HUZUR EVİ
Yaşamının tümünü arkasında görünmez bir heybeye atmıştı. Koca omuzları artık taşıyamıyordu hiçbir şeyi. Ne oğlu ne kızı istemediler buraya gelişini. Ama O biliyordu hiçbirinin yanında yapamayacağını. Çoktan karar vermişti aslında buraya gelmeyi, ha bu gün ha yarın derken kısmet bu güne imiş dedi.
“Henüz vakit varken gülüm …….yüreğim dalındayken henüz…”.der ya Nazım işte öyle, henüz aklım biraz başımdayken, biraz beklemeyi bilecekken geleyim dedim.
Çok soğuk yer olmasın demişti ya ondan bu kasabada olsun istedim. Üşümeyelim diye.
İyice baktı etrafına kameriyede yalnız birkaç sandalye, çınar ağacının dallarında birkaç yaprak.
Bahçe düzenlenirse güzel olacak dedi. Elma bahçesi geldi aklına. Altlarını kabarttığı, dallarını budadığı ,hatta ağaçlardan birine sevdiğinin adını verdiği elma bahçesi.
Toprakla uğraşmasa bu kadar dinç olmazdı buyaşına göre. Nerden çağrıştıysa gölü hatırladı kendi köyünün kıyısında yerleştiği, denizi aratmayan koca gölü.
Kenarında gezerken ettikleri kavgaları düşündü. Hep benim kıskançlığımdı sebep dedi. Belki de bir türlü beni sevebileceğine inanmayışımdan.
Yüzünü buruşturdu , her ne halt ettiysen iyi etmedin diye azarladı kendini.
Meral hemşire kapıyı açıp Onu görünce telaşlandı. Hemen, hemen içeri amca. Ne yapıyorsun? Ne kadar zamandır buradasın.?
Meral hemşire kızına benziyordu. Minyon, güzelce. Yüzüne baktı kadının "acıktım"dedi. Sesi yabancı gelmişti. Nasıl demişti bunu şaştı kendine.
Üstüne bir pelerin sardılar. Masaya bir şeyler getirdiler aksi birine benzemiyor diye sevindi hemşire, İhtiyarların aksi olanları çekilmiyordu. Babacan biri bu adam. Duygulu besbelli. Cüssesi de maşallah daha beli bükülmemiş diye geçirdi aklından.
Baktı yeni gelen ağzını siliyor. Oooo bu adam temiz titiz de anlaşılan dedi. Az önce peçeteyle silmesine rağmen ağzımı yıkasam dedi adam ;hemşire lavabonun yolunu gösterdi. Ne yerse yesin bitince ağzını yıkamayı adet edinmişti.
Tam hemşireye adını soracakken kapı açıldı içeri otoriter duruşlu, saçları sarıya boyalı balık etinde (balina değil) kaşları kalkık biri girdi.Yüzünde gülümseme de yoktu. Oldum olası iri yapılı kadınlardan hoşlanmazdı. Bu kadından da hoşlanmadı.
Eteği basenine oturmuş ,kalçaları dışarı çıkmak için kumaşı zorluyorlardı. Bluzunun düğmeleri de malum bir türküdeki gibi dar geliyorlardı. Bu hatunun sevgilisi varsa ,ki bu ihtimal azdı ona göre , yanmıştı. Lavabodan dönünce müdür olduğunu anladığı kadın ki adı Güneş ti.
Nüfus cüzdanın dedi, raporunda tamam paranı hazır ettin mi deyince Şevki bey başını sallayarak evet dedi.
Önündeki evraklara bakan Güneş hanım neden sonra başını kaldırıp adama baktı.
Bu bizim bunaklara benzemiyor ya hayırlısı diye düşündü.
Şevki bey halin vaktin yerinde çocukların da var ,buraya gelmeyi sen mi istedin?diye sordu. Adam “evet “ dedi.
-Kaç kişiyle kalmak istersin? -Kendimle. Anladım dedi kadın. Fark ücreti var biliyorsun . -Biliyorum . -O zaman sorun yok kuralları Meral hemşire anlatır.
Burada aklına estiği gibi davranamazsın. Her şeyden haberimiz olursa iyi olur dedi yolu gösterirken.
Meral hemşire yanına düştü, yürümeye başladılar. Bu kızı sevdim dedi ufak tefek , kahverengi saçlı alımlı bir kızdı bu. İnsana uzak dur hissi vermekten çok başka bir havası vardı. Asansöre bindiler. 3.katta indiler sağdaki odanın kapısını açtı buyur etti hemşire.
Pencereden bahçe görünüyordu. Bir somya, küçük bir berjer, iki kapılı bir dolap ,küçük bir masa iki sandalye, yerde küçük kilim desenli bir halı. Duvarda büyük bir saat. Birde tahta çerçeveli, manzara resmi. Küçük bir banyo ve tuvalet. İyi yeter işte dedi.
Duvarlar buz beyazı olmalıydı.. İyi ki dolap kapakları beyaz değil dedi.
Nedense oldum olası beyaz mobilyadan haz etmezdi. Gençliğinde misafir kaldığı birinde bir oda vermişlerdi kendisine. Dolabından somyasına beyaz renkli. Çekmeceyi boş sanıp açınca bir mektup bulmuştu. Annesine yazmıştı çocuk. Yaşadığı travmalardan sorumlu tutmuştu annesini. Sabah kadına sorduğunda hemen aceleyle konuyu değiştirmişti. Sonra öğrendi ki çocuk akıl hastanesinde imiş. Şizofrenmiş.
