- 931 Okunma
- 8 Yorum
- 1 Beğeni
Emperyal Ulus Teorileri ve Globalizmin Kabile Siteler Çağı
Mezhep temelli, din merkezli, sülaleye dayalı milicilik ve millet olmaz...
Şah İsmail Hatayi de bu nedenlerle büyük bir Türk hükümdarıdır.
Aynı tarihsel zaman dilimi içinde Anadolu’da Osmanoğulları, İran’da Şah İsmail (Kızılbaş Türkmen) devleti, Orta Asya’da Özbek Şah (Şeybani) ve Hindistan’da da Babür’ün Türk İmpratorluğu var ve bunlar birbirleriyle güç mücadelesi veriyorsa, buna başka türlü bir bakış tarihselliği aramak gerekiyor.
Üç Tarz-ı Siyaset 1903-1905 arası kaleme alınmış.. yani olmuş yüz küsür yıl.
Bizim uluslaşmamız ve buna engel olan sülalevi, ümmi, mezhebi çok başlılığın çaresi; bunların tümünü birden kapsayacak laik ve ilerici karakterli bir "ulusal sorun" potasında eritmekle mümkün olmalı.
Göreceli bile olsa Türk aleminde din, mezhep, ümmet, veya sülale temelli bir Türklük anlayış genel kabulü vardır ve bu vaki olmuştur diyebiliriz.
Bunların tümünün Merkezi Asya’daki kadimçi-ceditçi veya sol veya sağ skalada çözümlenecek federalist-ünitarist birlik üzerinden bir proğramla ilerletilmesi gerekiyor.
Oysa biz, Akçuraoğlu’nun programlaştırıp, üç seçenek haline indirgediğininde gerisinde ve buna tamamen zıt bir tarih ve siyasi-sosyal proğrama yöneltiliyoruz.
Bu yöneltilişte görev alan rol modeller, dış proleterya (emperyal-kapitalizm) tarafından bilinçli bir şekilde hale yola konuluyorlar.
İç proleteryanın (yani Türklerin) tarih ve ulus toplumsal bilincinden koparılarak, güruhlaştırılıp-sürüleştirilmesiylede bu süreç paralel gidiyor.
Sorun, siyasi ve iktisadi toplumsala etkin her türlü alanda Türk olup olmama ve yine geçilmesi elzem bir toplumsal aşama olarak ulusal sorundan, yani Türklükten; bir mezhep, bir etni veya bir cemaat lehine ayrışmayı makul görüp, görmemek sorunu oluyor.
Devlet kanalı TRT’de "Öteki Gündem" diye Pelin Çift adlı proğram sunucusunca gerçekleştirilen bir yapım var.
ismail Hatayi ve Yavuz Selimi arasındaki savaşta (Çaldıran) Şah İsmail’i ve kurduğu devleti Türk kabul etmiyor.
Gerekçesi neymiş efendim?
Şah İsmail Osmanlıları her zaman engellemiş.
Ne kadar makul ve mantıklı bir gerekçesi(!) var değil mi?!
Söylediklerinin içini doldurduğu tezleri ise, Türk devletleri olursa; ille sünni ve ortodoks dinsel temelli ulusdan olur!
Olmazsa olmuyor demektir.
Hayretler içinde kalıyorsunuz !
O kadar ki, proğramına çağırdığı ve epeyce bir polemik yaşadığı tarihçi-akademisyen değerli konuğuna delil olarak sunduğu kaynak kitaplar da yeni Osmanlıcı zihniyetteki bir profösörün yazdıklarıdır.
O zihniyet yazıyorsa, bu tür millet ve devlet tarifi kesinlikle doğrudur(!)
Elindeki kitabı salaya sallaya, sayfalarından ayet-i kerime satırları okuyor gibi ve kaynak gösterdiği şeylerden tefrit derecesinde emin, ısrarla ve baskın ifadelerle sülale ve mezhep temelli Türklük yapmaktadır.
Örneğin, Osmanoğullarının kurucu aşireti olan Kayı boyuna ve ortodoks sünniliğe dayalı olan Türk ulusçuluğu diye bir şey yoktur !
Veya Selçukoğullarının Kınık boyu temellinde bir Türklük...
