- 532 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Almanya’da Bir Türk Öğretmeni -5- Kayıp Türkler
Hani güzel bir atasözümüz vardır: ”Komşunun tavuğu komşuya kaz, gelini kız gözükürmüş.” Türkiye’de iken Almanya gelişmesini çoktan tamamlamış, refah düzeyi en yüksek özgür ve mutlu insanların ülkesi diye kafalarımızda oluşmuş bir yargı vardı. Almanya’da öğretmenlik düğün-bayram diye düşünürdük. Böylesi hoş ve romantik duygularla bir anda kendimi kuzey Almanya’da Türk-Alman Dostluk Derneği lokalinde buldum. Lokal dediysem öyle ahım-şahım büyük bir salon algısı oluşmasın akıllarda. İçerisinde beş adet oyun masa ile bir adet bilardo masası bulunan tipik bir Türk Kıraathanesi.
Kısa bir tanışma faslı, dördüncü öğretmen olarak oradaydım. Yurttaşlarımızın usulen soğuk bir hoş geldinizi ile karşılaştım. Kendimi tanıttım. Masaların etrafını saran yeni velilerim oturmuş, pişti, elli bir gibi oyunlara dalıp gitmişlerdi.
Yardımlarını hep saygıyla andığım cami derneği başkanının ilgisi olmazsa geceyi geçireceğim yer bile zor bulacaktım. Almanya’da ilk günlerim Anadolu’nun dağların diplerinde kurulu uzak bir köy öğretmeninin çilesinden farksızdı. Hani ben Türkiye’de iken Alman ulusunun eriştiği refah düzeyinden Türk öğretmenine bir pay düşer diye ne hayaller kurmuştum. Kazın ayağının güzel hayallerimle örtüşmediğini daha ilk günler gözlemledim. Tavuk kaz, gelin kız gözükmüyormuş yakından görünce. Almanya’daki yabancı işçileri ve onların çocukları için gönderilen öğretmenleri de hayli sorunlar bekliyormuş. Yaşayarak gözlemledim tüm olumlu ve olumsuz olguları.
Eşinden ayrılmış, malulen emekli Alman sosyal devletinin kirasını ödediği bir Kara Denizli arkadaşın evinde ikametim sağlandı bin bir zorlukla.
Öğrencilerin, Türk Okulu diye nitelenen benim gireceğim sınıflara devamı zorunlu değildi. Bir sınıf açmak için yeterli öğrencinin devamını sağlamak bu uğurda velileri ikna etme çabaları hep gündemimde oldu. Vatandaşlarımız zorunlu olarak çocuklarını Alman okuluna gönderiyorlar. Zaten Türkiye’ye dönmeyeceğiz. Çocuğum iyi Almanca öğrensin, kendine iş bulacağı okullarda okusun yeter diye düşünüyordu birçok vatandaşımız. Oysa ikinci bir dil öğrenmek için insanların ana dillerini çok iyi öğrenmesi gerçeği vardı. Dostluk derneğinde ilk veli toplantısı yaptım, evlere şenlik. Katılım yetersiz, bir masada vatandaşlarımız elli bir oynamaya devam ederek veli toplantımıza ilgi duymadılar.
Demek ki göreceğim daha nice ilginçlikler varmış alın yazımda. Güzellikler de vardı Almanya’da özellikle beni mutlu eden. Sayıları fazla olmazsa bile gimyazyum denen, üniversiteye öğrenci hazırlayan başarılı öğrencilerin seçildiği liselerde çocuğu okuyan aileler de vardı. Böylesi aileleri Alman toplumunda uygarca yaşamanın yolunu bulmuş başarılı insanlarımız oluşturuyordu. Onlar, çocuklarının ilkokul düzeyinde de sürekli takibini yapan okullarla ilgili ailelerdi.
