- 745 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
KAHROLASICA KÖY ENSTİTÜLERİ(!) - KAHROLASICA İMAM- HATİP OKULLARI (!) -10-
İmam Hatip Liseleri ile ilgili olarak en fazla ( Hatta günümüzde daha da fazla) ileri sürülen iddialardan biri bu okullarda verilen eğitimin çağ dışı bir eğitim olduğudur.
Hemen ifade edeyim: Ülkemizdeki diğer liselerde ne derece çağdaş bir eğitim veriliyorsa İmam-Hatip Liselerinde de eğitim o düzeyde çağdaş bir eğitimdi ve bu gün de böyledir.
Bazı vatandaşlarımız zannediyorlar ki İmam-Hatip Liselerinde okuyan öğrenciler sadece din dersleri görüyorlar.
Hemen belirtelim: Düz liselerde hangi dersler varsa İmam-Hatip Liselerinde de aynı dersler vardı. Mesela:
Orta okul kısımlarında meslek dersleri olarak sadece Kur’an, Arapça ve Din Dersleri varken bu bölümün diğer dersleri diğer ortaokullarda görülen derslerin aynısıydı. Yani: Türkçe, Sosyal Bilgiler, Fen Bilgisi, Matematik, Yabanci Dil, Resim, Müzik, Beden Eğitimi, Ahlak Bilgisi ( O dönemler için- sonra kaldırıldı) Vatandaşlık Bilgileri filan…
Lise kısmında da Edebiyattan Matematiğe, Fizik-Kimyadan Tarih- Coğrafyaya düz liselerde okutulan tüm derslerin yanı sıra Meslek dersleri olarak Kur’an, Arapça, Fıkıh, Tefsir, Kelam, Siyer ve Akaid gibi dersler görüyorlardı.
Düz bir lisede haftada 30 saat ders varken İmam-Hatip Liselerinde okuyan bir öğrenci 40 saat ders görüyordu. Yani İmam-Hatip Liselerinin fazlası var eksiği yoktu.
Kısacası Türk Milletinin uzaya gidememesinin, aya ilk ayak basanın Türk Milletinden olmamasının, çağımızdaki pek çok teknolojik icatları yapanların Türk Milleti olmasının sebebi İmam-Hatip Liseleri değildi. Devletin 657 Sayılı Devlet memurları kanunu ile 1739 Sayılı Milli Eğitim Temel kanuna bağlı olarak tüm okullara tayin ettiği öğretmenler hangi okulda öğrenciye ne veriyorsa öğrenci o verilenlerle mücehhez olarak çıkıyordu okullardan. Öğretmenler de Bir başka Lisede görev yapsalar da İmam-Hatip Liselerinde görev yapsalar da bağlı oldukları müfredat hazretleri neyi anlat demişse onu anlatıyordu. Kısacası İmam-Hatip Liselerinin öğretmenleri zannedildiği gibi medreselerden yetiştirilip atanan öğretmenler değil fakülte ya da eğitim enstitülerinden yetişmiş insanlardı ve onlar da T.C. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından atanıyorlardı okullara.
Nasıl ki diğer okullarda her siyasi görüşten öğretmen varsa İmam-Hatip Liselerinde de her görüşten öğretmen vardı. Tek farkla: İmam-Hatip Liselerinde Meslek dersleri öğretmenleri hep sağ görüşlü öğretmenlerdi tabii ki. O bakımdan da sağ görüşlü öğretmen sayısı diğer okullara göre daha fazlaydı. Ancak sağ görüşlüleri de tek bir şemsiye altında görmek mümkün değildi çünkü Meslek Dersleri öğretmenlerinin bile yarısı MHP li yarısı MSPli ( Sonradan Refah Parti ve en son Saadet Parti) idi. Böyle olduğu halde ilk görev yerimde rahatlıkla öğretmenlerin yarısının sağ, yarısının sol görüşlü olduğunu söyleyebilirim. Öte taraftan oldukça yoğun bir ders programı olan öğretmenlerin - siyasi görüşleri ne olursa olsun- o müfredatı tamamlamak asıl amaçları olduğu için öyle siyasi propaganda yapacak zamanları da pek yoktu.
