- 470 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TIRNAK ÇOCUK- 14
Naciye, kerhaneden uzaklaştıkça yeni bir yaşama doğru gitmenin sevincini yaşarken diğer taraftan da gayri ihtiyari bir burukluk çöktü üzerine. Her ne kadar kaçtığı mekânda orospular kum gibi kaynıyor olsa da unutamadığı anıların, arkadaşlıkların izlerini hep yâd edecekti. Bir daha dönmek mi tövbeydi. Koluna girdiği zavağı yakışıklısı namert çıkmadıktan sonra sadece ölüsü döner canlısı dönmezdi bu batakhaneye. Ne zaman, nasıl düşmüştü, daha doğrusu düşürülmüştü, anımsamak, aklının ucuna bile getirmek istemiyordu ama yalnız kaldığı, el eteğin çekildiği, erkeklerin evlerine döndükleri saatlerde karabasanlar çökerdi üzerine. Geçmişi taptaze canlanırdı gözlerinin önünde. Viski şişesini açıp aheste aheste kendi dünyasında gezinirken mazideki acı dolu flim şeridi, bin kez makarasından çözülür bin kez tekrar sarılırdı:
“ On sekizine henüz girmişti. Her genç kız gibi onun da hayalleri vardı. Âşık olmak, evlenip yuva kurmak, çoluk çocuğa karışmak. Saçlar bukle bukle omuzlarından aşağıya memelerinin tümsekliğinde dalgalanıyorlardı. Gönlünü Murtaza’ya kaptırmıştı ama köyden başka isteyenler de vardı. Köyün muhtarın oğlu, bir de yukarı mahalleden çerçici Ayhan. Muhtarın oğlu sevimsizin biriydi, ablak yüzlü konuşurken bangır bangır sesler çıkarıyordu. Evlerinin sokağından inekleri sığıra salarken bazen göz göze geldiklerinde yiyecekmiş gibi bakıyordu. Evleri aynı sokağın karşısındaydılar. Muhtar, “ Necmiye’yi kesin oğluma alacam” diye garanti gözüyle bakıyordu. O zamanlar adı Necmiye’ydi. İlk ismi, o denli kazınmıştı ki belleğinde orospu Naciye’yi kabullenmek bayağı zaman almış, kendi kendini yemişti adeta. Necmiye’nin hayalleri nere, Naciye’nin olmayan hayalleri nere? Birincisinde yaşama sevinciyle dolu, ikincisinden kadehlere gömülen iğrençlikler. Sahte kahkaha atmalar. Necmiye’nin gülümsemesi ömre bedeldi, Naciye’nin kahkahaları ise… Nasıl bilebilirdi orospuluğa terfi edeceğini. Keşke gençliğindeki masumiyetiyle kalsaydı.
Muhtarın oğlunu gözü tutmuyordu. Yüreğinde en ufak bir heyecan, ateş yoktu ona karşı. Olur olmaz, dambul dumbul konuşur gülerken eşek gibi anırırdı adeta. Salyalar akardı bıyıklarının altından. Bir de beline tabanca koyması yok muydu, işte ona ifrit olurdu. Ben muhtarın oğluyum var mı bana yan bakan dercesine. Anasına, babasına kalırsa dünden razıydılar muhtarın oğluna vermeye. En azından köyün tarlalarının yarısı onların, yokluk çekmezsin kızım diyordu anası Hatça!
Çerçici Ayhan’a gelince. Garip biriydi. Yetimdi. Üç kardeşlin en büyükleriydi. At sırtında komşu köyleri dolaşır, çerçicilik yapardı. Bir gün kendisinden makara alırken eli eline değince göz göze gelmişler yüreği hoplamıştı. Çerçici Ayhan’ın evi, Muhtarın evi kadar yakın olmasa da arada bir yine de rastlıyordu ona. Seyyar tezgâhından yemeni alırken mektup sıkıştırmıştı avucun içine. Mektubu okuyunca yer yerinden oynamış bedeni dokuz şiddetinde sarsılmıştı adeta.
“ Sana vurgunum Necmiye’m. Birlikte kuşlar gibi yuva kurup mutlu olalım, şehre göçüp manifatura dükkanı açar muhannete muhtaç olmayız. Çocuklarımız olur, köpek encekleri gibi sıra sıra. “
Çerçici biraz deli doluydu. Yavrularına köpek encekleri diyordu şimdiden. Çerçici diye bağırdı mı köyün altından duyulurdu. Pencereye koşup uzanır, sallana salana gelişini izlerdi. Evin önüne gelene kadar akşamı bulurdu neredeyse. Köyün kadınları yolunu çevirince bir türlü tezgâhı toplayıp gelemezdi. Gönlü çerçiciden yanayken ne olduysa araya kara kedi girmişti. Aşağı mahalleden Rukiye, kendisiyle sohbet ederken Çerçi Ayhan’dan aldığı mektubu göstermez mi? Nasıl da heyecanla mektubu memelerinin arasından çıkarmıştı.
Aynısını Rukiye’ye de yazmıştı. Vay çerçici vay. Önüne geleni kafese alıyordu ha. O günden beri erkeklere mesafeli olmayı kafasına koymuşken birden bire Murtaza karşısında peydahlanmıştı. İstanbul’da çalışıyordu. Kurban Bayramı için köye gelmişti. Ne yapıp yapıp gönlüne girmeyi becermişti Murtaza. Boylu poslu yakışıklıydı da üstelik. Saçlarını geriye doğru joleliyor, siyah rugan ayakkabı giyiyordu. Kurban eti alıp verirken abayı yakmıştı İstanbullu Murtaza’ya…”
Tırnak Çocuk’un Naciye’m şu lokantaya girelim mi, sözüyle anılarından sıyrıldı. Yeni bir hayata pencere açıyorlardı. Eski mazisini her ne kadar belleğinden silemezse de kerhane dünyasındaki pisliklerinden hamama giderek paklanacak, kurtulacaktı.
Naciye:
Şengül Hamamı az ilerde olsa gerek, dedi.
Tırnak Çocuk:
“ Nereden çıktı bu hamam?”
“Adettendir goçum, kerhaneden ayrılan biri, yeni dünyanın günahsız kadını olabilmesi için hamamda kirlerinden arınması şarttır.”
“ Hımm! ”
“Hamamdan sonra da kendimize yeni elbiseler alırız. Yani tepeden tırnağa yeniden doğmuş gibi oluruz.”
Yüz metre ilerdeki Şengül Hamamının erkekler ve kadınlar bölümüne girdiler.
(Devam edecek)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.