- 707 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MASAL KUŞUNUN ŞARKISI
MASAL KUŞUNUN ŞARKISI
Sen doğduğunda hava nasıldı, çarşıda pazarda insanlar nelerle uğraşırdı, o gün dünya gündeminde ne vardı, gazeteler hangi manşetleri yayınlamıştı bilemem. Coşkulu muydu gökyüzü yoksa fırtına mı dolaşırdı sokaklarınızda bilemem. Seni ellerine alan ebeler, doktorlar ilk olarak ne düşündü, ne hissetti, o gün dünya gözünü nasıl açmıştı, nasıl bir güne başlamıştı bilemem ancak benim düşler ülkemde senin doğuşun bir hikayeyle başlar.
"Çekilin önümden!" diye haykırdı Küçük Kuş. Oysa kanatlarının altında sonsuz bir gökyüzü vardı. minicik bedenine rağmen süzüldüğü semalar ona yetmiyordu. Bir turna sürüsünün arasına karıştı. Onların uzun ve büyük kanatlarının altında kendi gücünün son damlasına kadar çırpınıyordu. Nihayet küçük kuşun cılız sesini işiten turnalar birer birer sağa sola kıvrılıp ona yol açtılar. Artık önünde engel kalmadığına sevinen küçük kuş bir iki soluklanabilmek için aşağıda, heybetli yapraklarıyla tüm hayvanlara kucak açmış yaşlı çınar ağacının bir dalına kondu.
Kalbinin yerinde güm güm atan bir davul vardı sanki. Hani tüm sesler kesilse bir tek onun yüreciği yeterdi yeri göğü inletmeye. "Hayırdır küçük kuş?" diye sordu yaşlı çınar ağacı. "Bu telaşın niye?" Bu soru karşısında küçük kuş az önce kanlı bir çarpışmayı kazanan komutan edasıyla göğsünü şişirdi. "Çok önemli bir haber taşıyorum" dedi "Öyle bir haber ki düşler ülkesine güneş gibi doğacak. Beklemek bitecek çınar ağacı. Umut gözlerini açacak. Bundan sonra bu ormanda bahar hiç eksik olmayacak." Çınar ağacının gözleri doldu. Yaşlı gövdesini saran heyecan ve sevinç dalgası dallarını titretiyor, birbirine sürtünen yapraklar ağaçların masal şarkısını söylüyordu.
"Uyansın göklerin umudu
Savrulsun fırtına
Bahar daim oldu
Söyleyin ağaçlara"
Ormanın büyülü şarkılarını dinlemeye zaman olacaktı elbet hatta bundan sonra o şarkılar hiç susmayacaktı fakat küçük kuş daha fazla vakit kaybedemezdi. Gururla dolan göğsünü kabartıp yoluna devam etti. Küçücük omuzlarında bir ömürlük görev taşıyordu. Bu yüzden uçabildiği kadar uzaklara uçmalıydı. Bir ara yine yorulduğunu hissediyordu ki rüzgar yardımına yetişti. "Kanatlarını özgür bırak küçük kuş" dedi "Seni gitmek istediğin yere benim esintim götürür."
Küçük kuş hiç itiraz etmedi. Minik mavi kanatlarını iki yana açtı, çırpınmayı bıraktı ve kendini rüzgara teslim etti. Rüzgarın nefesi her bir tüyünü nazikçe okşuyor, onun minik bedenini incitmiyordu. Uçmuyordu sanki küçük kuş adeta bulutlar gibi hafif hafif süzülüyordu. Gökkuşağında oynadığı günleri hatırladı. Öyle mutlu hissediyordu kendini. Yumuşacık bir huzurun koynunda uyur gibi.
Bir zaman sonra rüzgarla olan dansını üzerinde uçmakta olduğu gölün kıyısından yükselen sesler böldü. Merakına yenik düşen küçük kuş rüzgarın ılık ellerini bıraktı ve aşağıdaki kalabalığın arasına dalıverdi. Bir grup telaşlı düşler ülkesi sakini uzun zamandır tek bir çiçek bile açmayan kurumuş gül dalının çevresine toplanmış heyecan içinde konuşuyorlardı. Gülün en uzun dalında bir tomurcuk filizlenmiş etrafına güzellik saçıyordu. Böyle bir çiçeği daha önce ne gören ne de duyan olmuştu. Kardan daha beyaz, aydan daha parlaktı. Yapraklarından damla damla dökülen ışıltılar toprağa can veriyordu. Biraz daha dikkatli dinleseler tomurcuktan yükselen büyülü sesleri duyabilirlerdi. Gülün güzelliğine hayran olan kalabalık, öldü sandıkları çiçeğin yeniden hayat bulmasına hem seviniyor hem de şaşkınlıktan ne yapacaklarını bilemiyorlardı.