Yine Uygurların Yaglakar kurucu ailesi temelinde de bir Türklük yoktur !
Veya bunun tersi olacak şekilde Şah İsmail merkezli, heterodoks İslam inançlı Alevi-Avşar-Bayındır- boyundan karışım bir Türk ulusçuluğu anlayışı da yoktur !...
Atatürk’ün 1923 yılında uygulamaya koyduğu aydınlanmacı ve laik karakterli Türk milli demokratik devrimi, işte bu nedenle (asla) taviz verilmemesi gereken bir mevzi oluyor.
Ocak-2016
Ahmet Kutlu Ayyüce
YORUMLAR
Kemalizm değil de 1923 Türk milli demokratik devrimi diyelim.
Böyle daha doğru bence.. o zaman ki konjonktür hem Türkiyeliliğe, hem Anadoluculuğa ve hem de Osmanizm restorasyonuna uygundu.
Ama bu kadar ulusal burjuvazi ve proleterya yokluğuna rağmen "ulusal sorun" Türk kimliğinde ve devlet modeli üniter olarak kodlandı.
Şimdiki toplumsal yapı Türk kimliğine ve ulus devlete daha çok uyumlu ve teşne, hatta o kadar atomize edilme anlamında iç ve dış hegemon-egemen karıştırcı dayatmasına rağmen.
Atatürk, Türk ulusu ve Türkiye Cumhuriyeti formülasyonu en son Fetocu kalkışma sonrası Akp tarafından bile kabul gördü...
Toplumda bu kavram değerlerin çok geniş bir kapsayıcı desteği var, ama hareketin doğru (Atatürk modeli hedeflere) yöneltici öncüsü yok...
Benim diğer yazılarımda var...
Yani acizane yeni ulus, ezilen ulus, emek temelli ulus önermeli yazılar şekinde...
Onları okusanız geniş zaman diliminde yazışabiliriz.
Benimde sizin yazdıklarınızı okuyabileceğim kaynaklar varsa, bunu memnuniyetle yaparım.
Esenlikle...
Göktürkmen tarafından 8/20/2016 4:13:06 PM zamanında düzenlenmiştir.
Eleştiri ne haddime! Fikir teatisi diyelim. Ki hem ipler gerilmez hem birbirimizi anlarız. Bedel kastından nasıla dair bir yanıt aldığım kesin. Kendi adıma ikna olduğum muhakkak olmakla birlikte (yöntemden bahsediyorum), dayandığı manivelanın devrimi kaldırabileceği noktasında karamsarım. Konjonktürün Marx'tan bu yana epey farklılaştığını, emperyal ittifakların ideal (Kemalist) bağımsızlığa müsaade etmediği gün koşullarında manivelanın elden geçirilmesinin zaruri olduğunu el yordamı ile buluyorum.
Yani benim yazdıklarımı eleştirdiğiniz kesin, orada bir sorun görmüyorum.
Bir tespit veya izaha muhtaçlık bakımından anlamadığım şu; teyit amaçlı netleştirmiş oluyorum.
Toplumdurumsal (jeopolitik) açıdan uluslararası iktisadi ve siyasi sisteme eklenmişlik gerekçesiyle ve sanki sizin tarafınızdan yazıdaki ulus-devlet yapı teoriselliği normaliteye çekiliyor gibi anlaşılıyor.
Ben tarihe bakarak ve sosyolojden de ayrıksı olmadan (marksist ya da Hobbesyan devlet ve ulus önermeyle değil) ulusal sorun aşamayı ve buna bağlı bir ulusal ve demokratik devrimler dizgesini anlatmaya çalıştım.
Siz sanki The System'i dayanak yaparak, yerer gibi bir övgü tuhaflığıyla; hem genel sosylojik aşamalanmayı ve hem de eko-politik örgütlenme modeli olarak devleti ve ulusu ayrıştırmayı bedelli (normalmiş gibi) görüyorsunuz.
Ben yazdıklarımın hiç bir yerinde, bedelsiz bir devrim veya bağımsızlık türünde ulusal yapı kompleksi önermedim.
Hatta demokrasi, demokra(t)si veya carped(i)emokrasi gibi eğlenceil ama tutarlı bir geriye gidiş dizgesi atıfı dahi önerdiğimi anımsamıyorum.