Elimi vicdanıma koyarak söylemem gerekirse bir kaç istisna dışında herkes öğretmesi gereken dersi öğretmeye çalışıyordu. O bir kaç istisna da direkt değil dolaylı yoldan bir şeyler pompalamaya çalışıyor ama pek başarılı olamıyordu. Mesela ‘’İstanbul’un Fethi’’ yerine İstanbul’un İşgali’’ diyeler oluyordu. Öğrenci gelip bize soruyordu, biz de anlatıyorduk feth ile işgal arasındaki farkı ve bu olayın bir feth olduğunu. Bunlar her okulda olan şeylerdi.
Yine İmam-Hatip Liseleri ile ilgili olarak ileri sürülen en önemli iddialardan biri sağ görüşün arka bahçesi olması konusudur.
Değerli okurlar !
İmam Hatip Liselerinin öğrencileri de diğer liselerin öğrencileri de yakın zamana kadar oy kullanamıyorlardı çünkü seçmen yaşı 21 di. Oysa 21 yaşında çoktan mezun olmuş oluyorlardı okuldan. O halde bir arka bahçelik durumu varsa bu, öğrenci bazında değil, onların velileri bazındaydı.
Şimdi soruyu bir kez daha soralım: İmam-Hatip Liseleri sağ görüşün arka bahçesi miydi?
Cevabım belki pek çoklarını şaşırtacak ama evet İmam-Hatip Liseleri sağ görüşün arka bahçesiydi. Ancak şu farkla. İmam Hatip Liselileri sağ görüşün arka bahçesi olarak yetiştiren, bu okulları sağ görüşün arka bahçesi yapan bizler(Öğretmenler) değildik.
Biraz karışık gibi geldi sanırım. Açıklayayım:
Eğer ülkede hiç bir imam-Hatip Lisesi olmasaydı. Meslek Lisesi diye bir lise de olmasaydı ve veliler çocuklarını tek tip düz liselere göndermek zorunda kalsalardı? İşte o zaman o lise eğer sağ görüşün hakim olduğu bir yerleşim yerindeyse sağ görüşün arka bahçesi, sol görüşün hakim olduğu bir yerde ise sol görüşün arka bahçesi olacaktı. Umarım anlatabilmişimdir.
Mesela 1978-1983 yılları için rahatlıkla ‘’Manavgat İmam-Hatip Lisesi sağ görüşün arka bahçesiydi, Manavgat Lisesi de sol görüşün.’’ Diyebilirim.
Tabii ki bu gün için İmam- Hatip Liseleri ve arka bahçe dediğimiz zaman Ak parti akla gelse de en azından 1980 hatta 1990 lı yıllarda bile bu okullar Erbakan’ın arka bahçesi olduğu kadar Türkeş’in de arka bahçesiydi. Demirel’e de arka bahçelik yaptığı oldu, Çiller’e de. Yani bahçe hiç bir zaman tek bir şahsın bahçesi olmadı ve belki de en az Erbakan’a arka bahçelik yaptı.
İmam-Hatip liseleri buralara gelen masum yavrucakların beyinlerinin sağ görüşle doldurulup MSP li, MHP li, AP li, DYP li ANAP lı olarak çıkartıldıkları okullar değil, bu saydığım partilere mensup babaların evlatlarını gönderdikleri okullar olduğu için arka bahçe görüntüsü veriyordu.
Peki ‘’İHL ler bizim arka bahçemizdir’’ sözü Erbakan’a ait olsa da aslında kimin arka bahçesiydi ona da bakalım mı?
Buyurun o zaman bakalım kim kendi döneminde ne kadar İHL açmış: (1950- 2001 Yılları arası )
1- Adnan Menderes Dönemi : 19 İHL
2- İsmet İnönü Dönemi: 7 İHL
3- Süleyman Demirel Dönemi: 327 İHL
4- Bülent Ecevit: 33 İHL
5- Turgut Özal : 9 İHL
6- Mesut Yılmaz : 33 İHL.
7- Tansu Çiller :167 İHL
8- Necmettin Erbakan :22 İHL.
