- 385 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HARİKA İNSANLAR DİYARI
Geri HARİKA İNSANLAR DİYARI
HARİKA İNSANLAR DİYARI
İlk yıllarım pek de kolay geçmedi.
Her öğrencimin gözüne baktığımda ne yaşadığını görüyordum.
Bazısı okula gelmeyi evden kaçış olarak görüyordu.
Bazıları ise öyle kendi dünyalarına kapanmışlardı ki evlerinden ayrıldıkları o birkaç saatte okul onlara hapishane gibi geliyordu.
Okulu eğlence kulübü gibi görenlerde vardı, askeri kamp gibi görenlerde.
Bu hayatları görmek bana hiç mi hiç iyi gelmiyordu.
Bir gün bir arkadaşım “çocuklar boş kaset gibidir, ne kayıt edersen onu duyarsın.” demişti. Çok doğru, onlar bomboş tertemiz birer sayfa. Çocuklarını çok hoyratça umursamazca büyüten insanlar var.
Aklım almıyor.
Tabi ki her ebeveyn öyle değil.
Olmasında zaten.
Uykularım kaçıyor, bütün dengem altüst oluyor.
Zamanla alışırım değişirim zannettim ama hiç öyle olmadı.
Neticede çocuk her yerde, her koşulda çocuk.
Bazen müdahale edememek elimden hiçbir şey gelmemesi öyle acıtıyor ki içimi.
O tertemiz sayfalarının acımasızca karalandığını kirletildiğini görmek öyle bir acı ki, tarifi yok.
Çocuk yapmadım.
Çocukları sevmediğimden mi?
Tabi ki hayır.
Ya kirlenmesine engel olamazsam,
Ya koruyamazsam…
Bu saplantılı bir davranış.
Biliyorum.
Aksini iddia etmiyorum.
Çok istememe rağmen bilerek ve isteyerek anne olmadım.
Gücüm yettiği, elimden geldiği kadar, öğrencilerimin okyanusuna bir damlacık faydam olması adına mücadele ettim.
Bu da bana yetti.
Bir öğrencim vardı adı Yazgı.
Öğretmenliğimin ilk yıllarıydı ama dün gibi hatırlıyorum.
Okulun ilk günü.
Henüz altı buçuk yaşında küçücük çelimsiz zayıf ürkek bir kız çocuğu.
Bütün çocuklar sınıfa girdi, onu annesinden ayırıp sokamıyoruz, bırakmıyor. Sınıfın orta yerine kadar girdiler. Ben çekiyorum o annesinin eteğini çekiyor. Çok korkak, belli ki ilk kez ayrılacaklar. Annesi utandı kızardı. Ürkek yazgı ağlamaktan helak düştü.
Bir süre böyle mücadele verdikten sonra; Yazgının kulağına bir şeyler fısıldayıp “seni sevmem için bir şans ver lütfen” dedim.
Yazgı sakinleşti.
Annesinin eteğini bıraktı, onu aldım orta sıranın en önüne oturttum.
Daha yeni öğretmenim ama biliyorum; o gün Yazgı’yı gönderseydim bir daha asla okula gelmeyecek, annesi de kıyıp getirmeyecekti.
Açıkçası Yazgı beni hiç şaşırtmadı.
Ciddi öğrenme zorluğu çekiyor, asla derslere konsantre olamıyordu. Hatta ruhu sınıfa uğramıyordu bile. Birebir sohbetlerimizde ne kadar zeki ışıl ışıl bir çocuk olduğunu görüyordum.
Özel ilgi gerekiyordu ama özel ilgiyi ne ailesi verebilecek durumdaydı, ne de ben.
Kırk kişilik sınıflarda ders yapıyorduk netice de ama asla es geçmiyordum hiçbirini.
İkinci sınıfa geçtiğimizde ne yazık ki Yazgı, taşınma gerekçesiyle başka okula nakil oldu.
Aradan yıllar geçmişti ki başka okulda öğretmenlik yapan çok samimi bir arkadaşımın yazılı kağıtlarının arasında Yazgı’nın kağıdını gördüm.
Çok heyecanlandım.
Felsefe sınav kağıdıydı ve seksen yedi almıştı.
Hemen sordum,
“Onların sınıf öğretmeniyim. Yazgı derslerinde çok başarısız, onunla yaptığım bir konuşmadan sonra sınavımdan o notu aldı. Üstelik derslerinin kötülüğünden notlarından hiç bahsetmemiştim. Eminim hayatında aldığı en yüksek tek nottur. Çok enteresan bir kız Yazgı; asla ders dinlemiyor. Hayal aleminde ve bütün derslerde tek yaptığı sıra altında kitap okumak. Liseyi bitirir ama üniversite zor. Hiçbir temel bilgisi yok. Buraya kadar gelmesi büyük şans. Ama dahası olmaz.” Dedi.
Aldığım cevaplarında etkisiyle aynı kişi olduğuna emin oldum.
Çok üzüldüm.
Bir süre etkisinden kurtulamadım Yazgı’nın.
Daha sorunlu çocuklarda görmüştüm ama Yazgı beni çok etkilemişti. Onda çözemediğim bir şey vardı.
Görüyordum; birazcık doğru yönlendirilse içinden muhteşem bir cevher çıkacak biliyordum, ama ne yapabilirdim ki. Üstelik şuan da öğrencim bile değildi.