Benim zaten "cici demokrasi" ya da "tüketimsel demokrasi" veya "sosyal demokrasi" anlamındakidevlet ve modeller ilgi alanıma hiç girmiyor.
Eleştirelliğin asal ve temel konumlanmalarından birisi budur.
Ortak kavramlar üzerinde anlaşmak lazım.
Çok fazla kıta Avrupa/Amerikan sosyolojik kavramları ile konuşuyorsunuz.
Yergileriniz dahi bu sebepten "övgü" imiş gibi gibi okunabiliyor !
Esenlikle...
Göktürkmen tarafından 8/20/2016 3:19:03 PM zamanında düzenlenmiştir.
Özel/öznel bir kavramın (millet/ulus) yaygınlaş(tırıl)ması illüzyonu/manüpilasyonu çerçevesinde kavrama dair nesnel bir nesneymiş algısı üretilmesi bana çok da esas gibi gelmiyorsa eğer, bunun nedeni kavrama dair teorinin varolabilmesinde birçok koşul-şart barındırıyor olmasıdır. Ki önceki soru da tam da bunun için var. Uluslararası kuruluşlar sırtınızı dönüp eyvallah diyebileceğiniz yerler olmadığı gibi ülke de yabancı sermayeye "hadi boşaltın artık" diyebileceğiniz bir land değil. Devletin moda tabirle milli iradi bir strateji çizmesi yalnızca land içindeki tebaanın gönlünü ferah tutabilir (o milli iradi stratejinin sınırları bizatihi A Kutlu Ayyüce tarafından çizilmiş olsa dahi). Olur ya, bu strateji yabancı sermayenin ayağına bastı/basıyor, komşunuzun yangınının memleketinizi sarması doksan saniye sürer, faturası da önünüze konur. Bilirsiniz ki gizli özneli, nesne komprodorlarca idare edilen finans-kapital çağında faturalar misliyle ödetilir.
Yok.. ben hep nesnel kaygıyı gözeten bir önerme-teori tercih bütünsellikle yazıyorum, bunları.
İdeolojik olarak yakınlığımın olması, konuyla ilinti-ilgi-bilgi dengesindedir.
Belirleyen değil, bilinçli edilgen haliyle kalıyor..
Öznelite aksettiriminde dikkatli davrandığımı düşünüyorum, hatta bundan eminim.
Esenlikle...
Göktürkmen tarafından 8/20/2016 1:53:51 PM zamanında düzenlenmiştir.
Yasama dönemsel bağlayıcılığı olan (yetki, sorumluluk, ceza) gibi bir güçler ayrılığı sistematiği olmalı.
Toplumsal katmanların tümünün temsil edildiği bir ulusal cephe meclisi, kadın ve erkek eşit ve denk bir kota, 1923 Milli demokratik devrimine hukuki dayanak olarak 11 Kasım 1938 eveveli referans alınarak bir güncelleme de gerekiyor.
Milli milat 10 Kasım 1938 evvelidir.
Pratik veya paragmatik siyasi ulusçuluktan ziyade, toplumbilimsel bir zorunlu gerek aşama olarak (uluslaşmanın) tamamlanıp tamamlanmasıyla belirginleştiği, bunun sonucunda da ulus ötesi ulus süreç-aşama zorunluğunda olmasıyla ortaya çıkıyor.
Ağa ve maraba uluslar benzetmesinden; ulus, ulus ötesi ulus ve emperyal ulus dizgelenimi gibi...
Son olarak yorumunuzda yazdıklarınızın tümüne yakınını paylaşıyorum.
Partisiz meclis ve tek parti riski konusundaki ayraç ne olacak gibi bir pratik soru sormuş olarak sonlandırıyorum.
Yorum katkınız için teşekkürler, esenlikle...
Göktürkmen tarafından 2/9/2016 8:44:20 PM zamanında düzenlenmiştir.
Partisiz Parlamenter Sistem Neden Gereklidir? // Türk İnsanlık Devrimi // Atatürk ruhu Önder Karaçay
Her seçimde kimi seçelim diye oylar yanlış tarafa gitmiyor mu? Gidiyor!