Nasıl, sizce de ilginç değil mi ? ‘’ İmam-Hatipler bizim arka bahçemizdir.’’ Diyen Necmettin Erbakan 22 İHL açarken Bülent Ecevit 33 İHL açmış. Hatta Bülent Ecevit ‘’ Takunyalı’’ diye nitelenen Turgut Özal’dan daha fazla İHL açmış.
1930 da kapatılmış olan İHL leri tekrar açma vaadiyle gelen Adnan Menderes 1950 ile 1960 ihtilali dönemine kadarki on yılda sadece 19 İHL açarken Bülent Ecevit’in açtığı İHL sayısı ondan daha fazla.
Bir başka ilginç husus: İleride başı örtülü olarak İmam-Hatip Liselerinde okumaya devam etmek isten kız öğrenciler için ‘’Arabistan’a gitsinler’’ Diyecek olan Süleyman Demirel bu konuda rekor kırıp toplamda 327 İHL açarken yine ileride İHL lerin önünü kapatmak için orta kısımlarını kaldıran Mesut Yılmaz 33 İHL ile Necmettin Erbakan’dan daha fazla İHL açmıştır.
Ayrıca yine ileride katsayı denen sistemi getirerek İHL mezunlarının üniversitelerin istedikleri bölümüne rahatça girebilmelerini engelleyecek olan Tansu Çiller, 167 İHL açarak Süleyman Demirel’den sonra en fazla İHL açan başbakan olmuştur.
Ancak çok daha ilginci var: İHL Mezunlarının üniversitelerin her bölümüne girmesine imkan sağlayan düzenlemeyi getiren ise 12 Eylül Askeri Yönetimi, diğer bir deyişle Kenan Evrendi. ( 1739 sayılı Milli Eğitim Temel kanunun 32. Maddesi değiştirilerek sağlandı bu.)
Şimdi de haydi? İHL ler ‘’ Bizim arka bahçemizdir’’ Diyen Necmettin Erbakan’ın mı yoksa 327 İHL açan S. Demirel’in mi? Yoksa yoksa İHL Mezunlarının her türlü yüksek okula girebilmelerine imkan tanıyan Kenan Evren’in mi arka bahçesiydi? İnanın bu verileri bir yabancı devlet mensubunun önüne koysanız kesinlikle size ‘’ Necmettin Erbakan’’ Demeyecektir. .Zaten mantık da ‘’ Necmettin Erbakan’ın arka bahçesiydi’’ diyemiyor. O halde niçin böyle bir laf etti? Aç tavuk ve darı meselesi.
Evet…1980 yılına kadar neredeyse hiç kimsenin Atatürk ve Atatürkçülüğü kaale almadığını defalarca ifade etmiştim. Ülkücüler o dönemde Dokuz Işık Doktrinini, Hatta Hitler’in ‘’Kavgam’’ kitabını okurken Devrimciler ‘’ Marxist Diyalektiği’’ okuyorlardı. Nutuk’a dönüp bakan bile yoktu. İlle velakin 1980 İhtilali her şeyi değiştirdi.
1980 ihtilalinden hemen sonra Milli Eğitim Bakanı Hasan Sağlam imzasıyla bir Tebliğler dergisi yayınlandı.
Öğretmen olanlar çok iyi bilir bu Tebliğler Dergisini : 2104 Sayılı tebliğler dergisi.
Pardon. Söylemeyi unuttum. Tebliğler Dergisi Öğretmen milletinin her şeyidir(!) Bıyıklarımızın şeklinden ensemizin tıraşına kadar, bayanların yırtmaçsız elbisesinden makyajsız olacak suratlarına kadar her şey ama her şeyimiz orada yazılır talimat olarak. Tabii ki derslerde hangi konuları işleyeceğimiz. Hangi konulara ne kadar zaman ayıracağımız… Utanmasalar tuvalette kaç dakika kalabileceğimizi bile yazacaklar. O denli yani.
Neyse…2104 Sayılı Tebliğler dergisinde Hasan Sağlam dedi ki ‘’ Bundan böyle artık her derste. Ama her derste Atatürk’ü anlatacaksınız.’’
