- 467 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Saygınlıkla perişanlık arasında çıkış aramak 1…
Yaşamdı çoğu zaman içinde bunaldığımız veya boğulur gibi olduğumuz zamanların içinde çoğu zaman çaresizlik, çoğunda da efelenmelerle kendi kendine güç denediğimiz…
Saygınlıkla perişanlık arasında çıkış aramak…
Umutlarımız vardı, yarısı çıplak, saf ve duru… Diğer yarısı ise fulü ve anlaşılmaz düşlerle kendi kendinden kaybolan bulanık düşüncelerle ve de korkularla dopdolu…
Çoğunda içindeki yaraların bulanıklığı içsel yapıyı darmadağın yaparken, çoğunda yenilgiyi kabul etmeksizin, kükrer durur…
Var gücümüzle ellerimizi yanlardan sağlı sollu sallayarak, efelenmenin ardına gizlenmiş korkusuzluk korkularını yaşarız…
İkilem bir yaşam bu, sade ve öz bir yaşanmışlıkla çocukluğumuz ve ondan sonrası karmaşa içinde silkinecek zaman bulamazken, çaresiz ve umutsuz bir yaşamla beraber baş edilmez sevda saranlarının içinde buluruz kendimizi…
“Sevdim” dediğimiz andan sonrasında hükmedemediğimiz bir yaşamın çapraşık kargaşalarının içinde hırpalanır dururuz…
Sevda veya sevgi, hak etmediğimiz telaşlarla, hak ettiğimiz güzelliklerin ardından düşen bir ikilem yaşam…
Ve kaçı kaça diye sorduğumuzla geçen anlaşılmaz olaylar ve de dayanılmaz yaşam korkularına sebep olan sevda oyunları…
Ve bu oyunlarla hırpalandıkça, dinçleşen ve daha sonrası güçlenerek güçsüzleşip çaresiz kaldığımız sevgimizin esaret dönemleri…
Sevmenin değer ölçüsü neydi? Neye göre ve kime göre çok sevme meyli ile tutuklanmış bir bedenin ruhsal boyutunda kaybolma zamanlarının anlamsız çaresizlikleri ile omuzlarımız sarsılarak ağlaya ağlaya takat limitimizi tükettiğimiz bir zaman dilimindeki çaresiz ve dermansız bedenin düşüncelerine sahip olarak ruhsal bedeni ayakta tutma zamanları…
Yani doğuştan aklımızı başımıza alıncaya kadar geçen zaman ile bu durumlar yani ağlamaya başladığımız andan susuncaya kadar geçen güçsüz zamanlarıdır ki yaşamdaki adımlarımızı ikiye ayırır…
Bitemeyesiye bir var oluş zamanlarının içinde ikilem olarak yaşam zamanları…
İşte böyle işte böylece ikiye ayrılmış bir yaşamın içinde mukayeseler yaparak yaşamın zamanları…
Güçlendikçe kendi bedenimizde kendimizi güçsüzleştirdik…
Aslında kendi kendine yoğunlaşmış kendi bedenimle savaş haliydi bu…
Yaşamın geçmişi ile, geleceğin yaşantıları ile bir gün gelip hesaplaşmasıydı bu düşünce çarpıklığı ile savaşmak…
En güç anımızda kendimizi yarınsızlıkla özleştirip geleceğin düşleri ile savaşmaktı tüm bu ikilem düşler…
Belki de gerçek ile hayalleri yüzleştirmekti bu kendi kendimize saygınlıkla perişanlık arasında çıkış aramak…
Çoğu zaman kendi kendimizin dünleri yaşamamış saymak veya geleceği başta tutup hiçe saymak aslında bunların tümüne direnmek denir…
Düzensiz bir iç savaşın içinde dönüp duruyorduk ki sen ve ben birbirimize dünleri anlatırken, yarınlardaki umutlarımızı tekrarlayıp duruyorduk…
Ve kendi kendimizi olan güçlülük çıkmazları ile tüketirken, o günleri karmaşık bir ölçü sistemi ile dengelemeye çalışıyorduk kendi kendimizden…
Yarınlar bizim derken, dünlerin unutulamaz düşünceleri içinde çapraşık ve karmakarışık halde görüyorduk kendimizi…
Bunların tümüne güç denemesi derken, kendi güçsüzlüğümüz içinde var güçle nefeslenmeye çalışıyorduk…
Her ne kadar dünler bizimdi diyebiliyorsak, aslında yarınlarda var olmalarda daha güçsüz kalıyorduk…
Sen ve ben birbirimizde güç dengesi ararken, geleceğimizin altını oyuyorduk, belki de…
Ve öğrendik ki vedalar sonsuza ulaşacak son hoş kal demelere atıyordu bizi belki de…
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.