- 830 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KÖYÜN AKILLISI
MISIRVEREN KÖYÜ
Aziz Ayar
Lakabı Çello
Seleki aşiretinden
Düğünlerde, köy meclisinde nükteli manili sözleriyle halkı neşelendirir ve kimi zaman düşündürürdür.
Eline geçen bir süpürgeyi veya benzer bir aleti saz niyetine kullanır, ağzıyla geliştirdiği nota tınısıyla maniler söylerdi.
Mısırveren köyüne komşu Humarlı Köyünün efsane muhtarı Bin Ali Yılmaz’ın yüzüne söylediği maniyi örnek verelim:
Bayık te vızı vızı
Bino Kaşe sade dıze
Çello’nun Kürtçe söylediği maninin Türkçe karşılığı şöyle...
Rüzgâr vızır vızır
Bino Kaşe hırsız
Çello gibi yarı divane insanların sözleri kimseyi rahatsız etmiyor, toplum içinde bir başka önemli yer tutuyordu.
Günümüz toplumlarında ve ikili ilişkilerinde bir divane veya benzer birisinin bir başkasının yüzüne yukarıda ki sözleri sarf etmesi hiçte hoşgörüyle karşılanacağını sanmıyorum. Kaldı ki, bu sözleri bize aktaran kişi Rahmetli Bin Ali Yılmaz’ın oğlu değerli aile dostumuz Hüseyin Yılmaz’dır. Bu hoşgörüsünden dolayı kendisine teşekkür ederim.
Her köyde olduğu gibi Mısırveren köyüne de çerçiler gelirdi.
Uzun zamandır köye gelen ve köylülerle neredeyse akraba olan çerçinin bir derdi vardır.
“Hasta olacak insanın ayağına baytar gelirmiş.”
Çerçide derdini anlatmak için birini ararken karşısına Çello çıkmış.
70 yaşlarındaki çerçi saç kıran hastalığına yakalanmış.
Çerçi “Yahu Çello şu halime bak!... Saçık-sakalım hatta kaşlarım dökülüyor. Benim derdime derman olacak bir ilaç biliyorsan ananın, babanın hayrına söyle... İyileşirsem dile benden ne dilersen”
Kendinden emin gururlanan Çello çerçinin etrafında komutan edasıyla dolanır, aşağıdan yukarıya süzerken eşeğin palanında, güneşin şavkıyla çil çil ışıldayan sarı Besni üzümlerini avuçlayıp ağzını doldurur. Dişsiz damakları üzümleri ezmeye çalışırken yorulan yanaklarını kurbağanın balonu gibi şişiren Çello sert meyvelere dokunmaz.
Damakları arasında kalan tek-tük dişleriyle ezdiği üzümleri yutkunurken “Çerçi efendi, sen hiç merak etme!” Gözleri parıldayan çerçi bırakın merak etmemeyi aksine daha da meraklanır. Hatta öylesine heyecanlanır ki, Çello’nun avuçladığı üzümleri takip etmeyi bırakır.
“üzümler sana helal olsun” der.
-Çello gurban, Allah’ını seversen de hele, şu meredin derdi ne ola?”
Adeta gurur patlaması yaşayan Çello, başkomutanlığa terfi etmiş General gibi adımlarını sert vurmaya başlar ve sanki bir gizli savaş planını açıklıyor gibi Çerçiye iyice yaklaşır.
-Var... Sen hiç merak etme... Senin derdinin çaresi bende!
- Allah’ını-Peygamberini seversen, Ali aşkına, Ehli-Beyt aşkına, söyle... Al... Al üzümler-leblebiler sana gurban olsun...
- Şimdi aç kulağını beni iyi dinle!... Kasaba eczanesine gidecen, “Benngu” diye bir ilaç var onu alacan... Anladın mı?
Çelloyu can kulağıyla dinleyen Çerçi “Anladım Çello gardaş, iyi anladım”
- Bu ilacı yaralı yerlerine sür, ertesi günü hiçbir şeyin kalmayacak.
