- 825 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
TRAJİKOMİK HALLERİM!
Bir gün içinde yaşadığım aksaklıkların ve sıkıntının benzeri acaba hiç yaşadınız mı bilmem, ama benim dün, bugün yaşadıklarım resmen kabus gibiydi. Aslında hepsi biraz da benim son günlerde ki düşünce yüklü beynimin azlzliğindendi.
Aksaklık daha bir gün önceden başlamıştı. Sevgili arkadaşım Lale ve kızı Ece ile Fenerbahçe parkının içindeki Romantika’da kahvaltı için buluşmaya karar vermiştik.. Bilenler bilir bu mekanı. Görüntüsü ile ikramlarıyla ve harika manzarasıyla çok hoş bir yerdir. Tavsiye ederim,. bir gün gidip sizde orada bir çay, kahve için ve o güzel atmosferi yaşayın.
Neyse efendim buraya kadar anlattıklarımda bir sıkıntı yok.Kararlaştırdığımız saatte buluştuk, manzaraya karşı yedik, içtik, güzel sohbetler ettik ve saatin nasıl geçtiğini bile anlamadık. Hesap ödeme zamanı geldiğinde herkesin eli haliyle çantalara gitti ve herkes nezaket yarışına girişti birden ve yarışında ama ben tam manasıyla elim çanta içinde öylece kalakaldım.
Çünkü para cüzdanım çantanın içinde yoktu. Hayır düşürmüş veya çaldırmış değilim. Sadece her hemcinsimin başına mutlaka gelmiş olduğu gibi, bir gün önce farklı bir çanta kullandığım için cüzdanı oradan çıkartmayı unutmuştum! Lale hemen atıldı;
" Ne olacak canım, biz güne duruyoruz burada?"
Tabi dostlar ne içindir ki?
Hesap onlar tarafından ödendi. Ama benim sorunum hallolmuyordu ki! Oradan Avrupa yakasına geçecektim ve arabamdaki benzin beni ancak götürür ancak kesinlikle geri getirmezdi. Bunu düşününce resmen içim daraldı. Lale bu arada ısrarla yanıma da para vermeye uğraşıyor. Ama benim ihtiyacım onun düşündüğünden çok fazlaydı.
Avrupa yakasına geçecektim, arabama benzin takviye etmem gerekiyordu. Bunun dışında, geçen ay Bodrum’a birlikte seyahate gittiğim arkadaşım Nuray’a (rezarvasyonu o yapıp tüm bedeli ödediği için) paranın bu seyahatten bana düşün kısmını verecektim, o da evdeki cüzdanımda kalmıştı. Bunları söyleyince Lale ;
“E"..Hadi o zaman gel bankaya gidelim, çekip vereyim sana "diye ısrar etti.
Gönlü ne de zengin bir kadındı. Buna müsaade etmedim ama mecburen ondan bir bir kaç onluk almaya razı oldum. Köprüyü geçince ilk olarak Nuray’ın Beşiktaş’da ki i iş yerine gittim. Beni görünce çok mutlu oldu, oysa benim kafamda ise kırk tilki dolanıyordu.
"Keyifli gördüm seni ama birazdan canın sıkılacak "dedim.
Tatlım benim, ne diyorum diye şaşkın şaşkın bakıyor yüzüme.
"Hani seyahat borcumu getirecektim ya!" dedim. " Sen onu bugün unut"
"Kızım manyak mısın sen? " dedi "Kafaya taktığın şeye bak! İsteyen mi oldu ki"
Tabi ne zaman verirsem sesi çıkmaz onu biliyorum, ama ben söylediğim zaman yapamadım ya onun için kahroluyorum. Birer kahve içiyoruz içimi yanında duruyor, ardından tekrar kardeşim Selim’in Cihangirde ki evine doğru yola koyuluyorum. İçim huzursuz mu huzursuz.
Gözüm sürekli benzin ibresinde, daha kalan benzin ile ne kadar yol giderim diye kilometreleri sayarken, bir yandan da trafik polislerine rastlamayayım diye dua ediyorum. Zira evde unuttuğum çantada sadece param, hüviyetim ve kredi kartlarım değil, ehtiyetimi de kalmıştı. Sorsalar ne gösterecektim?
