- 905 Okunma
- 3 Yorum
- 3 Beğeni
Taş IV
Esra telefonu suratıma kapattı. O an aklıma bir fikir geldi. Koşarak eve geldim, kömürlükten babamın büyük demir balyozunu aldım ve Beyaz Isırgan’ın tam tepesine tüm gücümle indirdim. Beyaz Isırgan aynı Zalo gibi ortadan üç parçaya bölündü ve yine içinden o katran gibi simsiyah sıvı akmaya başladı. "Allah’ım dedim sana şükürler olsun Allah’ım. İşte bu yaaa!" Hemen sıvıyı bir çay bardağına akıttım, ağzını sıkıca kapattım. Biraz ısırgan topladım. Isırganları iyice ezdikten sonra sıvının içine kattım ve karıştırdım. Bir tek şey eksikti. Hemen Esra’yı aradım.
"Ne var be. Arama beni!"
"Esra çabuk sizdeki anzer balından bir kaşık getir. Çabuk! Hemen ama. Bak bekliyorum bizim evin oradayım. Çok önemli!" dedim ve telefonu kapattım.
Esra hipnotize olmuş gibi iki dakika sonra bir kaşık anzer balıyla yanıma geldi.
Hemen bir kaşık anzer balını da karşıma koyup iyice karıştırdım. Esra’ya bakıp "Yusuf’u kurtaracağız" dedim.
Esra ile birlikte kavak ağacının yanına gittik ve ben hemen ağacın dibini kazmaya başladım. Bardakta ağzı sımsıkı kapalı olan karışımı beze sardım, çukura yerleştirip üzerine toprak attım.
"Sen bence delirdin" dedi Esra. "Yaptıklarından hiçbir şey anlamadım."
"Sen sadece beni dinle ve dediklerimi yap"
"Şimdi birlikte üç ihlas ve bir Fatiha suresi okuyacağız" dedim. Okuduk.
"Akşam gelip tekrar okuyacağız ve sonra sen bu karışımı alıp yarın Yusuf’u ziyaret edeceksin. Bitkisel, faydalı bir karışım deyip yedireceksin" dedim.
"Bunun faydalı olduğunu nereden biliyorsun? Ya zararı dokunursa, ya annesi falan izin vermezse?" dedi.
"Hayır" dedim. "Esra başka şansımız yok. Bunu denememiz lazım. Onunla bahçeye çıkacaksın ve baş başayken yedireceksin" dedim.
"Sen neden yapmıyorsun bunu, neden beraber gitmiyoruz?" diye sordu Esra.
"Ya kızım uzatma işte!" diye kestirip attım.
Akşam oldu ve biz yine dualarımızı okumak üzere kavak ağacının dibine gittik. Sonra ben toprağı kazıp bezi açtım ve yaptığım karışımı Esra’ya verdim. "Dediklerimi birebir yapacaksın. Bunu yedirmeden geri gelme. Ve kesinlikle benden bahsetmeyeceksin. Bu karışımı sen hazırladın. Tamam mı bak!?" "Tamam" dedi Esra. "Yemin et. Annenin babanın üzerine" "Annemin babamın üzerine yemin ederim."
Esra dediklerimi yapmıştı. Yusuf’a karışımın tamamını yedirdiğini söyledi. Sonra inzivaya çekildim. Kimseyle görüşmedim. Geceleri kabuslarla uyandım. Dualar ettim. Bekledim... Bekledim... Sonra babamın tayini sebebiyle mahalleden apar topar taşındık. Ama Yusuf’un haberini almaya devam ediyorduk. Üçüncü ay olmuştu Yusuf sapasağlamdı. Hastalığa dair tüm sıkıntıları geçmişti. Doktorları televizyona çıkıp çok iyi bir tedavi süreci uyguladıklarını, insanın kararlı ve güçlü olduktan sonra bu hastalığı kolayca yenebileceğinden bahsediyorlardı.
Üzerinden yirmi altı sene geçti. Yusuf ile görüşmedim. Ama duydum. Esra ile evlenmişler, üçüzleri olmuş. Yusuf maliye müfettişliği sınavını kazandıktan sonra Ankara’ya yerleşmişler.
Ben liseyi bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi’nin arkeoloji bölümünü kazandım. Okulu bitirdikten sonra da iyi bir arkeolog oldum. Hem üniversitede ders veriyorum, hem de kazı çalışmalarına katılıyorum. Kazılara başlamadan önce mutlaka üç İhlas ve bir Fatiha suresi okurum. Bu görüntü başlarda üniversiteden akademisyen arkadaşlara garip geldi, sonra onlar da bana alıştılar hatta arada espri konusu olur. "Hocam şuraya bir üfle de tarihin yönünü değiştirecek bir eser bulalım" derler. Gülüşürüz. "Siz anlamazsınız" derim. Kazı esnasında bulduğum ilginç, güzel taşlara ısırgan otu ve anzer balı sürdükten sonra bezlere sarıp ağaç diplerine gömerim. Bu taşların yeryüzünü iyileştirdiğine inanırım.
Bir gün Yusuf beni Facebook’tan bulup ekledi. Kabul edip etmemek arasında bir an tereddütte kaldım. Sonra dayanamadım, isteği kabul ettim. Onları çok özlemiştim. Ekledikleri fotoğraflardan anladığım kadarıyla aileleri başka bir yere taşınmamış hala eski mahallede oturuyorlardı. Sık sız ziyarete gitmişler. Yusuf’un eklediği fotoğrafları hızlı hızlı geçerken birden durdum. Bir müddet hiçbir şey yapmadan baktım. Yutkundum. Yusuf, Esra ve üç çocuğu o kavak ağacının dibindeydi. Hepsi gülümsüyordu. Fotoğrafın altındaki -beğen- butonuna tıkladım. Bir kaç saat sonra ise Yusuf beni fotoğrafın altında etiketleyip gülme işareti yaptı. Biliyordu... Hissetmiştim. Ben de altına bir gülme işareti bıraktım. Çok uzaklara daldım sonra. Isırganların, anzer balının kokusunda, upuzun, huzurlu bir gece geçirdim. Ölüm, yaşam, iyi ve kötü üzerine büyük laflar etmeden. Dualarımla... Ve iyiliğine inandığım her şeyle...
kıyıdaki adam
YORUMLAR
Son çok mu hızlı geldi diye düşündüm. Çok mu çabuk bitti. Sonra başka ne söylenebilirdi ki diye düşündüm. Her şey kendi güzel yerinde. Olmasını istediğimiz gibi. Sema'nın dediği gibi öyküye bütün halinde baktığımızda Belki de ben bitmesine üzüldüm. Çok uzun aralıklarla yazı ekliyorsunuz.
Çok iyi yazıyorsunuz.
Çok bekliyoruz.
Saygılar.