Çellonun söylediği ilacın ismini veresiye defterine yazan Çerçi soluğu kasabanın eczanesinde alır.
-Titreyen heyecanlı parmaklarıyla defteri açan Çerçi, eczacıya “Benngu ilacından istiyorum” deyince, eczacı gülümser. Köy kültürüne yabancı olmayan eczacı bu tür reçetelerle çokça karşılaşmış ve kimin kime ne tür şaka yaptığını gayri ezberlemiştir.
Eczanın gülümsemesinden işkillenen Çerçi, az merak, az şüpheyle eczacının ciddileşmesini bekler.
Eczacı, “bundan bizde bulunmaz, ama sende çok var” der.
Eczacının sözlerinden bir anlam çıkartamayan Çerçi suskun, çaresiz bir çocuk gibi küçülen gözleri yardım ister gibi eczanenin raflarını tarar.
Eczacı, “Seni Mısırveren Köyünden Çello’mu gönderdi?” deyince bir kumpasın içine düştüğünü anlayan Çerçinin omuzları kollarının üzerine çöker. Başı öne düşen Çerçi eczacının “Utanmana gerek yok, Çello bunu hep yapıyor. Ah bir bilsen! Kimler onun oyununa gelemdi ki?”
Çerçi, son nefesiyle “Beyim... bundan, bende çok olduğunu söyledin ya!...”
-Evet
- He... Bu nedir ki; bende çok ola!...
Bıyıklarının üstünden çaktırmadan gülümseyen eczacı “ Yahu şey işte!... İnsan dışkısı diyemeyen eczacı “hayvan dışkısı” deyince Çerçi bir kızgın boğa gibi burnundan soluyarak kendini dışarı atar.
Turan Karatepe
Kaynak: Ata Durak
HUMARLI KÖY
Her köyün kendine has delisi, akıllısı, divanesi, falcısı, büyücüsü, bilge dedesi, şifacı ninesi vardır.
Şamanizm-Zerdüştlük gibi inançlara sahip kavimlerin sosyal yaşamlarını hukuksal şekillendiren bu tür gelenekleri uygulayan kişiler o toplumu yöneten, yönlendiren bir anlamda filozoflarıydı diyebiliriz.
Gerek düzenli yaşam biçimine geçildikten sonra, gerek semavi dinlerde olduğu gibi İslam inancında da yeri olmamasına rağmen yatırlardan, türbelerden, ölülerden, geçmiş efsanelerden, beklenilen kahramanlardan, fallardan, doğa olaylarını yorumlayanlardan medet umulmaya devam edilmiş-edilmektedir. Buna neden olan etken, halkın üzerinde bir büyük baskı uygulayan merkez ve yerel otoriter ve despotik yönetimlerdir.
İçi boşaltılan, engellenilen bilimsel materyalist düşüncenin ve felsefenin yerine dogmatik geleneklere aklını teslim etmiş toplumların iki yakası bir araya gelmemiş ve gelmesi mümkün değildir.
Sahipsiz bir kimse veya bir toplum çaresiz kaldığında yılana sarılır gibi bir ağaca sarılır, bir mağaraya sığınır, dağları kendisine mesken tutar. Bu nedenle adı eşkıyaya çıkar.
Gün geçtikçe omuzlarına çöken baskıya dayanamayan halkın birliğini-dirliğini ve gücünü koruması adına türküler-şiirler söylenir, destanlar içinde kendi kahramanlarını yaratır ve insanlar o kahramanın geleceği günü umutla, sabırla, inanç ve inatla beklerken yürekleri çelikleşir, zorbalığa karşı bir bütünsellik için daha güçlü direnirler.
Kimini “Deli deli kulakları küpeli” diye kızdırırız, salt fakirdir diye kimini adam yerine koymaz bir sözüne kızar köpürürüz. Ve benzeri durumlar...
Bir özeleştiri yapacak olursak maalesef böyle hallerimizde var.
Toplum içinde kadınların, kızların, çocukların olmadığı sohbetlerden çıkan her karar ve düşünce salt erkeklere ait olduğu için daha sert ve daha acımasız olmuş ve olmaktadır.
