ÇALGILAR ve ALGILAR !
ÇALGILAR VE ALGILAR !
YAZAN :YAHYA AKSOY
"Sanat, güzelliğin ifadesidir,hayat müziktir,müzik hayatın neşesi,ruhu,sevinci ve her şeyidir. Mustafa Kemal Atatürk
"sanat, doğaya insanın eklenmesidir."Becon
"Gel benim sarı tanburam/Sen ne için inilersin/İçim oyuk derdim büyük/Ben anın’çin inilerim...Koluma taktılar perde/Uğrattılar binbir derde/Kim konar kim göçer burda/Ben anın’çin inilerim..."Pir Sultan Abdal
Bir nefes ve bir sesla dünyaya gelen insan, sesine ses, nefesine nefes katacak ve duygularını sese(nağmeye ve ezgiye) aktaracak yol ve yöntemler bulmaya çalıştı ve böylece çalgılar ortaya çıktılar.
Nefesli çalgılar arasında yer alan ve ayrılıklardan şikâyet eden NEY, gönül sesini musikinin nağmelerine dönüştürerek yalnız adamın aşk nefesi ve can yoldaşı oldu. sevgiyi ve aşkı arşa yükseltti.
Hz.Mevlânâ Divan-ı Kebîr’den musikî seçmeleri çalgılar ve algılara ışık tutmakta:
-Doğru sözlü,doğru işli dostsan Rast Makâmı’ndan çık ki,Hicâz’a gelesin./Biliyor musun şu rebâbın sesi ne diyor? Ardımdan gelde yolu bul; çünkü doğruya gitmek için yola düşmüşsün amma,eğri bir yol tutmuşsun.
-Rebab,aşk kaynağıdır,arkadaşların eşi dostudur./Tanbur, ten-tenen diye, nağmeye başladı mı, elsiz ayaksız gönül, zincirini koparmaya koyulur./Def gibi niceye bir sitem ellerinden tokatlarin yiyeyeceğim?Yahut da rebâb gibi senin gam yayına göğüs gereceğim,gam mızraplarını yiyeceğim.
İnsanoğlu, gönül sesini yankılandıran, ahşaptan, deriden, metalden, telden, kıldan nefesli ,vurmalı ve telli çalgılar üretti. Türküler ve şarkılar söylemekte.Gelişen teknolojiler bilgiyi, algıyı, paylaşımı ve yaratıcılığı artırmakta..
Oğuz kavmi, her ne iş olsa Korkut Ata’ya danışmayınca yapmazdı.Dede Korkut kopuz elinde söylemiş:"... Ağır yüklerin zahmetini katır bilir.Gafil başın ağrısını beyni bilir.Kolca kopuz(uzun kollu kopuz) yükseltip elden ele,beyden beye ozan gezer.Karşınızda çalıp söyleyen ozan olsun...Gelimli gidimli dünya/Ahir son ucu ölümlü dünya..." Türklerde çalgılar eşliğinde söz söyleme geleneği köklü ve eskidir.
Tıp,felsefe,astronomi,müzik ve edebiyatla meşgul olan hekimler hekimi İbn-i Sina(980-1037),ruh hastalarını müzikle tedavi yöntemi başlatmıştır.
Divân-ı Lûgati’t- Türk’te üç çeşit çalgıdan söz edilmekte: Telli Çalgılar(Kubuz,İkeme,Buçi),Üflemeli çaalgılar (Sıbızgu,Borguy),Vurmalı çalgılar(Çenk,Küvrüğ,Tavıl,Tümrük-def,Kakratgu-bekçi davulu,Tuğ-kös,Kongragu-çan).
"Bahçede dut iken bilmezdin sazı/Bülbül konarmıydı dalına bazı/Hangi kuştan aldın sen bu avazı/Söyle doğrusunu gel inkâr etme... Benim her derdime ortak sen oldun/Ağlarsam ağladın gülersem güldün/Sazım bu sesleri turnadan m’aldın/Pençe vurup sarı teli sızlatma..." diye seslendi ünlü ozan Veysel.
Nefesli çalgılar, vurmalı çalgılar, telli çalgılar ve daha niceleri meydana çıktı. Şiirler türkülerede ezgi ile şarkılarda makamlarla bestelere dönüştü. Bu algıları şair Şevki Akar şöyle anlatmakta:
"Bilmem güneşin dilini,aydınlığı nur anlatsın/ Aşkı kâğıt kalem değil; hicaz ve Mâhur anlatsın/ Bağrım cümbüşhane değil,çalgı çengi şöyle dursun/ Yüreğimin feryadını yaylı bir tambur anlatsın."
