- 546 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Maviyi Yitirmek
Bir gölgenin somutlaşıp duvarlaşmasıdır fakirlik. Fakir olmayan için küçücük bir ayrıntı; görmezden gelinebilecek kadar gölgemsi, varlığıyla dokunmayan bir şey, fakirin hayatının tam orta yerine dikiliverir koca bir duvar olarak… Bir adım bile atamaz… Onun başladığı yerde biter çünkü dünya. Gökyüzü ve martılar başka bir dünyanın parçalarıdır artık.
“Boş ver, başka zaman gideriz.” derken sevdiği kız; o başka dünyayı taşıyarak sesinde, kendi dünyasına gönlünce girer çıkarken… ona nasıl gösterebilirdi ki az ötelerinde dikilen o kocaman duvarı?!
“Ayrı dünyaların insanıyız” cümlesini eski Türk filmlerinin kullanıla kullanıla içi boşalmış, son derece klişe bir repliği olmaktan çıkarıp içine hayatı üfleyen, tozlarından arındırıp yaşamın çok gerçekçi bir yansıması haline getiren o kadar çok duvar vardı ki; onun görüp de bu güzel kızın görmediği!
Eğer onlar yokmuş gibi davranırsa o da, sevdiği kız gibi boş verirse; şeffaflaşacak mıydı o sert kütle? İçinden geçerek, diğer yandaki dünyayı kendisininkine ekleyebilecek miydi? Tıpkı bu narin, güzelim genç kız gibi kendi seçimine mi bağlı olacaktı onun da, evrenini bir parça daha genişletmesi?.. “Bugün de buradan geçeyim” diyerek, anlık bir yenilenme ihtiyacıyla daha önceden hiç sapmadığın bir sokağa dalıvermek gibi… Orada her neyle karşılaşacak olursan ol, asla katılaşıp duvarlaşmayacağını bilmenin engin özgürlüğüyle rüzgâr misali esip geçmek kaldırımlardan…
Fakir olmayan için her şey bir şekildi sadece. Yanına yaklaşıp onun içini doldurmak, ona bir ruh vermek söz konusu kişinin tercihine bağlı bir şeydi. Fakir içinse ister şekil olarak kalmaya devam etmesini istesin, ister içini ruhla doldurmaya… onun tercihine bağlı olmayan bir şekilde işlerdi, o şekillerin şekil olmakla kalmayıp somut şeyler haline gelmesi…
Sen istediğin kadar görmezden gelmeye çalış, sokmamaya çalış onları dünyana; onlar bir gedik bulur giriverirlerdi sınırlarından içeri… Duvar olur, yeni sınırlar çizerlerdi sana. Sürekli değişirdi bu yüzden haritan… Geçtiğin yerlere ve çarptığın duvarlara bağlı olarak…
Mesela bir kafenin kapısından girerdin… Epey de bir ilerlerdin içinde… Öylesine girebileceğin bir yer olarak görürdün orayı çünkü. Sınırlarına dâhil… Menüye bakardın, bir şeyler ısmarlamadan önce. Daha ilk saniyede haritanı gözden geçirmek zorunda bırakırdı seni gördüklerin. Hemen değiştirirdin yenisiyle. Gerçek haritanla zihnindekini eş hale getirir, kafanı duvara toslamaktan kurtarırdın son anda böylece. Daha görevli masana yaklaşmadan önce, bakışlarıyla seni yollamadan gerçek sınırlarına, sen çoktan ortadan kaybolmuş olurdun bile.
Sevdiği kız sözlerine bir karşılık beklerken çok alakasız gibi görünen, geçmişten bir sahne beliriverdi zihninde birden. “Siz hiç gelmiyorsunuz ama…” diyordu komşuları Hacer Hanım, yapmacık bir öfkeyle. “Hep ben geliyorum. Kırılacağım vallahi.”
Aslında o da biliyordu, ha kendisi komşusuna gitmiş, ha komşusu ona gelmiş, en küçük farkı olmadığını. Aynı evin sayısız tekrarından başka neydi ki, fakirliğin evleri?!.. Kendine has renkler, dokunuşlar fakir olmayanlara has olan şeylerdi.
Şimdi karşısındaki bu dünyalar güzeli kız da onu kendi evine davet ediyordu bir nevi aslında… “Hep ben geliyorum, arada bir de sen bana gel” diyordu. Ama o Hacer Teyze gibi öylesine söylemiyordu bunu. Her kelimesi gerçekti. Görmüyordu çünkü duvarı… Şimdi ona dese, “cebimdeki para o dediğin yere seni götürmeme el vermiyor”, daha cümlesini bitirmeden araya girecekti sevdiği, bir tanesi… “Sorun ettiğin bu mu yani?” diyecekti dünyanın en önemsiz şeyinden söz edermiş gibi… “Para sorun değil… Ben hallederim.”
Duvar şeffaflaşmak bir yana daha da kalınlaşacak, duyurmaz olacaktı sesleri. Artık öte yanda başka bir dünya daha olduğunu bile unutturacak kadar onu hapsedecekti kendi daracık, rüzgârsız dünyasına…
Mavisini yitirecekti. Adı ‘fakirlik’ olan; o uzun mu uzun, engebeli sokağın ucundaki denizini…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.