"Olacak iş değil!" dedi bir çalı. "Onca mevsim geçti bir defacık olsun tomurcuk açmadı bu dal. Şimdi ne oldu da yeşillendi?" Aynı soruyu tekrarladı çekirge ve sudan bir balık çıktı. "Bunca sene bu gölün kıyısında oynar dururum. Bir kere bile bana gülümsediğini görmedim. Şimdi ne oldu da uyandı bu kurumuş gül dalı?" Herkesin birbirine sorduğu soru aynıydı. Merak iyiden iyiye yerleşmişti içlerine. Şarkıların sustuğu, şaşkınlığın büyüyen gözlerde konuştuğu sırada "Ben cevabını biliyorum" dedi küçük kuş. Öyle bir yürüyordu ki akıllardaki tüm tezatları sarsıyordu. Minicik ayaklarıyla koca koca depremler yaratıyordu. Kalabalık ağır ağır açıldı, küçük kuş kanatlarını gül dalına yasladı.
"Ey! Düşler ülkesi " dedi. "Vakit kağıtlara hikaye düşürme vaktidir. Vakit şiir olup aşka karışma vaktidir. Beklenen gün geldi. Düşler ülkesinin orman prensi uyanıyor. Yeni bir sonsuzluk başlıyor şimdi. Bildiğiniz bütün ezberleri unutun. Yeniden yazılsın tüm şarkılar ve aşka dair ne varsa usul usul akıtsın bulutlar. Söylenmiş bütün sözlerin aksine sustuklarımızla büyüyeceğiz. Bu çağ umut çağıdır bundan böyle her kış baharı göreceğiz."
Kışın ortasında baharı getirmiştin sen ve o günden sonra küçük bir kuşun gönlüne hiç kar yağmayacaktı...
Hikaye bu ya daha sonra oradan da uçup gitti küçük kuş. Bitirmesi gereken yollar, yetişmesi gereken hayaller vardı. Tüm ülkeye tek başına anlatamazdı sonsuz baharın sahibini. Sesini bulmalı, gerçek ruhuna ulaşmalıydı. Ancak, bu minik bedenden sıyrılabilirse kavuşabilirdi sana. Zaten asıl amacı bu değil miydi? Sana adanmış ömrünü yine sana yanan bir ömürle birleştirecekti. Bu yüzden denizler ötesine, aşk ikliminin en güzel adasına doğru öyle çok uçtu ki ne kanatlarında güç ne nefesinde derman kaldı. Soluğu tükenecekken son kez çırptı küçük mavi kanatlarını.
Adaya vardığında yeni çağın ilk dokunuşları hemen belli ediyordu kendini. Bu kadar hızlı olmasına şaşırdı fakat kalbindeki sevinç şaşkınlığından fazlaydı. Göreve gittiği ilk günü hatırladı sonra. Adadaki tüm çiçekler solgun, derin bir uykuda renklerini unutmuş, kokularına küsmüştü. Hüzün dolu bir sessizlik söndürmüştü neşeyi. Kalbi kırık ağaçlar her geçen gün daha çok yaprak döküyor, gökyüzü uzun uzun ağlıyordu. Şimdi ise rengarenk bir karnaval vardı adada. Boynu bükük papatyaların yeniden güneşe gülümsemesinden daha sevimli ne olabilirdi ki? Bu mutluluk dolu muhteşem manzarayı derin derin içine çekti küçük kuş.
