- 780 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİR KÖY ÖĞRETMENİNİN DRAMI
"Bir köy gördüm ta, uzaktan
Dağlar ardında kalmış bilmezsiniz,
Kar örtmüş, göremezsiniz karanlıktan
Yalnızlıktan üşür üşür de çaresiz.
Ben gördüm bu köyü, damlarının altında,
Çocukları kızamuk döküyor,
Gözleri, göğüsler, yüzler, ah bırakılmış tarla,
Gelincikler arasında öyle masum bakıyor."
Ceyhun Atuf Kansu "Kızamuk Ağıdı şiirinde betimlediği duygulara eş değer duygular yaşadı öğretmenlik yaşamının ikinci köyünde öğretmenimiz...
"Şanlı yurdum her bucağın şanla dolsun
Yurdum seni yüceltmeye antlar olsun." Şiarıyla mezun oldumuştu öğretmen okulundan. Al bayrağın dalgalandığı her yer onun için fark etmezdi. Altı yıl Doğu Karadeniz Bölgesi’nin en uç bir yöresinde, dağların diplerinde bir köy okulunda görev yapmıştı. Altı upuzun yıl, gazetesiz, sinemasız, kütüphanesiz yaşamıştı kuş uçmaz kervan geçmez bir diyarda . İlk görev yeri işte böyle bir köydü. Gerçi insanlarla çok iyi iletişim kurmuştu. Gölünce başarılı da çalışmıştı. Dağların dibinde yolu olmayan, kız çocuklarının henüz okula devam etmediği yüzyıllar içinde unutulmuş bir köyde çile çekmek. Yaşayan bilir, kışlarının çoğu kez sisli, yağmurlu geçtiği, insanların günlerce güneşe hasret yaşadığı köy okulunda yaşamanın yalnızlığını. Marmara Bölgesi’ne tayin istersem il merkezlerine yakın bir yere atamam yapılır diye hayaller kurdu yıllarca. Bursa, Kocaeli ve Sakarya illerine tayin istedi altıncı yılının sonunda. Kara Deniz Bölgesine hoşça kal demek istiyordu...
Nihayet meslek yaşamının yedinci yılında ataması yapıldı. Eylül başlarında yeni köyüne gitti. Göreve başladı. İzmit Körfezi ile Kara Deniz arasında,il merkezine tam otuz altı kilometre uzaklıkta bir köydü atandığı yeni köyü. İstanbul, Bursa çok yakındı şimdi. Bu illerdeki yaşayan tanıdıklarını ziyaret etmen şansını yakalamıştı. İlk görev yaptığı köye göre yalnızlık duygularını yaşamayacağını hayal ediyordu. Fakat bu yeni okulunda tek öğretmen olarak çalışacaktı. Divan usulu bir yönetimin vardı gittiği bölgede. On bir mahalleden oluşuyordu okulunun bulunduğu divan. Divanı muhtar yönetiyor, divanı oluşturan mahallelere köy diyorlardı vatandaşlar. Kendi okuluna böyle köylerden dört köyün öğrencisi devam ediyordu. Aynı divanda tek öğretmenli üç okul daha vardı.
Öğretmen yeni köyünü hiç ama hiç sevemedi. Köyün dolmuşu yok. Lojman adeta bir hücre, toplam alanı kırk metre kare olduğuna kimse inanmaz. Rivayet o ki, ortalama en az altmış metre karelik lojmanlar planlanıyor illerde. Köyde, inşaata başlanınca jojman küçülüveriyor.
Öğrencilerin devamında bir sorun yok. Kızlı erkekli pırıl pırıl çocuklar; ellerinde çantalarıyla her gün okula uçuyorlar, güvercinler, üveyikler örneği. Okul yapılalı daha yirmi yıl geçmemiş, duvarlarda çatlaklarr oluşmuş. Kapılar eskimiş, çerçeveler dökülüyor. Okulun hayli geniş bir bahçesi, bahçenin bir kısmını süsleyen meyve ağaçları var. Öğretmeni en mutlu eden olgu ilkbaharlarda bahçede çiçek açan ağaçlarrın hoş görüntüsü. Ve şakıyan kuş sesleri.