Tarihi süreçte uygarlıklar ve kültür değerleri içerisinde çalgılar özgün ve öncü yerlerini aldılar. Şair Şevki Akar’ın dediği gibi: "Gül rengiyle göründü,kuş diliyle ses verdi." Çalgılar , tarihi, kültürel , sosyal ve sanatsal bütün alanları etkileyerek insanlarda farklı algılar yaratarak onlara ruh verdi. Gönlün sesi ve ruhun nefesi çalgılarda yankılandı.Müzik ve onun sesi çalgılar yaşamın ayrılmaz parçalarıdır.
Orta Asya geleneği arasında , devlet adamlarına ve önmeli konuklara at, kaftan, kopuz, dutar, dombura, kilim ve çini işlemeleri armağan edilmekte.İpek Yolu araştırmalarında KTB heyeti olarak bize de dutar ve dombura armağan edildi.
Müzelerde halk çalgıları özel köşelerde yer aldı. Efsane kentlerde arkeolojik kazılarda elde edilen çok sayıda taş işleme eserde çalgılar, kralların- kraliçelerin tahta çıkma törenlerinde kullanıldı ve müzelerde yerlerini aldılar.
Alaca Höyük kazılarında Hitit Uygarlığı’na ait kabartmalarda çalgılar ve çengileri gösteren eserler çıkmış olup Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergilenmekte.
Orduları savaşa hazırlamak için her ülkede çalgılara özel yer verildi.Emir Timur bunu uyguladı. Türk Askeri Askerî Muzıkaları ünlüdür.
Her ülke kendine özgü çalgılarla sanatçılarını ulusal ve evrensel boyuta taşımaya başladı. Ulusal ve ullaslararası şenliklerde halk oyunları ve halk çalgıları tanışıp kaynaşarak dostluk ve barış çemberi oluşturdular. Ortak duygu ve düşünceleri toplumlara ulaştırdılar. Barışa ve insanlığın kardeşliğine katkılar sağladılar.
"Gizli dertlerimi sana anlattım/Çalıştım sesimi sesine kattım." Veysel’in dediği gibi çalgılar , ozanların arkadaşı ve sesi ve insanlığın ortak değerlerinin ve seslerinin birer aracı oldular.
Musiki, insanlığın evrensel barış, sevgi ve kardeşlik sesi olarak bütün dünyada yankılanmaya devam etmekte ve bilge Musset’in dediği gibi "En umutsuz türküler,en güzel türküler." oldular.Eşkıyalık türküleri tarihe ışık tuttular.
Türkmenistan’da dutar,Kazakistan’da Dombıra,Kırgistan’da ağız komusu,Özbekistan’ da çıldırtma,Uygurlar’da rebab ve def,Azerbaycan’da saz ve çümbüş gibi çalgılar öne çıkmakta.Her coğrafi bölgenin ve her toplumun kendine özgü çalgıları ve algıları olmakta.Çalgıların dili evrenseldir ve barış dilidir.
Ünlü âşık Sefil Selimî, nağmelerin dinleyenleri etkilemesi için şöyle demekte:
"Makbul olan şeyin hoşa gitmesi/Ehline yakışır,makam tutması/Dinleyen kimseye tesir etmesi/ Düzgün akort olmuş telden dolayı."
Koyun ve kuzularını dilli düdüğünü-kavalını çalarak suya indiren çoban ile oradan geçen bir yolcu arasında şöyle bir konuşma geçer: - Kavalınla ne çalıyorsun da bu koyun ve kuzular yanmış gibi durmadan su içiyorlar?- Senin anlamadığın ama onların anladığı ve hissettiği nağmeleri çalıyorum.Kavalımın dilini onlar senden daha iyi hissediyorlar."
Geleneksel törenlerde,festivallerde,kutlama ve karşılamalarda mahalli çalgılar,kıyafetler, türküler ve halk oyunları hep yer almaktadır.
Bir zamanlar kınalı elleriyle,telli duvakları,kutnudan elbiseleri ile aynalı at yada deveyle davul, zurna, def, tulum,mey veya kılarnet eşliğinde gelin giden genç kızlar; sonradan "Aynalı körük olmazsa, ut kemani çalmazsa ben gelin gitmem" demekteler.
Âşık Veysel’in, " Ben gidersem sazım sen kal dünyada , gizli sırlarımı aşikâr etme." dediği gibi ,sırlar çalgılarda saklıdır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.