- 468 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
ÖLÜM! SEN NEYMİŞSİN BE ABİ!
Ölüm! Sen neymişsin be abi!
Seni bu zamana dek hiç umursamazdım. Başkaları gibi yani. Hep kaçak güreşirdim. Bazen sol paçamdan yakaladığında ne yapar eder kendimi kurtarırdım senden. Uzun bir süre ortalıkta görünmez, ben de rahatlardım. Aslında bir gün geleceğini ve beni alıp götüreceğini biliyorum ama umursamıyordum işte! Niye mi? Her işin bir raconu olduğunu sen de biliyordun da ondan. Bacaklar tutmaz, gözler görmez, bastona düşmüşken sana yalvaracağımı, çabuk gel diyeceğimi ve de senin beni kırmayacağını bildiğimden gönlüm rahattı.
Son zamanlarda sende bir tuhaflıklar oldu. Kalleşçe evrimleşmeye başladın. Hani erkekçe, göğüs göğse çarpışırdın ya. Öyle yapmaz oldun. Seni kimler bu hallere çevirdi bilemiyorum ama sen niye böyle tuzaklara düştün anlamış değilim doğrusu. Bombayla, copla, mermi ile kara bulutlar gibi üzerimize çullanır oldun. Üstüne üstlük çol-çocuk, kadın-kız demeden. Bir de korku yaymaya başladın. Hemi de sinsice.
Ölüm! Sen neymişsin be abi!
Psikolojimiz bozuldu. İşimize gücümüze korka korka gider olduk. Mertçe davransan bir şey diyeceğimiz yok. Hep garibanları görüyorsun zaten. Para babalarından rüşvet mi yedin nedir? Senin bu kadar hain, acımasız olduğunu tasavvur edemezdim. Aklıma bile getirmezdim. Seni birileri kendine benzetti sanırım. Aklıma farklı senaryolar gelmekte. Haksızsam haksızsın de be kardeşim! Terör örgütlerinin maşası oldun son zamanlarda. Bir de emperyalist güçler ve de onların yerli işbirlikçilerinin. Sen onlara niye uydun! Onlar zaten garibanların kanları ile beslenmekte. Sana çok güceniyorum bu zafiyetinden dolayı. Bırak şu yanılmışlığı. Onlar seni kandırmaya çalışsa da sen erkekçe dur karşılarında. Diren. Zaten direnen kazanır ve hayatta kalır. Aslında bunları acizane söylüyorsam da sen benden daha iyi biliyorsun neyin ne olduğunu.
Ölüm! Sen neymişsin be abi!
Beni çok sevdiğini bilmiyor değilim! Geçen ki fırtınada çadırımı ziyaret ettin ya yüreğimi ağzıma getirdin inan ki. Oy anam derken aklıma neler geldi neler. Hani yuvasını yıktığın bomba, cop, gaz, mermi, top, mağdurları var ya. Gözlerimin önünden birer birer geçtiler. Çoğu yarınlara umut besleyen gençlerdi bunlar. Bunların ne suçları vardı ki. İstekleri barış, kardeşlik, çocuk tecavüzlerini protesto etmek gibi şeyler. Sen ne yaptın? Dozer gibi geçtin üzerilerinden. Hani ölüm döşeğinde gelirdin ya. Öyle yapmadın. Herkes ekmek parası için yollara düşmüşken metroda, meydanda, havaalanlarında kıskıvrak yakaladın.
Ölüm sen neymişsin be abi!
Titre ve kendine gel! Seni alet eden soysuzların kölesi olma. Onlar her ne kadar villalarında saklanıyor, binlerce korumalarla korunuyor olsalar da aslında onlar gariban halklardan daha korkaklardır. Çünkü onların beslendikleri tek şey zavallı savunmasız halkların kanlarıdır. İstirham ediyorum, lütfen gerçeği görünüz!
Ölüm! Sen neymişsin be abi!
Sen bizim bir parçamızsın, hayatın gerçeğisin daha doğrusu. Seni kanıksamaya kanıksadık da kalleşçesine değil. Başımızın üzerinde yerin var yeter ki erkekçe, mertçe gel!
YORUMLAR
Merhaba Ayhan Bey, yazını okuyunca durup düşündüm biraz. Gercekten ölün de insan karakterleri gibi değişime uğradı.
Önceleri insanlar yaşlanır, beli bükük ihtiyar olur ölümü beklerdi.
Şimdi öyle değil. Ölüm aniden çalıyor kapımızı. Bir kazada, bir terör olayinda daha da olmadı soba zehirlenmesinde.
Eğer ecelim beni korumamış olsaydı geçen yıl bu zamanlar soba zehirlenmesinden ben de ölecektim. Belki de şimdiye kadar unutulup gidecektim.