Gerek sanayi toplumlarda olsun gerek homojen kültürlerde olsun içinde kadın düşüncesi, kadın fikri, kadın eli yok ise o topluluk sağlıklı gelişim gösteremez. Ortadoğu başta olmak üzere Müslüman coğrafyanın içine düştüğü kaos bunun reel örneğidir.
Dostlar, bu ve benzer konuların içine girildiğinde çıkması sor oluyor. Ne yapalım geçmişte olduğu gibi her günümüz yangınlarla geçiyor. Duyarsız ve tutarsız kalmamak adına her yazımda birkaç hatırlatma yapmayı vazife edinmekteyim; diyorum be Humarlı Köyü’nde çok konuşulan bir efsane ismi sizlerle tanıştırıyorum.
Adı: Hasan
Lakabı: Deli Hasso
Uzun boylu, geniş omuzlu, kalın kaşlı, elleri nasırlı-sert ve geniş. Tabiri caiz ise “iri kıyım” deyimine uygun bir zatı muhterem.
Evli olmasına rağmen çocuğu olmayan Deli Hasso, yaz-kış düğmeleri yarıya kadar açık ince bir gömlekle dolaşırdı. Sığındığı bir toprak evden başka arazisi, malı-mülkü olmayan Deli Hasso’nun en büyük tutkusu eşeklerdir. Ona yakın eşeği vardı.
İki gözlü evinin bir odasını mutfak, oturma ve yatak odası olarak kullanırken diğer odayı eşeklerine ayırmıştı.
Kışın eşeklerin sıcaklığı kalorifer görevi yaptığından kokusuna katlanıyordu. Gerçi zamanla inan genzinin alıştığı koku insanın kendi kokusuyla özdeşleşir.
Köyde nükteleriyle tanınan Hasan’ın üzerine yapışan “deli” lakabı onun bir sessiz gariban olmasından daha ne olabilir ki?
Gerçek anlamda zihinsel özürlü (hasta) olmasına rağmen bir zengin çocuğu için arkasından “deli” diye alay edildiği görülmüş müdür?...
Anadolu insanın değişmez kaderi sayılmış ço sayıda delilerinden biriside “Deli Hasso” emmimiz, dayımız, ağabeyimizdir.
İşin bir diğer ironik tarafı ise yaşarken kıymeti bilinmeyen bu karakterler hakka yürüdükten sonra sözlerinden ibret alınır, mezarı türbeye dönüştürülerek kurbanlar adanarak dertlerine şifa aranır.
Hani dedik ya! Deli diye kendileriyle alay edilir... Bu, nevi şahsına münhasır karakterler hiçbir sözün altında kalmaz anında, gurbetçi mektubu gibi hazır cevabını yapıştırır, sözü gediğine koyarlar.
Deli Hasso, köy köy dolaşır kendisini bir Alevi Dedesi diye tanıtır, çetin kış günler için yardım toplardı.
Kaynak: Hüseyin Yılmaz
***
Merkezi İstanbul Çağlayan’da olan Humarlı köy derneği, Kangal ilçesine bağlı kırka yakın köylerin bir araya gelerek kurdukları “Kangal dernekleri federasyonu” üyesidir.
Diğer köylerde olduğu gibi Humarlı köyünün de kendisine has özel insanları ve kabiliyetli şahsiyetleri var. Biz bunlardan birisini Deli Hasso’yu örnek aldık. Ruhu şad, menzili mübarek ve devri daim olsun.
Bu hikâyeyi bize aktaran Hüseyin Yılmaz’a teşekkür ederken yine kendisinin anlattığı bir başka hikâyeden kısa alıntılar yapalım.
Hüseyin Yılmaz der ki:
Bizim büyük dedelerimiz ilk yerleşik olarak Humarlı Köyü’ne gelmişler.
Her bireyin ve her ailenin bir lakabı olduğu gibi bize de “Kaşeler” denilmiş. Anlamını sorduğumda: “Büyük dedesi Hüseyin’in keçe kalınlığında uzun, siyah bir paltosu varmış, bundan dolayı lakabına “Kaşeler” denilmiş olduğunu söyledi.
