedip, donmuş bakışların ardında kalan suskunluklarımızdı artık kare kare hayatımıza giren yaşam, senin gitmenle artık karanlık gecelerin koyusundaydı nefes alışlarım, senin gitmenden sonra…
Faili meçhul olmayan düşüncelerdi bunlar, bizi kimsesizliklerle yalnızımsı hayata atan…
Darlıklarla dar nefeslere sokarak, benliklerimizi kimsesizleştiren düşünce darlıklarına atan…
Belkisizliklerle dolan bir yaşamın belki de tek sebebi bu düşüncenin ardında saklanan özlem daraltmalarıydı bunlar…
Dar nefeslerin, dar zamanlarda dolandığı belki bir hiçlik, belki de bir sahipsizlik sebepleriydi… Ama direniyordu beden son nefeslere, son görüş günlerine hasret çekerken, bir hıçkırık yapışıyordu gırtlak diplerine…
Her şeyin başı bir hiçlik korkusu, bir yok oluşla dibe düşme korkusu, boşluklarda arayışlarla, sahipsiz özlemlerin kuytuluklarına sinmeleri bunlar…
Bazen delicesine cesaretler yapışırdı benliğimize, işte o anlarda başlardı korkusuzluk korkusu ki her şeyin başı senden kopuşlara uzanarak, unutulmaz aşkların zapt edildiği isteklerle sona ulaşırdı yaşam istekleri karanlıklardaki karartılar gibi…
Her şey senin gitmene bağlanmış, her şeyin ardına yapışan gölgeler, anlaşılmaz bir acıyla raks ederdi bedende…
Korku düşlerine bağlanırdı düşünceler, bazen gölge kovalamacası, bazen de hayâl korkuları dolanırdı kapanmakta direnen göz diplerine…
Aslında belki de biz, kimsesizlerin örtündüğü mezar taşlarındaki isimlerde ismimizi aramalarla kazandığımız korkulardı bunlar, kabullenemeyişlere bağlanan…
Kendi adımızı bulma korkularıydı belki de hayata isteksizce bakmamız…
İşte sevgili, senin acımasızlıkla gitmenden hemen sonrası ben hali… Sadece acı bir kısık gülümseme yapışıyor dudaklarıma, eski kahkahalarımı yutmuşçasına sadece acı bir dudak bükmem bunlara bağlanan… Unuttun mu sevgili hep derdin “ben sensiz bir hiçim” diye, hiçleşmek ne demekmiş gördün mü sevgili… Gördün mü?
Tedirginliklerle başlayan huzursuzlukları ardına saklanmak, beyin kuytuluklarında pişmanlıklarmış gibi saklamak ki belkisiz en çok kahreden sebeptir insanı… En çok başıboşlukla peydahlanan pişmanlıklardı belki de benliğimi perperişan eden…
Boş ver sevgili boş ver, hayat hiçleşmiş insanlarla dolu, bir de ben katılmışım aralarına ne olmuş ki?
Artık ne ben, ne de sen aynı sokaklarda şarkı bile söyleyemiyoruz, şaşkın ve de dengesiz dalgınlıklardaki yürüyüşlerimizde…
Bambaşka yaşamlar, bambaşka ışıklar ve sokaklar artık benim yaşam boşluğum, çünkü sen kaybolasıya gittin ve ben tükendim artık…
Mustafa yılmaz
18---08---2012--- Çandarlı
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.