Çok şükür bir vukuat olmadan kardeşime varmayı başardım. Oraya gidiş nedenim, ertesi sabah Amerikan Konsolosluğu ile randevum olmasıydı. Gece orada kalıp sabah yola çıkacaktım. Para işini de bu kez kardeşimden borç alarak halledecektim. Ancak ertesi sabah kahvaltıda, sohbet sohbeti açtı onu, bunu konuşurken, Selim’den para istemeyi unutmuştum. Onun evden ayrılmasından sonar ben de tekrar yola koyuldum Tek düşüncem tam zamanında konsolosluğun önünde olmaktı.
Arap saçı trafikte ilerlerken gözüm benzin göstergesine kayınca kardeşimden parayı istemediğim aklıma geldi. Bir kere daha içim daraldı. Ama hala yeterince benzinim vardı. Lale’nin dün "ne olur olmaz" diye zorla verdiği bir kaç onluk da hala cebimdeydi. "işim bittiğinde üzerine takviyeyi yaparım" deyip yine bastım gaza. Etilere geldiğimde trafik iyice sıkışmıştı ki sormayın. İçinden çıkmak neredeyse imkansız durumdaydı.. Bu kez;
"Allah’ım lütfen yetişmeme izin ver" diye, bildiğim tüm duaları sıralamaya başladım.
Yok! Kahretsin! Trafik adım adım ilerliyordu.
Kaza mı vardır nedir diye söylenirken, yaratan sanki dualarımı duydu. Sihirli bir değnek dokunmuş gibi trafik çok geçmeden açılıverdi ve Şükür vaktinden önce konsolosluğun kapısına varmayı başardım.
Bu sefer de park edecek hiç bir yer olmadığını gördüm. Konsolosluğun duvarları boyunca kimseyi park ettirmiyorlardı. Mecburen arabayı götürüp orada bir garaja bıraktım ve telaş içinde koşturarak konsolosluğa geri döndüm. Bilenleriniz vardır, artık Amerikan konsolosluğunda randevular bilgisayardan alınıyor ve o sayfayı print edip yanınızda götürmenizi istiyorlar. Ben print yerine teknolojiden yararlanarak o belgeyi telefonuma kaydetmiştim. Sorduklarında göstereceğim.
Kapının tam önünde sıram gelmeden çek etmek için telefonda belgeyi arıyorum yok!
“Nasıl ya!” Diye bir telaştır almaz mı beni! Ta!!! Tuzla’dan kalkıp Kireçburnuna boşuna mı gelmiştim yoksa!
Ama gerçekten belgenin kaydını ortalarda yoktu. Birden kafama dank etti. Bir gün önceki kahvaltıda birbirimizi resimlerken, dosya dolu notu gelmişti ve ben de orada burada, sırıtarak çekeceğim bir kaç resme yer açmak için bir kaç fotoğrafı silmiştim. Güneş gözümü oyarken bu işlemi yaptığım için demek ki farkında olmadan bu önemli belge de yok etmiştim.
“Eyvah” dedim! “ Ya o kağıt yok diye beni içeri almazlarsa! “ Adamların kuralları net. Ya uyarsın, ya uyarsın!
Neyse ki kapıda bir sorun olmuyor ve eşimden dolayı her ziyaretimde vatandaş kapısından geçiyor ve uzun kuyruklarda beklemiyordum. Onca heyecan sonrası bu bile hoş geliyordu insana. İlgili bölüme girdiğimde, elime doldurmam için yeni formlar verildi ve her getirdiğim evrakın birer fotokopisini almam istendi. Ama ne yazık ki bunu konsolosluk içinde yapmıyorlardı. Elimde evraklar kös kös yeniden dışarı çıktım.
"Allah’ım "dedim.. “Ne halt edeceğim şimdi?”
Öyle ya! Arabayı otoparka bıraktım para ister, fotokopi yapılacak evraklar, doldurtulacak formlar para ister. Cebimde bir kaç onlukla nasıl olacak bu işler? Konsolosluğun karşısına sıralanmış fotokopi, resim çeken, form dolduran dükkanlardan ilk gözüme çarpana girdim. Kendimi hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim.
Neyse efendim uzatmayayım, elimdeki para mideme ağrılar girmesine rağmen bütün işlemlere yetti şükür. Yeniden Konsolosluğa girip evrakları teslim ettim, garaja gidip arabamı aldım, cebimde kalan son onluğu da oraya bıraktım ve yeniden yola koyuldum.