İşte yazıma böyle can alıcı bir soru ve tespitle başladım ki ne demek istediğimiz çok net anlaşılsın.
Böyle bir soru akla geliyorsa; orada bir seçeneksizlik söz konusudur. Yani kendini temsil edeni seçemiyorsun demektir.
O zaman asil sensen ve seçilen seni temsil için seçilmişse ve etmiyorsa, ettiğine de inanmıyor, bu seferde bunu deneyelim hep diyor ve yenilgi ile dayak diyorsak sorun sende kardeşim.
Neden diyenleri duyar gibiyim.
Çünkü; okumak, düşünmek ve fikir üreterek üretilen fikirle eyleme geçmeyen tüm toplumlarda tavukların yumurtası habersiz şekilde seni temsil edenler tarafında çalınır ve senin izin verdiğinin bile farkına varmaz. Sadece yakınır durursun. Yakınmak içinde sosyal medya gibi gaz alma ortamı yaparlar. Sadece psikolojik olarak rahatlamanın ötesine geçemezsiniz.
Öyleyse sorun ne? Sorun 12 Eylül ürünü Siyasi Partiler Yasasıdır ve 2002 yılında tüzüğünde yazmasına rağmen bu yasayı değiştirmeyen proje partisi ve buna 14 yıldır oy verenler ile bu projeye destek olan muhalefete oy verenlerdir.
Haklılar sandığa gitmeyenler ve gitse bile hiçbir siyasi partiye oy vermeyenlerdir.
Bu ne demektir?
Siyasi partiler diktalar tarafından yönetilmektedir. Kendilerini seçecek üyeleri kendileri belirler sonra parti içi demokrasi adına oyun oynanır kurultay oyunlarında rakipler ağır yenilgi alır ve dikta düzeni devam eder.
Siyasi partilerin tamamı bu diktayla yönetilen bir ülkede demokrasiden bahsedenin niyetinden şüphe etmeyenin niyetinden şüphe edilmelidir.
% 10 baraj rezaleti de zaten çok radikal görüşlerin meclise girip dikta sisteminin rahatsız edilmemesi içindir.
Son 35 yıldır biz kiminle içte ve dışta savaştığımızın farkına sanırım yazılarımı okuyanlar varmışlardır.
Geçmiş günlerde paylaştım. Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı 21 Aralık 2015 tarihinde rahmetli oldu. Kendisi ülkemizin büyük sermayesi adına dünyanın gizli derin devletine üyeydi. Siyasi partilerden (Örneğin Atatürk’ün kurduğu yalnız Atatürk adına hiçbir fikrinin kalmadığı Cumhuriyet Halk Partisinden) bazılarını, bazı gazeteci ve iş adamlarını bu gizli dünya derin devletine davet ediyordu.
Soru; Türkiye Cumhuriyetinde Derin Devletin başı sermaye miydi? Değilse yukarıdaki paragrafta yazdığım rezaleti kim nasıl açıklayabilecek?
Açıklanacak bir durumu yoktur. Çare bellidir. Siyaset, sermaye ve din adına ülkemiz ve milletimizi bölüp parçalamak ve yönetmek için bir çete vardır. Ve bu çeteyi bir sırla 45 yıllık ömründe takip edip kitapla çökerten ve kitabıyla ilk kurşunu sıkarak Türk Milletiyle yürek meydanında vatanın ve milletimizin kurtarılması için Atatürk ruhu olarak yola koyulmuştur.
Macun tüpten boşalmıştır artık. O macun o tüpe geri girmez. Sonuna kadar bu çete temizlenecek.
Kitabım Mobbıng Bank Skandalbank’ın Skandalları Türk Fırtınası Atatürk’ün NUTUK sonrası yarım kalan İnsanlık Devrimini tamamlamak için bir sırla yazılmıştır.
Bu sırrın şiirlerini http://www.antoloji.com ve http://www.edebiyatdefteri.com ve benzeri sosyal ağlarda yazdım. Zaman zaman ihtiyaç olduğunda yine paylaşıyorum.
Çözüm nedir o zaman?
