GÜLE SORMA O BİLMEZ
FERDA-35-
Ağaçtaki bütün ballı incirler toplandıktan sonra, geriye kozak incirler kaldı. Onlar da, önce tek tek kızarıp sonra pırt diye çatlıyorlardı. Yelda, tam bir çatlamış incir avcısı oldu; A, şurada da var bir tane, diye diye, koparıp daha ağacın üstündeyken indiriyordu mideye. Bir iki tane de aşağıda bekleyen Elif’e atıyordu. O gün de ağacın üstünde incir avındaydı Yelda. Bir de dilinde klasik bir şarkı; güle sorma o bilmez, aşkı sevdayı neşeyi...Bu şarkıya bayılırdı Yelda; İlk dizeyi gayet iyi söyler, ama ikinci dizedeki; laleye sor, sümbüle sor, sözlerine gelince, acayip detone olup herkesi güldürürdü. Gene de usanmaz, şarkıyı tuvalette bile söylerdi. İşte o gün, Süleyman, Yelda’nın şarkısını duyunca, oturduğu divandan kalktı, dışarı çıktı;
’ Kız! Kes sesini; in aşağı bakayım ordan! Tövbe tövbee..’ diye bağırdı.
Yelda, ansızın gelen bu bağırtıyla, hıçkırık gibi bir ses çıkardı, sendeledi düştü. Ayten bahçedeydi, koştular, Yelda’yı içeri taşıdılar.
Köydeki Kırık-çıkıkçıyı çağırdılar; Emine teyze çok yaşlıydı ama hafızası hala çok güçlüydü. Yelda’yı soyup inceledi, düşme hikayesini dinledi;
’Büyük adam düşse, şimdiye gitmişti öbür tarafa.’ dedi, ’ Maşallah hiçbir şeyciği yok; yok ama, yatsın epeyce, bolca da tavuk suyu içsin.’
Soğandan lapa yapılıp, Yelda’nın ağrıyan yerlerine sarıldı.
Ferda, iyiydi ama, ameliyat yeri tam kapanmamıştı. Kalkıp yürüyor, ancak yavaş hareket ediyordu. Kitabını alıp, incir ağacının altına oturup okuyordu. Bir sabah gene ağacın altında, güneşi içine çekerek otuyordu Ferda; yarasının hala kapanmamasına üzülüyordu. Ayten, nedense, Ferda’nın bakıma muhtaç olduğunu unutmuş, o işten bu işe koşturuyordu. Süleyman, evi iki kat fazla işgal etmiş gibiydi. Adamın işi bitmiyor, diyordu Ayten.
Ferda, oturduğu yerden, Songül ve Gülten’in geldiğini görünce bir sevinç çığlığı attı. Süleyman, her sesi, her hareketi inceleme görevini üstlenmiş bir asker gibi, gene çıktı dışarı; Gülten’le Songül’ün geldiğini gördüğü halde;
’Kız, sus ! Otur yerine, ’ diye azarladı Ferda’yı.
Ferda, gülse mi ağlasa mı; utancından yerin dibine girdi. İki arkadaşı yaklaşmıştı çoktan, bu azarı işittiler elbette;
’Sana geçmiş olsun demeye geldik.’ dedi Songül.
İki kız kardeş, sarılıp öptüler Ferda’yı. Utancını gizlemeye uğraşıyordu Ferda; ağlama duygusunu gülmeyle bastırdı. Gülten, beyaz kot kumaşından çok havalı bir pantolon giymiş; gül beyazı yüzüyle, konuşuyordu durmadan;
’ On beş gün sonra görüşürüz okulda.’ dedi.
’ A, gerçekten de, okullar açılıyor değil mi?’ dedi, Ferda, bir an önce okula gitmek için can atarak. Yerinden kalkıp kızlara bir şey ikram etmek istiyor ama, Süleyman gene bir şey der, diye ödü kopuyordu. Neyse ki, Ayten geldi, kızlara ikramda bulundu, hal hatır sordu. Kızlar az oturup gittiler.
O gün akşam, Ayten’in odadan sesi geliyordu:
’ Ben başımı örtüyorum ya, daha ne, namaza da başladım. Kızlara karışma, onlar okuyor, öğrenci kız başını mı örtermiş, ben bile okurken başımı örtmedim! ’
Ardından Süleyman’ın homurtuları duyuldu; ama, ne dediği anlaşılmadı. Kızlar, annelerinin cansiparane bir şekilde kendilerini savunmasına hayran kaldılar. Bir tek Oya’nın dışarı çıkarken başını örtmesi koşuluyla anlaşmaya varıldı; ama, Oya evden eşarpla çıkıyor, on adım sonra eşarbı çıkarıyordu. Ayten, adam dindar olunca huyu hiç çekilmez oldu, diye söyleniyordu evin içinde. İstifçliği, alkolikliği gitmiş, yerine bu gelmişti. Üstüne de emekli adam, her gün evde. Bir tek cumaları kasabadaki camiye gidiyordu; diğer günler her namazda köyün camiisindeydi. Bu namaz saatlerinde, evdekiler biraz olsun nefes alabiliyorlardı ancak. Ayten’e sorsalardı hangi Süleyman iyi diye, asla dindar olanı seçmezdi.
Köyün dindarları, Süleyman’ın engin din bilgisini keşfedince onu kahvede, şurada burada alıkoymaya başladılar. Hakikaten, Süleyman, eve bir valiz dolusu dini kitapla gelmişti. Ferda, bu sefer kitaplara uzaktan şöyle bir baktı; hiç dokunmadı. Kızlar, babalarının her çıkışta daha da geç geldiğini görerek sevindiler. En kötüsü, artık televizyona gelen kısıtlamaydı. Kızlar ne zaman televizyonu açsa, Süleyman gelip kapatıyor, bir de bas bas bağırıyordu:
’Bu şeytan icadı, bir tek haberlerde açılacak demedim mi?’
Bir öğle sonrasıydı, Ferda, uzun zamandır bakmadığı anket defterine, Yelda’yla birlikte göz atıyordu. Okul açılınca gene vereceği yeni kişiler olacaktı. Daha çok boş sayfası vardı defterin. Yelda, ben de yazmak istiyorum, dedi; Ferda, orta okula başlamadan olmaz, diye karşı çıktı kardeşine. Süleyman, öğle namazındaydı; ama, eve erken döndüğünü kızlar fark edemediler. Yelda henüz iyileşmemişti ya; artık yatması da gerekmiyordu. İkisi de hastalıklarının nekahat dönemindeydi; biraz şımarmaya hakları vardı. Yelda okuduğu bir cümleye tam çıngıraklı bir kahkaha savururken, Süleyman tepelerinde bitti. Anket defterini hoyratça çekip aldı ellerinden; bir iki sayfaya göz gezdirdi, sonra kuvvetli kollarıyla çekiştire çekiştire parçaladı defteri.
...arkası yarın...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.