Çocuklar güzeldir, saftır, bakışları riyasız ve durudur. Ayşeler, Zeynepler, Zelihalar, Hasanlar, Metinlerle tanıştım yavaş yavaş. Hiç şaşmayan İsviçre saatleri dakikliğinde çalışan Alman çalışma düzenine ayak uydurmuş, çalışacağım okul ve sınıflar belli olmuştu. Vatandaşlarımızın yaşadığı yerlere yakın dört okulda derslere giriyordum. İnsanımız, güzel Türkiye’mizin değişik kırsal bölgelerinden acı gurbete gelmişler çeşitli zorluklarla. Çoğu ilkokul mezunu bile değilmiş. Yalnız kalmışlar, çile çekmişler ama bir biçimde dillerini, adetlerini bilmedikleri ülkede yaşayabilmenin, hayata tutunabilmenin yolunu bulmuşlar. Fakat hepsinin gönlünde kuş uçmaz kervan geçmez, kerpiç evli Anadolu köyleri capcanlı yaşıyor. Köylerinin derelerini, serin yaylalarını, tarhana çorbasını, bulgur aşını özlüyorlar. Sohbetlerimizde sürekli anlatıyorlar anılarını bitirmemecesine. Güzel Türkçemizi doya doya konuşmak istiyorlar. Gurbetin ne demek olduğunu anavatandan uzak diyarlarda anlıyor insan. Teknolojinin en son verilerinin uygulandığı bu sanayi ülkesinde insanımız yaşamın zorluklarını inanılmaz sabır ve özverileriyle aşmışlar. Özel arabalarıyla en az iki yılda bir kez tatillerini Türkiye’de geçiriyorlar. Almanya’da işyeri açan, özel konut edinen insanımızda övünülecek düzeyde fazla.
Anavatana gelirken geçtikleri ülkelerde karşılaştıkları olumsuzluklar çok can sıkıcı. Üstelik Türkiye’deki trafik sıkışıklıkları, hudutlardaki sıkışıklıklar ve de doğup büyüdükleri topraklarda kendi deyimleriyle “yolunacak kaz olarak görülmeleri” hepimiz adına hoş olmayan bir tavır.
Daha çok bu yazımla Almanya’da kaybolan yurttaşlarımızı anlatmak istedim. Yıllarca Edirne’den yurda girmemiş, köyünü, köyde bıraktığı anne-babasının ve eşinin yüz eşkâlini unutmuş vatandaşlarımın yaşantısını dillendirelim biraz.
İlk gece Konyalı bir arkadaşın evinde konuk oldum. Bohem hayatı yaşayan eşi Türkiye’de, orta yaşlı bu yurttaşımız anlatı bir sohbetimizden: “Hocam, dostluk derneğini çalıştıran Halim yıllar önce Almanya’ya geldiğinde yirmi yaşlarında bir delikanlıydı. Babası sonradan getirdi oğlunu buraya.”
Halim’i ilk kez dernekte görmüştüm. Birisiyle poker oynuyordu. Bıyıklı, elmacık kemikleri çıkık, çatık kaşlı, gür siyah saçlı yakışıklı bir tipik bir Türk genciydi.
“Evet, hocam, yıllarca babasıyla aynı iş yerinde çalıştı Halim. Babası erken bir yaşta öldü. O zamanlar çok daha yakışıklıydı. Biz Türklerin kurduğu futbol takımının da iyi topçularındandı. Evli olduğunu işitiyorduk Türkiye’de iken.
Gel zaman git zaman Halim’in bir Alman bayanla yaşadığını duymayan kalmadı.” Diye Konyalı arkadaş anlattı kısaca kara yağız yakışıklı gencimizin ilk yıllarını…
Halim, en çok hoş sohbetler edebildiğim birkaç kişiden birisiydi. İlginç anlatılarıyla bana Türkiye’deki arkadaşlarımı anımsatıyordu. Almanya’da yaşayan yurttaşlarımızın yaşantılarını güzel bir öykü tadında anlatırdı.
Konyalı anlatısını sürdürdü: “Derken, Halim Alman kadınla bir birahane açtı. Biz Türkler bu birahanenin sürekli müşterileriydik. Ne de olsa bir dil sorunumuz olmuyordu Türk arkadaşımızın birahanesinde.”