Ya aslında buraya gelmeden önce bir şeyi daha anlatmam lazımdı ki bu 2104 geldiği zamanki durumu daha iyi anlayasınız.
12 Eylül ihtilalinden hemen sonra okula bir gittik, baktık okulun neredeyse yarısı yok.( Erkek öğretmenleri kast ediyorum. ) İki ay sonra ancak dönebildiler. Dönüş ama ne dönüş. Resmen sağcısı da solcusu da eşekten düşmüş karpuza dönmüşler. O iki aylık dönem için ‘’ Bıyıklarımızı yoldular, ayaklarımızı sandalyeye bağlayıp bastılar sopayı. Bizi konuşturmayın, daha fazlasını anlatamayız’’ diyorlar. Biz de merak ediyoruz daha fazlası ne olabilir ki ? Neticede bunlar bu ülkenin koskoca öğretmenleri’’ diyerek.O daha fazlasını hiç bir zaman anlatmadılar. Biz de üstelemedik içeri girmeyenler olarak.
Yalnız çok önemli bir şey daha olmuştu. Artık Ülkücüler, Devrimcilere, Devrimciler, Ülkücülere ‘’ Kardeşim ‘’ demeye başlamıştı. Öğretmenler odasında masanın ayrı ayrı ucunda toplananlar artık karışık oturuyorlardı. Dahası artık karşılıklı misafirliklere gidilip gelinmeye başlandı.
Ve dönelim tekrar 2104 e: Matematikten Fiziğe, Beden Eğitiminden Müziğe her derste Atatürk ilke ve İnkılaplarına yer verilecek, Atatürk’ten anılar anlatılacak gençler iliklerine kemiklerine kadar Atatürk ile doldurulacaktı vesselam. Doldurulmasına doldurulacaktı da mesela Atatürk’ün müziğe verdiği önem hakkında kimse bir şey bilmiyordu. Hangi şarkıları sevdiğini bile bilen yoktu. ‘’Hayatta En hakiki mürşit ilimdir’’ demişti ama onun döneminde bilime verilen önemin göstergeleri nelerdi? Ne yapmıştı bu konuda? Onun döneminde kimyasal bir buluş olmuş muydu? Ya da onun Milliyetçilik ilkesi ile Ohm kanunu arasında nasıl bir bağlantı kurulabilirdi? Arşimet Kanununu anlatılırken konu Tekalif-i Milliye Kanunu, Takrir-i Sükun Kanunu, Tevhid-i Tedrisat kanununa nasıl bağlanabilirdi?
İşin kötü tarafı Tevhid-i Tedrisat bile diyemiyordu öğretmenler de ‘’Tevhit’in Tesisatı’’ diyorlardı. Onlara bir de Tevhid ve Tedrisat kelimelerinin ne anlama geldiğini öğretmek gerekiyordu.
Sıtma anofelinin hayat evreleri anlatılırken Kurtuluş Savaşının evrelerine nasıl vurgu yapılacaktı?
Siyer dersinde Veda Hutbesi konusu işlenirken Atatürk’ün Balıkesir Hutbesine mutlaka vurgu yapılmalıydı ( Oysa her teneffüs görüyordu öğrenciler o hutbeyi. Çünkü okulun giriş koridorunda koskoca çerçeve içinde asılıydı duvara )
T.C. İnkılap Tarihi dersinde Sakarya Savaşını anlatmak yetmiyordu.Ayrıca Tarih dersinde 1683 II. Viyana yenilgisi konusu işlenirken de Sakarya Zaferi ile bağlantı kurulmalıydı. Tarih Dersinde 1071 Malazgirt Zaferi anlatılırken bir kez daha Büyük Taarruz ile bağlantı kurulmalıydı. 1176 Miryokefalon Savaşı anlatılırken bir kez daha…
Coğrafya Dersinde Karadeniz Bölgesi mi konunuz? Hemen Samsun’a çıkış, Havza ve Amasya Genelgeleri bir kez daha anlatılmalıydı.
