- 934 Okunma
- 6 Yorum
- 3 Beğeni
Taş II
İlk vuruşu Krivetz yapacaktı. Zalo alandaki boşlukta simsiyah duruyordu. Sanki Krivetz’in darbesinden canı acımayacak aksine zevk alacak gibi görünüyordu. Hani bir sürü vahşi cinayet işleyip ruhu ızdıraplar içinde kıvranan bir katilin, elektrikli sandalyede idam edilirken acı duymayacağından emin olduğun gibi... İşte Zalo da Krivetz’e öyle bakıyordu sanki. Bu kapkara, vahşileştirilmiş, kötü ruhundan ancak başkasının vurduğu büyük darbelerle parçalanarak kurtulabileceğine inanıyordu. Bunu hissedince rahatladım. Artık Krivetz’in kaybetmeyeceğine emindim.
Krivetz’in gövdesi Zalo’nun tam ortasına tüm şiddetiyle indi. Çok sert bir çarpışma gerçekleşti. Taşların sesi mahallenin sokaklarında yankılandı. Güneşi örten bulut daha da karardı. Gök gürledi. Herkes gözlerini Zalo’ya dikti. Zalo’dan küçük bir parça dahi kopmamıştı. Sapasağlam duruyordu. Sonra gözler Krivetz’e yöneldi. Sol tarafından ufak bir parça kopmuştu. Eğer bir taşın yarısından fazlası kopmuşsa kaybetmiş sayılıyordu. Krivetz’in ufak bir parçası kopmuş olsa da bu ilk defa gerçekleşiyordu. Mehmet Ali Zalo’yu iki elinin arasına aldı ve onu öptü. Kalabalık bağırdı "Çok yaşa Zalooo!" Yusuf bana baktı. Ben Esra’ya baktım. Esra yere baktı. Yusuf Krivetz’in kopan parçasını aldı, öptü ve cebine koydu. "Her şeyin bir sonu vardır" dedi Mehmet Ali. Pis pis gülümsedi. Yılmaz "Vuruşunu yap Mehmet Ali" dedi "Sıra sende"
Zalo bugüne kadar bütün savaşlarını ilk vuruşta kazanmıştı. "Tamam işi uzatmayalım" dedi Mehmet Ali. Ben çarpışmaya bakayım mı bakmayayım mı diye düşünürken Mehmet Ali aniden Zalo’yu havaya kaldırdı ve olanca gücüyle Krivetz’in tepesine indirdi. Savaşlarda bu zamana kadar gördüğümüz en şiddetli çarpışmaydı bu. Krivetz’ten yine ufak bir parça koptu fakat Zalo ortadan üç parçaya bölündü. Herkes şaşkındı. Mehmet Ali öfkeden deliye döndü "Sikerim senin yapacağın savaşı lan" deyip Zalo’nun bulunduğu yere tükürdü ve hızla alandan uzaklaştı. Ardından Zalo taraftarı olan kalabalık grup da büyük bir hayal kırıklığı yaşayarak alanı terk etti. Kara bulut yavaş yavaş güneşin önünden çekilmeye başladı. Yusuf Krivetz’ten düşen ikinci parçayı da alıp cebine koydu. Sonra Krivetz’in yanına gitti ve ona eğilerek fısıldadı: "Muhteşem bir savaştı seninki." Üç parçaya bölünerek ölen Zalo’dan ise bulunduğu yere katran gibi kapkara, pis bir sıvı boşaldı.
Herkes gittikten sonra Zalo’nun parçalarının yanına gittim. İçinden çıkan siyah sıvıya dokundum. Birden dokunduğum yerde acı ve kaşıntı hissettim. "Bu ısırgan" dedim. Zalo’nun bölünen üç parçasını da özenle bu sıvıyla kapladım sonra alıp bir beze sardım ve kenardaki kavak ağacının dibine gömdüm. Zalo artık rahattı. Benimse içimde aniden sebebini anlayamadığım bir nefret başlamıştı. Yusuf’a, Esra’ya ve Krivetz’e karşı... Akşama doğru mahalleye girdim. Esra ve Yusuf gülüşüyorlardı. Kimseye görünmeden eve gittim. Perdenin arkasından gizlice onları izlemeye başladım. İçimdeki nefret daha da büyüdü.
Bir hafta boyunca kimseyle görüşmedim. Sadece her sabah kalkıp Zalo’nun parçalarını gömdüğüm kavak ağacının dibine gidiyor orada üç İhlas ve bir Fatiha suresi okuyup eve geri dönüyordum. Kimsenin bana karşı davranışı değişmemişti ama ben kendimi çok yalnız ve dışlanmış hissediyordum. Bir gün yine kavak ağacının dibinde otururken yanıma Esra geldi. Oturdu.
"Artık neden bizim yanımıza gelmiyorsun" diye sordu.