Orman prensi yani sen, ana rahmine düştüğünde düşler ülkesinin tüm koruyucuları toplanarak bir karar almıştı. "Ona göz kulak olacak, doğumunu bize müjdeleyecek bir haberci seçmeliyiz." dediler. Kimi sedir ağacını önerdi, kimi martıyı. Bir bulut gönderelim dedi birisi, biri de menekşe çiçeği. Aralarında en bilgini bu görev için doğru kişinin küçük kuş olduğunu biliyordu. Kanatları gökyüzünden daha mavi, yüreği bir aslandan daha cesurdu çünkü o bir deniz kuşuydu ve bahar gözlü orman prensine doğuştan vurgundu.
Senin dünyaya gözlerini açtığın ilk anda hayat defterine yazılmaya başlayan hikayen benim küçük düş dünyamda işte böyle başlıyordu. Konuşan ağaçlar, gülümseyen çiçekler hepsi senin gelişini bekledi çok uzun bir zaman. Umutların tam da tükendiği yerde küçük bir kuşun büyük hayellerinde hayat buldun.
Düşler ülkesinin en iyi tarafı bu değil mi zaten? İstediğin hayali istediğin gibi mümkün kılabilirsin. Benim düşler ülkemde kuşlar ve balıklar aşık olabilir birbirine ve imkansız değildir gece ile gündüzün kardeşliği. Aynı anda güneşle de aydınlanırsın, ayın yumuşak kucağinda da sabahlarsın. Yol gösteren pusulalar daima bir masalın içinde gizlidir. Elini uzatsan dokunabilirsin yıldızlara ve aşk söylenmiş en güzel şarkıdır senin için.
Bedenimize ruh üflendiğinde bir ağızdan "Amin" demiş olmalıyız birbirimizin kaderine yazılalım diye. Zamanın savurduğu her yıl için yeni yollara yöneldiğimizde döndüğümüz her köşe başında tanıdık bir yüzü, girdiğimiz her kubbenin altında bildik bir sesi duymayı beklemişiz. Sana uyandığım her sabah yeni dünyalara açılan kapıların ardında başka bir hayali saklamışız ve birlikte geçen her günü bir hayal gibi yaşamışız. Uzun mu sürdü arayışımız yoksa kavuşmamız mı kısaydı bilemem. Belki de bu yüzden karıştırıyorum düşle gerçeği.
Küçük bir çocuğun hayali kahramanları dolaşıyor etrafımda. Pamuk şekerden yapılma evler görüyorum. Her yer çikolata kokuyor. Bu kokuyu seviyorum. Bir tavşan saçlarımla oynuyor, uykum geliyor, uyuyorum. Gözlerimi yine senin ormanında açıyorum. Heybetli ağaçlar sarıyor çevremi. Her birinin dalından tatlı meyveler sarkıyor. Hayvanlar rakip değil birbirine. Düşmanlık yok olmuş. Az ileride parlak bir şehir görüyorum hatta bir de şelale...
Düşler ülkesindeki koruyucular imkansızı mümkün kılacak bir yürek istemişti. Aşkı aşk olduğu için sevecek kocaman bir kalp. Çünkü orman prensine aşık olabiliyorsa küçük bir kuş ve aşkına karşılık bulabiliyorsa hayatın ana elementi aşk demektir. Aşk, mucizeler yaratan, gerçeği düş gözüyle anlatan, dünya tarihinin bilinen en eski hikayesidir. Herkes için adı başka ancak tadı aynıdır.
Seni koruma görevi verildiğinde küçük kuş işte tam da bunları düşünüyordu. Aşkla yanan kalbini sana açacağı günü beklemek için çırptı kanatlarını. Annen farkına varmadı belki ama o her sabah evinizin önünde sana şarkılar söylüyordu. Yüreğinden çok daha büyük bir aşkla kavrulan ruhunu düşler ülkesine getirdiğinde, bu aşkın yeni bir bedene ihtiyacı olduğunu ve bundan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyordu.
"Vakit kağıtlara hikaye düşürme vaktidir. Vakit şiir olup aşka karışma vaktidir" dedi ve adının yanına adımı yazdı. Daha ilk hecesinde aydınlanan dünyamda sonradan öğrendim ki kalbimi küçük mavi kuştan almışım. Belki ondandır gözlerine tutulmuşluğum. Çünkü kışın ortasında baharı getirmiştin sen ve o günden sonra bir daha gönlüme hiç kar yağmayacaktı.
MERVE ÇAVUŞ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.