Çözüm Türk Milletinin kendi kendini yönetmesi için PARTİSİZ PARLAMENTER SİSTEM ile Türkiye Büyük Millet Meclisini seçmesi ve her ilden gelen vekillerle de bir kadın, bir erkek Türk Devlet Başkanlığı makamını temsil edecek iki adayı TBMM’si seçecek. Ayrıca Türk Devlet Başkanlığı makamına bağlı ve her hafta toplantı ile gündem için bakanlar ve bakanlar kurulu olacaktır. Bu kadar basittir.
Türk Milleti her gün siyaset konuşmak istemiyor ve bıktı. Çünkü dünün Başbakanı her gün bir gündem ile milletimizi oyalayarak yumurtaların çalınmasına yol açıyordu. Bugün yine sanki ülkede muhtarlarla görüşecek hiçbir kimse yokmuş gibi bilmem kaçıncı muhtarlar toplantısı gibi bir komedi yaşanmaktadır.
Bunun amacı da bellidir. Yalnız şu unutulmasın muhtarlar milletin oyunun sahibi değildir. Kendileri de millet tarafından seçilmiş olup, burada dönen kirli bir oyunun aleti olmamalıdırlar.
Sandık // Türk Devrimi Şiirleri // Önder Karaçay
Kendini yönetemeyenleri yönetirler diye kendimizi yönetmek için;
Hayatımız boyunca sandığa oy attık,
Sandığa her attığımız oyu demokrasi,
Oy verdiklerimizi de bizi temsil ediyorlar sandık!
Birileri tarafından kodlanmış kişiler oy istediler oy sözü verdik,
Bizi temsil etme sözü verdiler, söz aldık,
Bizi adam yerine koyup vekâletimizin sözünü tutarlar sandık!
İnandık, kandık, kandırıldık!
Sandıktan çıkanı biz sandık…
Ne sandığa attığımız oyumuza sahip çıktık,
Ne de sandığı açtıktan sonra sandıktan çıkana!
Önümüze sandığı koyan sandıktan çıkanın ne olduğunu söyledi,
Çıkanı doğru sandık.
İnsanlık tarihi hiçbir zaman yozlaşmış,
Temsili sistemle değişime uğramamıştır,
Sandığın fetiş tapınır bir hale gelmiş haliyle,
Seçeneksiz bir zorlamaya maruz kalmış olmamıza ne demeli?
alternatifi bile seçenek aratırken!
Çünkü sandığı demokrasinin tek ve olmazsa olmazı sandık!
Sorunlu temsili sistemin tarihi sıkıntı üreten gerçekleri ortadayken,
Bu yalana bir şölen gibi alkış tutuyorken,
Barajlara, barikatlara takıldık kaldık!
Nereye destek adına millete baraj kuran bir sisteme adil dedik.
Birileri millete benim seçtiklerimi seçeceksiniz dedi,
Biz kimi seçtiğimizi bilemedik!
Çoğunluğun hangi yöntemle elde edildiğine bakılmadan,
O çoğunluğa karşı çıkanlara saygısızlık yaptık.
Aldatmacalarla insanlar pasifize ediliyorsa,
Orada ne temsili demokrasi vardır ne de sandık!
Sandığın dışında da demokrasiler ve örnekler var unutulmamalıdır,
Hangi sandıktan polis devleti şiddeti çıktı ki?
Dünyanın en güzel gözlü, en güzel yüzlü,
En güzel yürekli insanlarına acı su sıktı?
Kendine gelince baraj, halka eziyet etmeye gelince baraj, barikat,
Halkın attırdığı geri attırdığı adımları gel de bırak at,
Tarih çok iyi bilir, halkın kimlere, nasıl geri adımlar attırdığını?
Temsili demokrasi parmak hesabı olmayıp,
Mücadeleyi temsile taşıyabilmektir,
Yaşadığı zamanın ruhunun dışına çıkamayanlar,
Yüzünden sandıkta kaybetmeyi hep mahkûm sandık!
Siyasetçiler oy isterken konuştular yalnız hiçbir şey söylemediler,
Seçmenler dinlediler yalnız neyi söylemediğini anlamadılar,
Ve bu sebeple doğru seçim yapamadılar,
Parasız insanları kullandılar,
Paralı insanları parayla özgür yaptılar,
Yetkiyi kimden aldılar bu yetkiyi kimin çıkarı için kullandılar?
Yine de sandık dediler.