Birkaç güne kalmadı gündelik yaşam koşuşturması, insan doğası gereği, aklımdan çıktı.
Ama hayat bu ya, yıllar sonra yine karşıma çıktı.
Büyülendiğim, sonuna kadar tüylerim diken diken izlediğim, içime umut tohumları eken, önermesi, toplumsal mesajı gereği hayranlıkla izlediğim bir filmin jeneriğinde; “Senarist Yazgı Ata” yazıyordu.
Ne adını ne soyadını hiç unutmamıştım.
Kısa bir araştırmadan sonra e-mail adresini bulup;
Özetle “Hatırlamayabilirsin kızım, adım Zübeyde Kaya. Senin ilk öğretmeninim. jenerikte adını görünce ne kadar heyecanlandığımı, mutlu olduğumu bilemezsin. Beni inanılmaz umutlandırdın. Sende ve senin gibi öğrencilerimde gördüğüm ışığın kolay kolay sönmeyeceğine, sizlerin koca yüreklerinizin ülkemize, dünyaya bir güneş gibi doyacağına olan inancım yeniden canlandı. Teşekkür ederim.” Yazan bir e-mail gönderdim.
Hemen cevap geldi.
Bu kadar hızlı döneceğini beklemiyordum açıkçası.
“Zübeyde öğretmenim; dünyaya bir daha gelecek olsam öğrencilik hayatımı es geçip sonrasını yaşamak isterim. O kadar kötüydü.
Ancak sizi hiç ama hiç unutmadık. Annem hep “Zübeyde hanım seni okutsaydı çok başarılı olurdun kızım” dedi. Yüreğinizin güzelliğini görmüş olmalı.
Dürüst olmalıyım öğretmenlerimi hiç sevmedim, onlarda beni. Tabi sizi ve Saliha öğretmenimi tenzih ederim.
Öyle sanıyorum ki; başarısız bir öğrenci olmam kendilerini de başarısız hissettiriyordu.
Beni hep görmezden geldiler. Bunun için en iyi yöntemleri de bütün sıraların en arkasına atmaktı.
Öğrenim hayatımda sadece ikinizden bir şeyler öğrendiğimi itiraf etmeliyim. Üstelik ne ilginçtir ki Saliha öğretmenimle tanışıyormuşsunuz.
Sınav kağıdımı görmenizden ve benimle ilgili yorumlarınızdan bahsettiğinde ne kadar mutlu olduğumu anlatamam.
Şuan ki yaşantımı kariyerimi geldiğim yeri öncelikle aileme, sonrada sadece bir sene okutabildiğiniz size ve iki sene öğretmenim olan Saliha hanıma borçluyum inanın.
Sizden ve ailemden aldıklarım dışında öğrencilik yaşantım yarı kapalı ceza evi hissinde geçti.
Şunu anladım ki ilk şart sevmeyi öğrenmek ve öğretmek.
İnsan ancak severek yaptığı işlerde gerçek başarıya ulaşıyor.
Sizi hiç unutmadım. Çok iyi biliyorum ki yıllar sonra bizi bir araya getiren şey birbirimize duyduğumuz sevgi ve inanç. Sonsuz minnet ve teşekkürlerimi sunuyorum.”
Yazgı’dan aldığım bu cevap öğretmenlik hayatımda boyunca aldığım en büyük mükafattı.
İçine kapanık öğrenme zorluğu olan bir öğrencimin, üstelik ailesinin de mükemmel bir hayat sunma imkânı yokken geldiği nokta öyle umut vermiş öyle mutlu etmişti ki.
Her öğrencim Yazgı kadar azimli ve şanslı olmadı tabi ki.
Tohumu yeşerten ailedir. Onun büyüyüp serpilmesini sosyal bir varlık olmasını sağlayan da öğretmendir.
Bir çocuğun gelişiminde öncelikle aile olmakla birlikte, öğretmenlerin misyonu çok önemlidir. Sevgili meslektaşlarıma övünerek şunu söylemeliyim ki; hiçbir öğrencimi diğerinden ayırmadım. Yeşerttiğim ağaçların meyvelerini büyük hayranlıkla izliyorum.
Tertemiz sayfaları dolduruyoruz ve onları yarınlara yarınlarımıza kendi evlatlarımızın yarınlarına hazırlıyoruz.
Sistemdir değişir, yönetmeliktir değişir, ama bilgi tektir tek gerçek olandır, değişmez.
Şartlar ne olursa olsun bilgiyi doğru şekilde aktarmak bireysel bir eylemdir.
Biz doğru tarif verelim yeter, yolu onlar bulur.
Geleceğin sağlam temellerini atmak inşa etmek bizim elimizde.
Baş öğretmen Mustafa Kemal Atatürk’ünde dediği gibi;
“Cumhuriyetin fedakar öğretmen ve eğitimcileri, yeni nesli sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin beceriniz ve fedakarlığınızın derecesiyle orantılı olacaktır.
Cumhuriyet; fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli koruyucular ister. Yeni nesli, bu özellik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir.
Sizin başarınız Cumhuriyetin başarısı olacaktır.”
Sevgili öğretmen arkadaşlarım yeni nesil bizlerin eseri olacaktır.
Evlatlarımızı, gençlerimizi geleceğimizi yok etmeyelim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.