İlkokul öğretmenleri, öğretmen okulu çıkışlıydı, çoğunlukla öğretmen okulları kapatılmadan. Az da olsa lise bitirenlerde sınavla öğretmen yapılıyordu. Her öğretmen pedagojik bilgilerle donanımlı mezun olurdu okullarından. Beş sınfı bir arada bile olsa okutmak zaten sorun değildi onun için. İlk çalıştığı okulda iki öğretmen olarak çalışmış; iki ya da üç sınıfı bir arada okutma konusunda deneyimliydi. Fakat okul maalesef heyelenlı hafif yamaç bir alana yapılmış. Toprak az da olsa kaymış, bina bu durumdan etkilenmiş, duvarlarda çatlaklarr oluşmuştu.
Vatandaşların ekonomik durumları oldukça yeterli. Türkiye ortalamasının üzerinde varsıllar. Çoğu aile bir traktör ve geniş arazilere sahip. Biçer-döverle buğdaylar hasat ediliyor. Şeker pancarı, ayçiçeği, keten tarımıda yapılıyor. Üzüm bağlarına sahip köylüleride var öğretmenin yeni köyünde. İyi cins sığırlar besleniyor. Tavukçuluk işin diğer tarafı. Halkın okula ilgisi ancak ilkokul düzeyinde. Kadınlar iki bilemeden üç çocuk doğuruyorlar. Erkek kardeşlerin biri köyde çiftçilik yaparken diğer kardeş fabrika işçisi. Hemen hemen her ailenin kent merkezinde bir evi var.
Okulun ve öğretmenin yakacak odun ihtiyaçlarını vatandaşlar sağlıyor. O konuda sorun yok. Öğretmen zaman zaman derin düşüncelere dalıyor. Devlet yardımına hiç gerek yok. Vatandaşlar bilimin önemini kavrasalar...Yarınlarının güvencesi olan çocukları için çok daha güzel okul yapamazlar mı? Rüzgarın bir taraftan girip bir taraftan çıkmadığı donanımlı bir okul yapamazlar mı! Kendi köylerinden yetişen gençleri yüksek okullara yönlendirseler, yetişecek donanımlı gençler geniş arazilerde bilimimi uygulayarak modern tarım ve hayvancılık yapasalar fena mı olur? Elbette şimdiki durumlarından daha göneçli yaşama şansları olur köylülerimizin. Ülke ekonomisine de katkıları daha çok olur diye kafa yoruyor öğretmen...Bu düşüncelerini ara ara öğrenci velileriyle paylaşıyor..Dinleyen kim! Herkes halinden memnun. Biçer-döver gelmiş ya köylere...Sıcacık haziran güneşinde orakla tarla biçmekten azat olmuşlar ya, bu yeter şimdilik deniyor çoğunlukça.
Aylar, yıllar geçiyor. Yeni bir çalışma yılı ortalanmış. Ocak ayının ilk haftaları...Karlı bir güne uyanıyor herkes. Marmara bölgesinde kışlar genelde ılık geçer. Pek fazla kar yağmaz. Yağan karlarda bir iki günde eriyiverir. Bu kez durum farklı, Bir kaç gün aralıksız yağıyor kar bardan bardan. Geçen yıllar içinde seyrek yaşanan bir olgu bu durum...Köyün yaşlıları böyle anlatıyor. Yollar kapanıyor. Ancak iki hafta sonra kuvvetli bir yağmur eritiyor karları...Öğrencilerin okula devamı aksıyor. Karne tatili, karlı,yağmurlu,yolların çamurlu olduğu böylesi günlerde bir kurtuluş oluyor küçük yavrulara.
İkinci dönem şubat ayının ilk günlerine denk geliyor. Kış ortası değil sanki mayıs başları yaşanıyor. Pırıl pırıl doğuyor güneş, tüm renklerini yansıtırcasına. Hava sıcaklığı yirmi derecenin üzerinde seyrediyor. Eriklerin beyaz çiçekleri, okulun bahçesindeki şeftali ağaçlarının mor çiçekleri görülmeye değer. Buğday tarlalarında ekinler hayli boy atmış, tarlalar yeşile kesmiş. Sınıfta soba yakma çilesi sona ermiş. Öğretmen bazı dersleri okul bahçesinde işliyor. Şiir okuma çalışması yapılıyor, doğadaki değişiklikler gözlemleniyor... Köylüler mısır ve ay çiçeği ekimi için tarlalarını sürüyorlar. Horozlar seslerinin en son perdesinden ötüyorlar ahırların civarındaki gübreliklerde...