“Hocam, çok kısa sürede iş yerimizde müthiş paralar kazandık. Bazı günler dört yüz, beş yüz mark kazanıyordum.” Bu anlatılar da Halim’in sözleriydi.
Bu arkadaşımız aniden varsıllaşan çoğu insanlar gibi kazandığı paraları har vurup harman savurmuş. İçki müptelası olmuş, kumara başlamış. Almanya’da sarışın bayanlar sarmış başını. Kısa sürede sermayeyi kediye yüklemiş. Alman kadın arkadaşı da bizimkini kapı dışarı etmiş. Halim, ekmek parasına muhtaç parklarda yaşamış bir miktar. Alkol tedavisi görmüş. Tanıştığımda az bir ücretle lokalde çalışıp tek odalı bir konutta ikamet ediyordu. Türkiye’deki eşine büyük haksızlıklar yaptığını gözleri yaşararak anlatıyordu. Yıllarca da Türkiye’ye gelememenin huzursuzluğuyla yaşama tutunmaya çalışıyordu.
Halim yaşamından memnun musun, yaşamın şimdikinden farklı olamaz mıydı diye soruyorum? “Hocam ne diyeyim, insan yanlış bir yola saptığını çok geç anlıyor. O zaman da iş işten geçmiş oluyor. Bir kez yoldan sapınca toparlanmak pek mümkün olmuyor. Benim de çokça hatalarım oldu. Ne yaparsın! Yaşantım böyle şekillendi.
Dernekte Halim’le çalışan yurttaşımız da bir farklı dünyada yaşıyordu. Ellili yaşlara merdiven dayamış, saçları aklaşmış bir garip gurbetçi. Anavatana gurbetçiliğinin ilk yıllarında birkaç kez gelip gitmiş. Daha sonra doğduğu topraklara hasret kalmış. Sık sık iş yeri değiştirmiş. Düzgün bir çalışma hayatı olmamış. Dikiş tutturamayan gurbetçi zincirinin bir halkası oluvermiş. Çocukları büyümüş evlenmiş, torunları olmuş arkadaşımızın anavatanda. Hiçbir torununu adlarını bile bilmiyor. Türkiye’ye gelme kaygısı da taşımıyor. Gündüzleri dernekte çalışıyor, bol bol sigara tüttürüyor, akşamları da birahanelerin kapısını çalıyor.
Bir güzel öğrencimi dedesi getiriyordu okula. Tombul yanaklı, mavi gözlü bu güzel goncanın dedesi anlatıyordu: “Hocam gördüğün bu melek benim kızdan torunum, annesi benim evimde. Damadımız hayırsız çıktı. Kızımı Almanya’da büyüttük, okullarda okuttuk. Güzel bir düğünle evlendirdik. Evladım aynı zamanda çalışıyor.” Diye üzgün üzgün anlatıyordu yaşantısının acı olaylarını.
Bayan velimi birkaç kez görmüştüm. Kılık kıyafeti, nazik konuşması ile çağdaş bir güzel insan. Genç kocası, içki, kumar hayırsız arkadaşlar derken bir de Alman sevgili bulmuş. Evi terk etmiş, başka bir yaşam seçmiş kendine. İçinde güzel kızı ve Türk eşinden gayrı bir garip yaşam.
Okuldan eve dönüyorum. Hava güzel içinde bir göl olan çevresi yürüyüş yolu olarak düzenlenmiş yemyeşil park var yolumun üzerinde. Birazcık oturup çantamdaki şiir kitabından birkaç şiir okuyayım diye bir banka oturuverdim. Az sonra bir vatandaşımın selamıyla kitabımı kapadım. Hal hatır sorma faslından sonra yeni bir yaşam hikâyesi daha dinledim.
