- 2155 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
YANAN O KÜÇÜK KIZ HALA YAŞIYORDU…
8 Mart 1857 tarihinde ABD’nin New York kentinde bir tekstil fabrikasında greve giden 40.000 dokuma işçisi fabrikaya kilitlenmişlerdi. Aniden çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda 129 kadın işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine 10.000’i aşkın kişi katıldı.
Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart’ın "Internationaler Frauentag" (International Women’s Day - Dünya Kadınlar Günü) olarak anılması önerisini getirdi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi.
Bugün 8 Mart. Ben bugün yanan 129 kadını düşünürken, küçük bir kız çocuğunun çığlıklarını da duyumsar gibiydim. Bir an sarsıldım. Kimdi o kız çocuğu? Hani hepimiz görmüşüzdür: En önde soyunmuş ağlayan koşan çocuk fotoğrafını...
Belki de kimsenin umurunda değildi aynı güne denk gelen, yani 8 Haziran 1972’de, dünyanın öte ucundaki bir ülkede çıkan yangını.
Kuzey Vietnam’da saklandıkları tapınağa bir Amerikan uçağından dört napalm bombası atılmıştı. Can acısıyla tapınaktan dışarı koşturan çocuklar çığlıklar atıyordu. Elbiseleri, saçları, yüzleri, minik bedenleri yanmıştı. Hatta o çocukların içinde küçük bir kız çocuğu dikkatini çekmişti. Kız çocuğu çırılçıplak çığlık çığlığa ağlayarak koşmaktaydı. Fotoğrafçı deklanşöre basmakta gecikmedi. İşte o fotoğraf ilerleyen günlerde kendisine PULUTZER ödülünü kazandıracak fotoğraftı. Hatta o anı görüntülemesiyle Amerika’yı dünya kamu önünde suçlanmasını sağlamıştı.
Sonrasını hiç düşündünüz mü? Sağ kalan o çocuklara ne oldu? Yaşadılar mı, yoksa öldüler mi?
Sorulara yanıtı Alman gazeteci fotoğraftaki o küçük kızın izini sürdü. Kim Phuc adlı kız çocuğunun bütün vücudu yanmıştı. Tam 14 ay hastanede yatarak tedavi görmüştü. Her pansuman esnasında aynı acıyı yaşamış ve yanık derileri yüzülürken küçük kız feryat figan kendinden geçmişti.
Küçük kız büyümüş hatta evlenmişti. Kanada’da siyasi mülteci olarak yaşam süren 34 yaşındaki Kim’in üç yaşında oğlu vardı. Ama Kim hala acı çekmekteydi. Çünkü vücudunda hala silinemeyen yaralar vardı. Teni hava alma yeteneğini yitirmişti. Üstelik bağışıklık sistemi çökmüş olduğundan hem şeker hem de astım hastasıydı. Kim yine de mutlu olmayı başarmıştı. Aynalarla barışıktı. Her aynaya baktığında “İyi ki yüzümde yanık yok” diye seviniyordu.
Yıl 1995…Ve Amerika’da Vietnam Savaşını anmak için tören yapılacaktı. Kim Phuc’da törene gitti. Onu konuşması için kürsüye davet ettiler. Genç kadın duygulanmıştı. O anı yaşıyor gibi gözlerinde acının izleri vardı. Kürsüde kısa ve barışı körükleyen şu sözleri konuştu:
"O bombaları atan pilotla karşılaşsam, ona "Geçmişi değiştiremeyiz..." derdim," Ama bugün ve yarın, barışa hizmet etmek için elimizden geleni yapabiliriz!"
Konuşması bitip salondan tam çıkacaktı ki adamın biri eline bir kâğıt sıkıştırdı. Kim. kâğıdı açıp okuyunca elleri titremeye başladı. Çünkü kâğıtta aynen şu cümle yazılıydı:
"Kim, o adam benim!"
8 Haziran 1972 günü, Vietnam’daki o mabede napalm atan uçağın pilotu John Plummer tam karşısında durmaktaydı. Savaş onu çok yıpratmış vicdanı onu din adamı olmasını sağlamıştı. Bu da yetmemiş çektiği o fotoğrafı göğsünde taşımış, her gün bakıp yüreğinin acısını sağmıştı.
Genç kadın yaşadığı tüm acıları unuttu sanki. Karşısında titreyen yaşlı adama doğru kollarını açarak koştu. Ve ona sarıldı.
Acının rengi hep aynıdır, derler. Oysa biri yıllarca ten acısı, diğeri vicdan acısı çekmişti.
Sizce hangi acının rengi koyuydu?
Tüm kadınların, “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününü “ kutlarken; haklarını almak için direnmiş ve cayır cayır yanarak ölmüş 129 kadının ruhları şad olsun.
Emine Pişiren- Kocaeli/Gölcük
08. Mart. 2016