Şimdi de Arnavutköy’de bir arkadaşıma uğramam gerekiyordu. Oranın eski ve babadan kalma tarihi ahşap konaklarından birinde yaşıyordu ve ben bu taraflara sıklıkla geçmediğim için onu görmeyi de istemiştim.
Eve yaklaşırken telefon telefon ettim ona “geliyorum” diye “Tamam canım” dedi.” Ben de bahçeye inip şimşeği tutayım, seni korkutmasın. Şimşek onun can dostu. Hemen tekrar sordum. “Elçin, peki sokakta park yeri bulabilir miyim?” Zira Arnavutköy sokakları dardır ve kolay kolay yer bulunmazdı.
"Billur’cum kapı önü müsait değil” dedi, "ama hemen bir sokak altımızda otopark var oraya rahatça bırakabilirsin arabanı, akşama kadar 10TL alıyorlar."
10TL!!!!! Al sana bir mide krampı daha.
Cepte olsa ne gam, ama kuruş kalmamıştı üzerimde! Benim haliyle moral yine düştü yerlere. Ama kuyruğu dik tutup "Tamam” dedim “ birazdan oradayım" ve telefonu kapattım. Bankaya gidip para çekerim diyorum kendimce, Ama anında balyoz dank diye iniyor yine kafama.
“Ah geri zekalı seni! Hala aydıramadın dimi? Ne bankadan para çekmesi? Cüzdanı unuttun ya evde!
Şu sefaletime, çaresizliğime bir bakın hele! Anlayacağınız kapana sıkışmıştım iyice. Mecburen doğruca gidip tarif ettikleri otoparka arabamı park ettim ve aşı boyalı konağa vardım. Her zamanki gibi çok güzel ve sıcak karşılandım kahveler, harika sohbet, ardından mükellef bir balık ziyafeti derken baktım saat beşe geliyor.
"Aman arkadaşım!" dedim. "Sohbet çok güzel ama, biliyorsun ben köprüyü geçmek durumundayım ve trafiğe takıldımı eve varmam saatler alır. Bana müsaade.”
Sonrasında utana sıkıla başıma gelenleri kısaca aktardım ve cebimde parka verecek bir 10 TL bile olmadığını, park parasını ondan alacağımı söyledim. İnanmayacaksınız ama evdeki sohbetimizin bir bölümü dolandırıcılıklar üzerineydi. İkimiz de karşılıklı katıla katıla gülmeye başladık. Gülme krizini atlatınca Elçin;
"Parayı bir şartla veririm arkadaş" dedi ve ben kasıldım " Bir daha arayı bu kadar açmazsan!”
“Oh! Be!” Çok rahatlamıştım. Elçin köpeğini de yanına aldı ve sağ olsun garaja kadar bana eşlik etti. Ben arabamı teslim aldım, o on TL,li ödedi ve yeniden yola koyuldum.
Ortaköy’e varmıştım ki, kendimi yeniden korkunç bir trafiğin içine buldum. Gözüm yine kah benzin ibresinde, kah etrafımdaki araçları kollayarak, tam iki buçuk saat sonra ve de yolda kamadan Tuzla’ya evime vardım.
“Evim!... Benim güzel evim! Nihayet sana geri geldim! Ne güzel bir duyguydu yarabbim!"
Arabamı park edip kendimi evime bir atasım var ki! görülmelere değerdi doğrusu. Sıkıntılarla dolu iki gün geçirmiştim. Öyle ki! düşmanımın başına gelsin bile istemem.
***
YORUMLAR
Billur T. Phelps
Sanırım bu kadar sorunun altından
kafayı sıyırmadan kalkabilmek tebrik edilmeyi hak ediyor.
Teşekkürler,
Kim demiş düşene gülünmez diye. Akşam akşam bir güldüm ki sormayın.
Allah beterinden saklasın.
Şimdi ben sizin yerinizde olsam evde ne kadar çanta varsa bir tane en güzeli hariç diğerlerinin tamamını çöpe atardım bir daha aynı sıkıntıları yaşamamak için.
Ben tarihi kaydettim. Eğer dediğimi yapmazsanız iki seneye kalmaz yine aynen böyle yazı yazacağınızdan eminim )))))))
Beni güldürdünüz Allah da sizi güldürsün.
Selam ve sevgilerimle.