Tabii iş yine biz Tarih öğretmenlerine düştü ‘’ Şunu şöyle, bunu böyle anlatacaksın’’ Diye diğer öğretmenlere adeta kurs verdik bir süre. İşte bu dönemde ne sol kalmıştı ne de sağ. Tüm öğretmenler harıl harıl Atatürkçülük çalışmaya başladı.[Biraz abarttığımın farkındayım ama üç aşağı beş yukarı böyleydi.] ( 2104 Sayılı Tebliğler dergisinde belirlenmiş olan Atatürk İlke ve İnkılaplarına derslerde ne şekilde yer verileceğine ilişkin esaslar hâla vardır. 2104 ten sonra aynı konuyla ilgili 2154 ve 2188 sayılı Tebliğler dergileri de gönderildi okullara.)
Özellikle 1980-1983 yılları arasında o kadar Atatürk’le dolduk ki(!) artık resmi bayramlarda geçiş töreni ve gösteriler en fazla bir saat, konuşma ve şiirlerin okunması üç saat sürer oldu.
Bir 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramında kürsüye çıkan her öğrenci ‘’ Atam’’ diye şiire başlayınca iki saat gösteriler başlasın diye o sıcakta bekleyen bir emmi dayanamayıp ‘’ Hay Atanın ‘’ diye küfrü salmıştı.
Askeri dönem kaş yapayım derken göz çıkarmıştı aslında. Ve inanın bana o güne kadar Atatürk konusunda nötr olanlar bile artık bu dönemin baskı ve dayatmaları yüzünden Atatürk düşmanı oldular. Yani Türkiye’de Atatürk düşmanlığının asıl patlama yaptığı dönem bu dönem oldu. Tabii ki bu düşmanlık askerin sopası sebebiyle açıkça dile getirilemiyordu ama kapalı kapılar ardında konuşulanlara baktığınızda Atatürk düşmanlığının 1980 öncesinden de fazla olduğunu görüyordunuz. Çünkü bu konuda nötr olan vatandaş bile. ‘’Atatürkçülük bu ise … ( bipledim orayı…)…böyle Atatürkçülüğü’’ diyordu.
Öyle bir dönemdi ki benim bile içimden ‘’ Hay Atatürkçülüğünüzü’’ Dediğim zamanlar oluyordu. Bu aslında büyük bir patlamanın işaretleriydi. Askeri dönem kalkar kalkmaz içeriden denen o ‘’Hay…’’ lar artık dışarıdan denecekti ve bunda İmam-Hatiplerin, İmam-Hatiplilerin zerre kadar rolü yoktu. Bunca Atatürkçülükten(!) sonra -haydi İmam-Hatip Liselerini geçtim- diğer tüm liselerin silme komple Atatürkçü olması gerekirdi ama tam tersi oluyordu.
Devam edecek.
YORUMLAR
'Matematikten Fiziğe, Beden Eğitiminden Müziğe her derste Atatürk ilke ve İnkılaplarına yer verilecek, Atatürk’ten anılar anlatılacak gençler iliklerine kemiklerine kadar Atatürk ile doldurulacaktı vesselam"
Lise 1 idi galiba. Türkçe kompozisyon sınavında yine Atatürk'ün bir deyişini açıklayan bir metinle gelmemiz istenince dayanamayıp kompozisyonuma önsöz yazmıştım: Atatürk'ün büyük bir asker, devlet adamı ve devrimci olabileceğini ama bunların onun bir filozof olmasını gerektirmediğini, her söylediğinin de çok anlamlı olmayabileceğini belirtmiştim.
O önsözü yazarken kulaklarımda banttan dinlediğimiz Atatürk nutkundan, o tiz sesle söylenen "Türk Milleti çalışkandır! Türk Milleti zekidir!" bölümleri vardı. Biz de sesimiz tizleştirerek nutuğun devamını getirirdik: "Latife! Çay getir!" O gün kompozisyonda konu olarak verilen söz neredeyse bu "Çay getir!" kıvamında ve derinliğinde idi. Sonuçta 6 aldım (ya da rahmetli Sıtkı Badem öğretmenim bana onu uygun gördü).