Büyüklerimiz, Köye daha önceden yerleşmiş olan “Çelikanlar” adlı kabile ile 4-5 yıl kadar iyi komşuluk yaşamışlar. Sonunda bir arazi yüzünden aralarında çıkan anlaşmazlık kavgaya dönüşmüş.
Diğer komşulardan Alikayalar’ın yanında Bektaşı Kuk adlı “azap” (Kuk’un anlamı sakat demek) üzerine vazife olmamasına rağmen elindeki baltayla kavgaya karışır ve Çelikanlar’dan birinin kafasına vurarak adamı öldürür. Cenazesini toprağa veren Çelikan kabilesi yüklerini yüklenir köyden göç ederler. Önde gelenlerden birisi ayrılık esnasında köylülere döner, bir büyük “beddua” eder.
Dedelerimiz bize bu olayı anlatırken, Humarlıların aralarında bitmek bilmeyen küskünlüklerin, kırgınlıkların ve kindarlıkların sonunun gelmemesini bu olay sonrası üzerimize yapışan büyük bedduaya bağlarlardı.
***
Hüseyin Yılmaz dostumuza bir kez daha teşekkür ederken, Halep Köprüsünün ve bölgenin tarihini “BİTMEYEN YOL” adlı kitabımızdan bir kısa alıntı ile perçinleyelim.
Halep Köprüsü birçok tarihi olaylara şahitlik etmiştir.
Çağlar dönemi günümüzden 2,5 Milyon yıl önce kültürel evrimin, organik evrimin önüne geçmesiyle başlamıştır. Tarih Öncesi Çağlar ve Tarih Çağları olmak üzere ikiye ayrılırlar. Geç Tunç Çağı M.Ö 1550-1200 arasında iken Hititliler zamanı M.Ö.2000 yılları kapsar. Karaseki Mevkii’nde eski Geç Tuç Çağı kalıntıları bulunmuştur. Burada bulunan “Aslan Heykeli” Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde “Havuz Aslanı” olarak sergilenmektedir.
Türklerin Anadolu’ya girişleriyle birlikte Oğuzların 7-8 yy’da Kangar Boyu’ndan bir grup Humarlı, Mısırveren, Havuz ve diğer bölgelere yerleşmişlerdir. Uzun zaman bölgede kalan bu gurup güçlenmiş ve beylik oluşturmuşlardır. Ancak zamanla beyliklerin kötü yönetimleri ve yaptıkları zulümler halkı canından bezdirmiştir.
Bu tür huzursuzlukların olduğu dönemde Sultan 4. Murat Revan-Tebriz seferine giderken Halep köprüsünün üstünde Padişahın karşısına çıkan ahali beylerin kötülüklerini anlatırlar. Kısa bir araştırma yaptırtan Padişah ahaliyi haklı görür ve beylikleri dağıtır, kalanları sürgüne gönderir. Bölgeden sürgüne gönderilenler, o günlerde henüz yerleşim olmayan Kangar’a yerleşirler. Zamanla evrimleşen Kangar bu günkü Kangal ismini alır.
Halep Köprüsünden Padişahta geçer, eşkıya da geçer, beyler gibi fukara ahalide geçer.
Eski köprüde bir büyük dramatik olay yaşanılır. Bu olayın kalıntıları Karaseki’nin köprüye bakan yamacını “sit” alanı olarak kayıtlı aldırmıştır.
Bir zamanlar Amerikan hava üssü yapılması planlanan Karaseki’nin ekime müsait olmayan taşlık, uçsuz bucaksız geniş arazisi bu günlerde orduya hizmet vermektedir. 12 Eylül darbe günlerinde süren “insan avı” türünden uygulamalardan birine şahitlik eden Karaseki’de miadı dolmuş patlayıcıları imha ediyorlar.
Halep köprüsü ve bölge hakkında geniş bilgiye “BİTMEYEN YOL” adlı kitabımızdan ulaşabilirsiniz.
Turan Karatepe