Şubatla gelen bahar havaları uzun sürmüyor. Kuzey rüzgarı sert esmeye başlıyor tam cemrelerin düşmesi yaklaşırken. Karlı ve tipi şeklinde bir rüzgarlı güne uyanıyor millet bir şubat gününde. Meyve ağaçlarındaki güzelim çiçekleri karlar kaplamış. Yeşil çimenler gözükmüyor. Sıcaklık beş-altı derecelerde. Kar yağışı rüzgarla beraber devam ediyor. Okula gelebilen öğrenciler sadece okulun bulunduğu mahallenin çocukları. Meteoroji haber veriyor, Yurdumuzun batısını etkileyen soğuk hava dalgası en az bir hafta daha Trakya ve Marmara bölgesinin tamamında etkisini sürdürecek.
Ani ısı düşüşü öğrencileri ve küçük çocukları topluca hasta ediyor. Okula gelen öğrencilerde burun akıntısı, öksürük, çapaklanma gibi durumlar gözlüyor öğretmen. Daha sonra mini mini öğrencilerin o duru bakışlı gözlerinde kızarıklıklar peyda oluyor. Sınıfın hemen hemen yarısı hasta.
"Öğretmenim, başım ağırıyor, hiç bir şey yemek gelmiyor içimden..." Üçüncü sınıf Hasan konuşuyor: "Öğretmenim Ayşe’yi iki gündür dışarıda görmedim, annesi yataktan kalkamadığını söyledi." Bir diğer öğrenci: "Öğretmenim Zeliha’ya seslendim, ablası Zeliha’nın gözlerinde kızarıklık ve çapaklanma var. Bu gün okula gelemeyecek dedi. Öğretmen sınıfında oturmuş öğrencilerle konuşmaya devam ediyor...Okula gelenbilenler ancak on sekiz öğrenci...
Öğretmeni yürekten yaralıyor bu durum. Hani en az ulaşımı rahat olan güzel bir köy hayal etmişti. Köyünün uzaklığı, eski bir okul binası canını hep sıkıyordu...Lakin çocuklara karşı tanımsız, uçsuz bir sevgi taşıyordu ruhunda. Öğrencileri için yapamayacağı hiç bir fedakarlık yoktu.
Kitap okumaya karşı ilkokul yıllarından beri aşırı bir ilgisi vardı. Uzun kış gecelerinde kitaplara, biricik dostlarına sığınırdı. Yazar ve şairler hep güzellikleer anlatırlardı ona. Dayanılmaz yanlızlık duygularını ancak bu dilsiz dostlarıyla tatmin ederdi.
"Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
Bütün çiçeklerini getirin buraya,
Örğencilerimi getirin, getirin buraya,
Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer
Bütün köy çocuklarını getirin buraya,
Son bir ders vereceğim onlara,
Son şarkımı söyleyeceğim,
Getin, getirin...ve sonra öleceğim"
Ceyhun Atuf Kansu bir köy öğretmeni Şefik Sınığ’ın son sözlerinden esinlenip yazdığı Dünyanın Bütün Çiçeklerini Getirin şiiri adeta kendisini de betimliyordu. Kente gidecek bir vasıtası olmayan, ebesiz, telefonsuz bir köy. Hasta öğrenciler...Kızamık salgını elle tutulur, gözle görülür bir biçimde okullu çocukları, okul gelmeyen minikleri esir almış...Yapılacak tek bir iş var. En erkenden durumu üst makamlara bildirmek.
Sevgili çocuklar ben size doktor getireceğim, eşim sizinle ilgilenecek deyip sınıftan ayrılıyor öğretmen.
Mahallede halden en iyi anlayan Seydi çavuş var traktörü olan. Seydi çavuş yürekten yararlı duyarlı bir yurttaş. Tek oğlunu daha beşinci sınıfta okurken amansız bir hastalıktan kara topraklara vermiş...Oğlunun acı durumunu öğretmene ne kadar da çok anlatmıştı...
"Aman çavuş bir an önce beni şehre kavuştur... Biliyorsun çocuklarımız kızamıktan müstarip. Hastalık salgın bir hal aldı..." Çavuş bu sözleri duyunca traktörü çalıştırdığı gibi romörksüz çamurlu yollardan sürüveriyor aracını. Amaç bir an önce şehre varmak. Ancak iki saata yakın bir sürede varılıyor il merkezine. Köy ile bağlı bir köy olduğundan bütün müdürlükler valilik binasında. Traktörden yolculuğunda elbiseler çamura bulanmış öğretmenin. Birazcık temizleyebildiği kıyafetiyle ilköğretim müdürünün odasına bir solukta varıyor. Müdür aşağıdan yukarı bir süzüyor müdür yetkili köy öğretmenini...
