- 679 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
AŞK SEVMEK Mİ? YOKSA SAHİP OLMAK MI?
Kimi aşkı nefsine yenik düşmek, kimi kalbine söz geçirememek olarak tarif eder. Kimi yanmak der, kimi yakmak. Kimine göre aşk başa gelen en güzel şey, kimine göre hayatı rotasından çıkaran bir tufan. Kim kaçabilmiş ki şimdiye kadar aşktan. Âdem elmaya mı yenik düştü sanıyorsunuz, yoksa Havva’nın aşkına mı? Züleyha, Yusuf’un aşkı için kendinden vazgeçti. Mecnun, Leyla’sı için çöllere düştü. Bütün efsaneler de aşk bu kadar kutsal sayılmış, sevgiliye kendinden bile vazgeçecek kadar değer verilmişken hiçbir sevenin aklına gelmemişti sevdiğine zarar vermek. Aşk sevmek miydi? Yoksa sahip olmak mı?
Yüzyıllar öncesinden yaşanıp günümüze aktarılan, bütün aşk efsanelerinde fedakârlık, cesaret, özveri, hepsinden önemlisi sabır ve saygı vardır. Ve sabrın sonun da ya vuslat ya da vazgeçmek, saygı duymak vardır. Son zamanlarda yaşanan kadın cinayetlerinin en büyük sebebi aşk olarak nitelendiriliyor.’’Çok seviyorum. Başkasının olmasına dayanamadım. Beni küçük düşürdü. Beni aldattığını düşündüm. Onsuz yaşayamam. Ya benimdir ya toprağın.’’ Bu cümlelerin hangisinde fedakârlık, cesaret, özveri, emek, güven ve hepsinden önemlisi sabır ve saygı var sizce? Aşk sevmek mi? Yoksa sahip olmak mı?
Kimseyi zorla kendinize âşık edemeyeceğiniz gibi kimseyi de sizi sevmekten alıkoyamazsınız. Aşk karşılıklı olunca mı aşk?
Peki, ne oldu da insanlığın varoluşundan beri bu kadar masum ve temiz kalabilen ve bu kadar kutsal olan bu aşk, kendinden vazgeçmekken sevdiğinden vazgeçmeye, onun canına kıymaya varan bir cinnet haline dönüştü. Bu birbirine zıt evrimin sebebi ne?
En büyük sebep örf, adet, gelenek ve dini kullanarak kadınları hayatın hep gerisinde tutmak. Ve işin ilginç yanı ise kadınların bunu kabul etmesi. Kendilerini bir insan olarak, bir birey olarak değil de erkeği tamamlayan bir parça olarak görmesi. Evet, aslında kadın ve erkek yaradılış itibari ile birbirini tamamlayan varlıklardır. Ancak kadının kendini erkeğin isteklerini yerine getirecek, kendi hayatını ikinci plana atacak bir tamamlayıcı olarak görmesi ( kadına böyle olması gerektiği öğretildiği için ), kendini eksik bırakması bu dengenin bozulmasına sebep olmaktadır.
Günümüz de her ne kadar kadınlar hayatın her alanında birey olarak var olsalar da, kapılar kapanıp eve döndüklerinde erkeğin tamamlayıcısı rolüne bürünmektedirler. Ve bunu yadırgamadan bir ömür sürüp kendi çocuklarına da bunu öğretmektedirler. Çocuk bir ailenin aynasıdır. Ne görürse onu öğrenir. Düşünün ki her gün akşam işten eve geliyor anne ve baba. Anne hem çocuklarının hem kocasının hem de diğer aile bireylerinin ev içinde ki düzeninden, giyinmesinden, temizlenmesinden, beslenmesinden sorumlu. İşten gelmiş olması yorgun olması ve belki de moralinin bozuk olması bu görevlerini yerine getirmesine asla engel olmamalı. Ama baba, O ailenin reisidir. İşten gelmiştir, yorgundur dinlenmek en tabii hakkıdır. Çünkü erkektir. Morali bozulmuştur yemeğin tuzu, çocuğun gazı, karısının saçı canını daha çok sıkar ve acısını karısından çıkartır. Bu ya çocukların gözünün önünde dayak ya da hakarettir. Bütün bunların üzerine bir kapı daha kapanır. Her şey o kapının dışında bırakılır. Ve kadından bu defa kocasına karşı karılık görevini yerine getirmesi beklenir. Kadının bir insan olduğu unutulur ve hatta kadının kendisine de unutturulur. Böyle bir ortamda yetişen kız çocuğu annesinin, erkek çocuğu babasının rolünü üstlenir. Ve bu kısır döngü devam eder gider. Ne zaman ki kadın insan olmak ister, insan gibi davranılmasını bekler. İşte o zaman şiddetin ölçüsü artar, şekli değişir. Bir kadını yetiştirmek bir toplumu yetiştirmektir. Bir kadını özgür kılmak bir toplumu özgür kılmaktır.
Demiş ki şair ‘’ Aşk en çok kadına yakışır.’’ Hayır, Aşk, en çok insana yakışır. Ve aşk sevmektir, güvendir, saygıdır, emektir. Aşk sahip olmak değildir.
Esila Suna / Kardelen Sanat Dergisi – Mart 2016
YORUMLAR
Güzel bir yazı. Betimlemeler, değinmeler -aşka dair- çok güzel.
Hayatta o kadar duyarsız bir toplum var ki; bunları açmak gerekirse,
Sevdiğini zannederek karşısında ki insanın tüm hayatıyla oynamaya çalışanlardan tut, tek bir heves uğruna bir insanın hayatını karartabilecek nitelikler var. Ee sonra ne oluyor '' aşıktım '' Yapılması en yanlış tutum da, her şeyi bilinçli bir şekilde yaşamama sonra sen kalk aşkın arkasına saklan. Ne hoş değil mi?
'' Aşk elle tutulmaz, gözle görülmez '' ama... Aşka kendimizi emanet edersek şayet saygımızın sadakati ile belli ölçülerde varoluşlarımızın bilincinde ilerlersek işte o zaman aşkı yürek gözümüzle görür, hisseder, duyar, sahiplenir, sahip çıkarız.
Bazen keşke diyorum, bize verilenlerin kıymetini anlayacak derecede kendimizi tanısak.
Tebrikler anlatım için, duâ ile...