“Hocam biz oldukça muhafazakâr bir aileyiz. Eşimi Almanya’ya getirdiğim zaman on altı yaşında bir de kızımız vardı. Kızımı daha sonra yirmi bir yaşında yanımıza alabildik. Ben çalışıyordum, eşimde kısa süreleri işlerde çalıştı. Kızımız hep evde kaldı. Birazcık Almanca öğrensin diye bir kursa gönderdim.
Aylar yıllar geçti. Nihayet bir gün eve döndüğümde eşimi tedirgin, üzgün buldum. Kızım hemen dönerim deyip çıkmış dışarıya. Saatlerdir eve gelmemiş… Hemen polise bildirdik durumu. Size nasıl anlatsam hocam kızımın Afganistan’da olduğunu öğrendik. Evimizin düzeni bozuldu. Para da pulda gözüm yok. Ne yapacağıma karar veremez durumdayım.
Cuma günleri dersim saat 14.00’de başlıyordu. Cuma kılmak için vaktim oluyordu. Diyanet’in görevlendirdiği genç bir imamız görev yaptığı bir camimiz vardı. Vatandaşlarımız zamanları el verdiğinde namazlarını camide kılabiliyorlardı. İmam arkadaşımız kendini iyi yetiştirmiş bir arkadaşımızdı. Vaazları akıcı ve doyurucu olurdu. Ara ara imamımızla buluşur çeşitli konularda sohbetlerimiz olurdu.
Bir konuşmamızda: “Hocam geçen gün cemaatten yaşlı başlı bir amca canımı sıktı. Sizde vardınız geçen günkü Cuma vaazımda aileden, anne-baba ve çocuklar arasındaki ilişkilerden anlattım. Günümüzde bazı gençlerimizin hele Almanya’da aile mevhumuna dikkat etmediklerini, büyüklerine dinimizce de emredilen gerekli saygıyı göstermediklerini… Anlattım. Ailenin öneminden bahsettim. …markette alışveriş yaptım evime dönüyordum. Tanırsan hocam o yaşlı adamı adı önemli değil. Ağza alınmayacak sözler etti. Ben niçin onun ailevi durumunu camide anlatıyormuşum…”
Niçin bu sözlere muhatap oldunuz Recep hocam? Diyorum. Hiç sorma diyor” imam arkadaş. “Adamın iki oğlu var. Oğullarıyla ilişkileri kopmuş, görüşmüyorlarmış. Benim genel bir sorunu vaaz etmem adamı rahatsız etmiş.” İmam arkadaşa üzülme diyorum. Ne yapacaksın vatandaşımız ancak sizin gibi nazik birisine söz dinletirim diye haddini aşmış. Zamanla yanlışını anlar… Başka ne diyebilirdim!
Böylesi insan manzaralarıyla sıkça karşılaştım Almanya’da. Şu gerçeği bir kez daha iyice idrak ettim. Aile kurumu, aile mevhumu çok önemli. Eşler uyum içinde yaşama hedefinden sapmamalı. Atılan yanlış bir adım, ölçüyü kaçırarak biçimde eğlence dünyasına dalmalar; sonu çıkmaz yollarda sürüklüyor insanları. Avare geçen yıllar, amaçsız yaşanan hayatlar geride dağılmış aileler ve mutsuz yaşamlar bırakıyor.
Devletimiz kendi kültürlerini unutmasınlar, genç nesiller öz ana vatanları olduğunun bilinciyle büyüsünler diye yurt dışına öğretmen ve din adamı gönderiyor. Ortak çabamız insanımızın daha gönençli yaşamasına katkı vermek; devlet-yurttaş dayanışmasının en üst düzeylerde olmasını sağlamak. Benim en mutlu olduğum durumlar çocuklarımızın ileride yükseköğrenim yapacakları okullara ayrılmaları. Bu konuda da her yıl yüzümü güldüren olgularla karşılaştım.
YORUMLAR
VAROL Dostum. Çok güzel. Selam ve saygımla... Bunu da aldım.
http://suatzobu.blogspot.com.tr/2016/03/almanyada-bir-turk-ogretmeni-5-kayp.html
İBRAHİM YILMAZ
selam ve saygı bizden.