Ölüm kaçınılmaz. Er yada geç öleceğiz amma velakin ölümün de mertini istiyor insan, tıpkı arkadaş gibi.
Düşündüren bir yazıydı. Her ölüm herkesin kendi kıyameti. Başkasının ölmesine üzülürüz. Hayıflanırız. Sonra unurur gideriz.
Nasılsa bizim kapımızı çalmamıştır henüz. Bazen hiç gelmeyecek gibi düşüncesiz yaşarız. Ta ki yanıbaşımızda başka ölümleri görene dek.
Allah'ım, yaşamın da ölümün de güzelini, merdini versin cümlemize.
Selamlar.
Sana da geçmiş olsun.
Yazınızı okuyunca aklıma CaNMaYBuLL'un şu yazısı geldi ...
Beşir Fuad’ın terk ettiği hayata, ölümü yazarak vedası. Önce ben, sonra ben, hep ben .Benden öncesi de ben, benden sonrası da ben.
Ölüm bir tesadüftür. Duyguların kendine sağır olduğu bir beden ,ve yüzünü evvelden hep inkara çeviren beden. Akıl dünyasının kayıtsız tek ittifakını yapan ölüm.
Öncesiz bir yasa önünde sonrasız bir kanun olan ölüm, bir tükeniş mi, yoksa bir var oluş mu ? Bütün bir varoluş kanunu, yok oluşun neresinde ? Öncesiz ve sonrasız olan beden mi, ruh mu? Bütün alemi var eden akıl, yoksa bizdeki akıl mı? Evrene anlam veren akıl, karşılığın da kendine ne alacak.
’Önce evren ,
sonra kavram, maddeden çoğalır anlam.
Varlık yenilendikçe ,kelâm üstünü başını yeniler’
Atilla İlhan
Evet ! Her ölüm bir doğum, her ben bir seni doğurur. Kelam hakikati yıkadıkça, hayat nedenleriyle bir sonuca varacak. İyi ki ölmek ve öncesi doğmak var. Yoksa tükenmeyen şey ,bitmez ve devamlılık bir zindan doğuracak.
Çıplak bir bedeni giydiren han, giyinik bir bedeni yine çıplak gönderiyor. Günahsız bir ruh, günah yüklü bir bedenin sırtında, ezelden ebediyete kör bir aklın izinde bazen iz bırakarak, bazen iz olarak göç ettiriyor !
Emile Zola’nın agnostik hali, yücé ahlak yasası içinde ölümü anlamasına ses çıkartmayan gülmece, sahnelenen ölümün önünde diz çöken kaç can’ı yazdı. ? Berbat bir dünya ve içinde yaşayan yüce insan. Ölmeden bir kaç saat önce söyle düşündüğünü sanıyorum. Dumanla dolu bir odada, en fazla görebileceğiniz kendi elleriniz. Ellerinizi yüzünüze götürdüğünüzde en fazla göz yaşınızı silersiniz. Aklınız sizi duman boğmadan önce terk eder. Şimdi ölüm an’ı ve ruhunuz sizi terk eden aklınızın izinde. Şüphesi olan var mı? Sanırım gülmece bu agnostik düşüncenin hemen ardından kahkaha şeklini alıyor.
Beşir Fuad’ın ölüm seyrinde veciz kaç söz söyledi bilmiyorum. Lakin hayal edebiliyorum. Saat gecenin bir vakti. Vaktin içini biraz sigarasıyla harmanlayıp yanan sobanın üzerindeki çayına eşlik eden duman misali. Masanın üzerinde öncesinden kalma boş yapraklar, bir kaç kalem ve bir gözlük. Neden gözlük ? Otuzlu yaşlarda bir gözlüğün masada olması, yaşlılık ruh hali mi, yoksa bilmişlik mi ? Bence her ikisi. Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nden henüz mezun olan Hamdi’nin hikayesinde olduğu gibi, ölüme terk edilen kahramanların bir tanesini oynamaya adaydı Beşir Fuad’ın kendisi. İntihar an’ı ölümü yazan ilk ve tek adamdı. Yazdı mı ? Evet yazdı !
İlk satırları şöyleydi (yine bana göre tabi) (...) Çiş an’ı düşen yağmur damlalarına, damarlarımdaki kanın rengi . Ölüm bir kadeh şarap gibi. İçtikçe ölmek, öldükçe içmek-miş ölüm. Şimdi ölmek ervah-ı ezel gibiy (miş)
Kelimeden çok anlam,lakin anlamı isimleştiren o her neyse geliyor çaktırmadan ya da çaktıra çaktıra ama hissettirmeden...
saygılar