"Hayırdır hocam, bu gün ortasında burdasın, senin sınıfında olman gerekmiyor mu?" Diye öğretmeni paylamak istiyor.
"Müdür bey öğrencilerim kızamık hastalığına yakalandı. Büyük küçük çocukların hemen hemen tamanı hasta. Biliyorsunuz böylesi durumlarda okul müdürü sizlere bilgi verir, en hızlı bir biçimde köye doktorla döner." Örretmenin bu sözler müdürü biraz rahatsız ediyor. Ses tonunu yükselterek, " Hocam dilekçeniz var mı durumunuzu anlatan?" Öğretmen içinden bir lahavle çekiyor, amirinin bu sözlerini duyunca. "Hayır müdür bey, köyden apar topar geldim bir traktör ile. Siz bana bir kağıt verin dilekçeyi yazayım..." Diyor. Yazışmalar kısa sürede tamamlanıyor. Sağlık müdürlüğü bir üst katta. Öğretmen, amirinin yazdığı dilekçeyi elden sunuyor sağlık müdürüne. Sağlık müdürünün de bu durumdan hoşnut olmadığını gözlemliyor öğretmen.
Nihayet bir jeep ile kendiside doktor olan sağlık müdürü, bir ebe ve öğretmen çamurlu yollardan geçerek köye yollanıyorlar. Bir saatan biraz fazla sürüyor dönüş yolculuğu. Jeepte bir ölüm sessizliği hakim. kimsenin ağzından bir kelam çıkmıyor. Müdür içten içe hayıflanıyor...Amma da iş güzar öğretmen...Şimdi valilik kendisini takdirname ile taltif edecek. Hastalık bu, bir iki hafta sürer sonra kendiliğinden geçiverir.
Öğrencilerin paydos saatine yakın okla varılıyor. Jeepin geldiğini görenler okula koşuyorlar. Vatandaşları bilgilendiriyor: "Bu bey doktor, küçük çocuklarınızı da okula getirin. hazır doktor bey gelmişken onların durumlarını daa görsün."
Doktorun ve ebenin köyde kalma süresi yarım saat sürmüyor. Usulen çocuklara şöyle bir bakıyorlar. Hastalıkları hakkında kısa kısa sorular soruyorlar çocuklara. Hemen ayak üstü reçeteler yazılıyor. Öğretmen daha geniş bilgi vermek istiyor durum hakkında. Dinleyen, ilgilenen kim. Ebe hanım biraz daha fazla ilgileniyor. Salgın hastalıkla mücadele hakkında bazı maakbul çareler anlatıyor. Jeep geldiği gibi geri gidiyor, tekerlerine bulaşan çamurları septire septire.
Ertesi günü ile gidip reçelerde yazılı ilaçları alıp köye dönerken öğretmen dünkü dutumdaan hicap duyuyor. Ne yapsaydım diyor kendi kendine. Üst makamlara durumu iletmese mi idim? Öğrencilerimin çektiği acıları, kızarmış gözlerini düşünerek gece nasıl yatağımda yatabilirdim...
Bir an ruhunu bir sevinç dalgası sarıyor. Öğretmen okulunda öğretmenlerinden öğrendiği bilgileri pratiğe dökmenin ruhunu saran sevinç, mutluluk dalgası bu. Öğrencilerine şifa taşıyo çantasında. Yaklaşan ilkbaharla birlikte yemyeşil çayırlarda bütün öğrencileriyle kır gezintisi yapabilecek, çocukların sesleri kuş vcıltılarına karışacak.
Üst makamlar şehirde elektrikle aydınlanan evlerinde rahat rahat otursunlar. Kaloriferli dairelerinde kendilerine orta şekerli kahve söylesinler. Ne olur senede bir gün de olsa köylere gelseler...gelirler lakin pek istekli gelmezler...Gelmesinler önemli değil bir öğretmen için. Onun dünyası öğrencileri. En büyük mutluluğu Kansu’nnu şiirinde betimlediği gibi çocukların kızamuk dökerken kara topraklara düşmemesi...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.