Kendi geçmişe yolculuk için size teşekkür ederim. Saygılarımla.
sami biberoğulları
Bu ne kadar hoş bir anı böyle. Özellikle de ''Latife çay getir'' Kısmında koptum resmen. Böyle bir anıdan haberim olsaydı -sizin de izninizle- mutlaka yazım içinde bir yerlere sıkıştırırdım. Yine de geç kalmış sayılmam. Tabii ki izniniz olursa)))))))))
Selam ve sevgilerimle.
İlhan Kemal
Siyaset Bilimi öğrencisiyken aldığımız araştırma metodolojisi (Her seferinde bu dersin adını farklı şekilde Türkçe'ye çeviriyor olabilirim) derslerinde anlatılan klasik bir anekdot vardı:
Bir araştırmacının yolu partiye düşer. Partide eline votka portakal tutuştururlar. Votka portakal bardakta durduğu gibi durmaz; araştırmacımızı gayet güzel çarpar.
Bir süre sonra kahramanımız ikinci bir partiye gider. Bu sefer ismi de egzotik gelmiş olacak, Martini Portakal söyler. Teoride hafif olması gereken bu karışım, Tamam! demeyi bilmeyen araştırmacının elinde patlar ve o partiyi de kahramanımız zil zurna sarhoş terk eder.
Ayılıp da kendine geldiğinde ilk işi koşup not defterini bulmak olur. Gururla parti gözlemini yazar: Portakal suyu adamı fena çarpıyor.
Sizin verdiğiniz İmam Hatipleri kim kurdu listesinde de benzer bir hava var. Başbakanların hükümetlerine bakınca Demirel mi, Ecevit mi? Hangisi daha mücahit? gibi bir resim ortaya çıkıyor. Başka bir açıdan bakınca, mesela sadece 1975-78 döneminde MSP'nin ortağı olan hükümetlerce 230 imam hatip lisesinin kurulmuş olması durumun başka açıklamaları da olabileceğini hissettiriyor.
Sami Bey güzeldi her zamanki gibi ve ufuk açıcı..
Şu "arka bahçe" kavramını açmak/açıklamak için biraz "tarih"e ihtiyacımız olacak gibi.
İlk birden çok partili seçimler 21 Temmuz 1946 'da yapılmış;kullanılan metodu ile de epeyce tartışılan seçimler olmuştu bunlar:
-Açık oy,gizli sayım!
Halbuki olması gereken "gizli oy,açık sayımdı" sanırım!
Ve dönemin İlköğretim Genel Müdürü İ.Hakkı Tonguç Enstitü Müdürlerine bir mektup yazarak,bütün olanaklarıyla CHP'yi desteklemelerini ister.Bunu dile getiren de oğlu E.Tonguç'tur.
Bundan iyi arka bahçe mi olurmuş diye sormak/tartışmak gerek düşüncesiyle.
sami biberoğulları
O 1946 Garabetini daha önceki yazılarımda yazmıştım. O bakımdan burada ayrıca bir daha ele almadım. Zaten yazının Köy Enstitüleri kısmını okuyan anlamıştır bu arka bahçe kavramının nasıl ortaya çıktığını.
1960 lı yıllarda kız öğrencilerin bile şapka giymesinin zorunlu olması?Bu da bir başka arka bahçe metodu değil miydi?
Selam ve sevgilerimle.
Hocam yazı oldukça bilgilendirici idi baştan sona Sağcı solcu diye ayrıldığı dönemlerde ben ucra köyde olduğum için bu gibi olaylardan bihaberdim ve sizlerin sayesinde neyin ne olduğunu anlamaya çalışıyorum Her okulda Atatürkü anlatmak ve öğretmek isabetli bir eğitim olmuş ve çokta güzel olmuş Emeğinize sağlık saygılarımla
sami biberoğulları
Keşke ihtilaller ya da başa gelen bir musibet sebebiyle değil de o musibetler başa gelmeden önce sağ- sol birleşebilsek. Keşke 1980 ihtilalinden sonra başlayan ama çok kısa süren o ''Kardeşim'' dönemi devam edebilseydi.
Selam ve sevgilerimle.