"Bir şey yok" dedim.
"Sana bilmeden yanlış bir şey mi yaptık acaba?"
"Yok" deyip zor da olsa kafamı kaldırdım, Esra’ya baktım. (O’nu özlemiştim.)
O da benim gözlerimin içine bakıp gülümsedi. Gülünce anladım, nefretimi ve yalnızlığımı hissetmemişti. Muhtemelen canımın bir şeye sıkkın olduğunu, bunun geçici bir durum olduğunu düşünmüştü. Öyle olur zaten, karşınızdaki insana ne kadar dikkatli bakarsanız bakın, onun bir tek kendi ile paylaşabileceği derin yalnızlığını göremezsiniz. Oysa insanın yalnızlığı hemen gözlerinin arkasındadır. Orada ölümler, cinayetler ve karanlıklar vardır.
Sonraki gece ilginç bir rüya gördüm. Dibine Zalo’nun parçalarını gömdüğüm kavak ağacının yaprakları bembeyaz olmuştu. İnsanlar etrafında toplanmış dua ediyorlardı. Sonra insanlar birden kayboldu ve toprağı alttan birileri zorluyormuş gibi yerde hareketlenmeler başladı. Yanına yaklaştım. Sanki içeriden bir şey çıkmak istiyordu. Toprağı kazmaya başladım. Önce eller ortaya çıktı sonra ise Yusuf’un kanserden ölen abisi Sinan’ın yüzü topraktan hızla dışarı fırladı. "Yusuf’u getir bana" diyordu. "O’nu özledim" Korkuyla yataktan fırladım. Işıkları yaktım. Su içtim ve gözlerimi kırpmadan yatakta havanın aydınlanmasını bekledim.
Gün doğar doğmaz koşarak kavak ağacının yanına gittim. Her şey normaldi. Cesaretlendim ve gömdüğüm yeri sopayla açmaya başladım. Zalo’nun üç parçasını sardığım beze ulaştım. Bezi elime aldığımda bir tuhaflık hissettim. Sanki içinde üç parça değil de bütün halinde bir taş vardı. Hemen açtım. Gördüğüm inanılmazdı. Simsiyah ve üç parça halinde gömdüğüm Zalo tek bir taş haline gelmiş, bembeyaz, pırıl pırıl olmuştu. Sağında, solunda ve ortasında üç tane hafif çıkıntı vardı. O’nun adını "Beyaz ısırgan" koydum.
Devam edecek...
YORUMLAR
Önder Kızılkan
Birbirinin devamı her iki öyküde de tema oldukça basit; çocukların taş tokuşturarak girdikleri bir rakabet. Fakat bu denli basit, çocukça rekabet öylesine kuvvetli bir üslupla işlenmiş ki, okur bir anda; tasvirlerle kuvvetlendirilip yaratılan sahnelerin içinde buluyor kendini. Temanın basitliği, bu güçlü tasvir-sahne atmosferi ve inandırıcı karakterlerle yok edilip öykünün içine çekilen okur, öykünün, iştahlı bir izleyicisi hatta taraftarı oluyor. Öyle ki, "Krivetz"in dövüşünü J.London’un “Vahşetin Çağrısı”ndaki Buck’ın dövüşü kadar ciddiye alıyor.
Her yaştan her meşrepten okuru avlamak için sıkı tuzaklamalar yapılmış. Yusuf’un taşı "Krivetz"in merak çeken hikayesi, kanserden ölen ağabeyiyle kurduğu mistik bağ, “Yusuf bana baktı. Ben Esra’ya baktım. Esra yere baktı.” gibi saf romantizm gizlenmiş naiflikler, önce rakabetin kötü karakteri olarak şekillendirilen “Zalo”nun mağlubiyet sonrası masumluğa terfisi.
Sıkı bir öykü kotarmışsınız.
Bu kadar basit temadan bu kadar güzel bir öykü çıkarmak, üslubun gücü değil midir?
Sizi ilk kez okudum. Güzel öyküler kaçırdığımı itiraf etmeliyim.
Tebrik ederim.
Sağlıcakla,
Önder Kızılkan
Öykü enterasanlasti nereye gidecek kestiremedim. Arkası yarin gibi sürükleyici...
Önder Kızılkan
Öykü bu bölümde doğallıktan uzaklaşmış, daha fantastik bir hal almış. İlk bölümdeki "okuma huzuru" yerini meraka bırakmış. Özelikle taşların karşılaşma sahnesi çok iyi işlenmiş. O heyecanı yaşadım. Zalo'nun kaybedeceğinden emindim ama bir ağacın dibine gömüleceğini, başında fatihalar okunacağını, sonra kara Zalo'nun kırıklarının kaynaşıp beyaz renk alacağını tahmin etmem elbette mümkün değildi.
Burada okuduğum en iyi öykülerden biri "Taş"
Başarılar diliyorum.