- 880 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KIŞDAN BAHARA
KIŞDAN BAHARA
Bu sefer de seksen altılık delikanlıya kara kışda özlemle bekledikleri baharı sordum ve başladı anlatmaya.
Yaz artığı cılız sıcakların soğuğa karşı umutsuzca direndiği günlerde başlardı kış hazırlıkları. Hummalı koşuşturmalar istilacı bir düşman beklentisi içine düşmüş insanların telaşlarını yansıtırdı adeta. Etler kesilir, pastırma sucuklar yapılır, işkembeler kurutulurdu cılız sıcaklarda. Odunlar kesilir itinayla yerleştirildi odunluklara. Tarhanalar, erişteler, pestiller dökülür, yufkalar açılırdı bahçelerde ya da mahalle meydanlarında. Sebzeler kurutulur yerleştirilirlerdi kilerlere. Bu zamanlarda yüzleri gülerdi kilerlerin. Uzun bir aradan sonra hatırlanmalarının mutluluğu düşerdi yüzlerine.
Yaz artığı bu günlerde özellikle yoksulların bir endişe sarardı yüreklerini. Akşamları gözlerinin uykuyla buluştuğu saatlerde dualarla kapatırlardı gözlerini. Allahım derlerdi, "inşallah uzun sürmez, çetin geçmez" derlerdi dualarında.
Dağların arkasından gelen soğuk buz gibi rüzgar ilk habercisiydi beyaz atlarıyla gelecek istilacıların. Çok zaman geçmeden aniden başlardı gökten lapa lapa düşen kar taneleriyle beklenen abluka.
Nihayet başlamıştır doğayla canlılar arasında ki amansız savaş.
Nefesleri bile havada buza dönüştüren acımasız kış; hükmü altına almıştır tüm kainatı. Telefler başlamıştır kimsesiz sokak hayvanlarında. Açlık ve soğuk gaddar, merhametsiz bir düşmanın elindeki en ölümcül silaha dönüşmüştür.
Bitmez tükenmez bu azgın günlerde elbette ki sıcacık özlemler düşer yüreklere. Sanki kaf dağının arkasındaymış ve hiç gelmeyecekmiş gibi hasretle beklenirdi gelecek güzel günler.
Saya gezileri bu sıcak günlerin ilk müjdecisiydi adeta. Toprağın tembelliğinden utanıp silkinip kendisine geldiği günlerde, mahalle delikanlıları saya gezmelerinin hayaliyle tutuşurlardı günler öncesinde. Zemherinin son günlerinde nihayet gelmiştir umutla bekledikleri mutlu gün. Saya azgın kışın yarılanmasının işareti sayılırdı.
Mahallenin belli yerlerinde toplanan gençler kılıktan kılığa girerlerdi saya gezilerinde. Kimisi yün ve pamuk kullanarak sakal bıyık yapar dede olur, kimisi zenne, kimi çoban olur; kimi de kadın kılığına girer hep birlikde düşerlerdi mahalle aralarına.
Gençlerle birlikde hane sahipleri de uzun bir ipi çeker gibi çekerlerdi saya günlerini. Nihayet bir gün sayacılar çalarlardı kapılarını. Sayacıları içeriye davet etmemek en büyük ayıptı geleneklerde. Artık başlardı sayacılarla birlikde hanede eğlence. Ziller çalınır, şarkılar söylenir orta oyunlar oynanırdı hep birlikte. Ev sahipleri hazırlamıştır sayacıların harçlığını. Oyunlar bittiğinde sayacılardan biri atarak kendini yere, ölü takidi yapardı. Diğerleri arkadaşlarını yerden kaldırırken harçlıkları ceplerine sıkıştırılırdı.
Saya gezmeleri bittiğinde gençler bir güzel yerlerdi topladıkları harçlıkları. Toz şeker, nişasta ve limon tuzundan ürettikleri ve adını "tel tel" koydukları şekerlemeyle birlikde satın aldıkları çerezleri bir güzel midelerine indirirlerdi.
Saya heyecanı biter bitmez bu sefer de Nevruz heyecanı düşerdi yüreklere. Baharın müjdecisi öksüz oğlan çiçekleri ( kardelen çiçekleri) merhaba derdi dünyaya karların eridikleri yerden. Bir araya gelen gençler doğada buldukları dikenlerin üzerlerine kardelenleri dizer ve başlarlardı ev ev dolanmaya. Dikenler öksüz çocukların temsilcisidir. Yani analık ya da babalık elinde büyümüş çocukların temsilcisi sayılırdı diken. Gençler ağızlarında " öksüz oğlan çiçeği seni kim dövdü. Şu mu dövdü, bu mu. Seni döven eller kırılsın" manisiyle ev ev gezerler ve yardım toplarlardı. Kapıları çalınan hane sahipleri başta para olmak üzere gönüllerinden geçenleri yardım olarak verirlerdi gençlere. Sonuçda topladıkları her şeyi paraya çeviren gençler, mahallenin öksüz ve yetim çocuklarına elbise, kazak ayakkabı gibi giyecekler alırlardı.
Baharın temsilcisi sayılan bir başka gün; hıdır ellez de gelmiştir nihayet ağır adımlarla. Nişanlı gençler için çok daha önemlidir hıdır ellez. Oğlanın ailesi bir kuzu alırdı hıdır ellezden bir gün önce. Kuzunun boynuna kırmızı kurdelaya bağlanmış bir altın takılıp, alnı kınalanarak kız evine gönderilirdi. Kız evinde hıdırellez için dolmalar sarılır, yemekler yapılırdı. Oğlan evinin durumu iyiyse ahçı da tutulurdu yemekleri yapması için. Hırır ellez sabahı araçlar temin edilip gidilirdi kız evine. Hep birlikte araçlara binilip varılırdı mesire yerlerine. Ağaçlara salıncaklar kurulurdu hemen. Akşama kadar yenilir, içilir eğlenilirdi. İp atlama, yakan top gibi oyunlar en çok oynanan oyunlardı.
Özellikle genç kızlar ve delikanlılar için apayrı bir önemi vardı hıdır ellezin. Günler öncesinde düşerdi heyecan yüreklerine. Hele son günlerde hiç geçmezdi zaman. Çoğu hiç uyumazdı son gün sabaha kadar. Her iki grup da ellerinde ne var ne yok olanlarını takıp takıştırıp, süslenerek hayallerlyle birlikte giderlerdi mesire yerlerine. Oğlanlar limon sürerdi saçlarına. Delikanlılar ve kızlar ayrı ayrı yerlerde öbekleşirlerdi mesire alanlarında. Kızlar uğrun uğrun bakışlarla süzerlerdi delikanlıları. Oğlanlar ise hacı yolu bekler gibi beklerlerdi kızların toplarının kendilerine doğru kaçmasını. Böyle durumlarda şimşek gibi fırlarlardı topun arkasından. Hangi topun kimin için atıldığı belli olurdu genellikle.Cesaretli delikanlılar topu verirken bir de mektup sıkıştırırdı kızın eline.
Davut Tunçbilek/Elmadağ
Kaynak. Mehmet Ali Tunçbilek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.