Odur budur sevmezdi beyaz mobilyaları işte. Hemşire kapıyı çekmeden önce yemek saatini, bahçeye çıkma saatini anlattı. Her şeyin saati var burada dedi Şevki bey dakik olacaksın anlaşılan.
Kendisini nasıl ağırlayacaktı bakalım bu akşam.
Pencereye yaklaştı. Sol kanadını açtı . Serin hava doldu içeri. Kulakları iyice ağırlaşmıştı. Belli belirsiz ezgiye kulak kabarttı. Dans müziği gibi idi . Öyle ya bu gün 31 Aralıktı.
Yıllar öncesinin yılbaşı gecesine doğru yol aldı hafızası. Otogarda sarılmıştı kolları. Bindiler tramvaya , taksiyle gideydik dedi adam, gerek yok dedi kadın. Neyzen’in mavi çerçeveli kapısı göründüğünde kulaklarını ut taksimi doldurdu. Küçük bir hoşlukla karşıladılar bizi “parola ne” dediler. Ben ne ki bu diye bakarken , O her zamanki hazır cevaplı lığı ile “karides” dedi. Buyur ettiler.
Meğer her gün parola değişiyormuş. Parola ile ilk kez bir meyhaneye giriyordum. Bilmediği yoktu ki onun.
Hep kendimi gerilerde hissetmem de bundandı zaten. Duvarlardaki çerçeveleri okursam tuhaf olur diye göz ucuyla baktım. Neler yoktu ki. Yazı sandığım şeyler meğer resimmiş. Neyzen Tevfik en baş köşede yerini almıştı. Atatürk portresi, Hulusi Kentmen, Zeki Müren daha bir çok sanatçı. Duvarlarda envayi çeşit obje . Neler yok ki eski radyolar, palyoço oyuncaklar, çiçekler.
Herkes eskiden kalan ne varsa bulup getirmişti. Tavan sazla kaplanmıştı. Ağaç atkılar ortada görünüyordu. Tıpkı dedi kadın samanlık gibi. Köylük yerde samanlıklarda kına geceleri düğünler yapılırdı ya eskiden, bana bu tahta sandalyeler, tavan orayı anımsattı dedi.Müziğe eşlik ettiler.
Şevki bey odada hala eli havada iki ileri bir geri dans ediyordu. Baktı ki kolları boş ,iki yana düştüler , içindeki sıcak duygular gibi. Bir süre baktı camdan , ne kadar uzakta kalmıştı her şey. Çocukllarının ilk dişleri, ilk baba deyişleri, Ellerinden tutup ta horoz şekeri almaya gidişleri. Hanımın “ bey şunlara şeker yedirme “ demesine rağmen yaptıkları kaçamaklar. Hey gidi günler dedi. Hepsi güzeldi, yaşandı ve bitti.
Ama o gitmemişti ;bu odada da birlikte yaşamaya devam ediyordu. Sabah temizliğe gelen kadın boy aynasının yarısını kaplamış resimdeki kadına bakti. Güzel kadınmış dedi. Başını salladı. Beyamcada boylu boslu ama dedi.
Şevki bey el ayak çekilince dikiliyordu aynanın karşısına , sarılıyordu beline kadının ,öylece duruyordu bir süre. Sonra usulca uzanıyorlardı yatağa sarılıp dalıyorlardı uykuya. Sabah kimse ayaklanmadan yerine yerleştiriyordu resmi ….Az kaldı diyordu bir yandan; bekle beni ,az kaldı yanına geleceğim...
YORUMLAR
İnsanın kendi seçimiyse, çok kederlenmiyor insan. Biraz hüzünlenirse, o da hüzne alışkın olmasındandır elbet. Yaşayacağı, yaşadığından azsa, hayatın hakimi mazi oluyor kaçınılmaz. Maziden kaçmak ne mümkün.
İnsan aklı garip işler, yaşanan güzellikler iyice süslenirken, kötü anılar silindikçe silinir, hatırlanmaz hale gelir. Bu anlamda, gerçekliği kaybetmeden maziyi yaşamak hoş bir tedavi olur insana. Neler yoktur ki o mazide.
Hani bir tango vary a, ” Mazi kalbimde yaradır” diyen, onu getirdi yazın aklıma. Şimdi dinlemek istedi canım. Dur sana da linkini vereyim.
http://www.youtube.com/watch?v=q1Ynky_Esz8
Eline sağlık Ayşe.
Sağlıcakla,
mymartin
mymartin
İnsan evladının yanına sığamaz, sanırım huzurevleri bu yüzden dolu dolu... Bir insan gönlünü mazisindeki güzelliklerde bırakarak girer oraya Ne güzeldir o mazideki elma bahçeleri, nasılda özlenir kıyısında gezilmiş o göl.. Bir elma ağacının adı, göl kıyısındaki çekişmeler, hepsi gönüldeki sevdayı hatırlatır... Şevki beyin huzurevine girme öyküsü ve daha sonrasında aynadaki resme duyduğu özlemi okurken ne çok şey okudum, dedim kendi kendime; dolu dolu bir öykü olmuş. Kutlarım sevgili hemşerim. Öykü yazan kalemin tükenmesin. Saygıyla