- 1621 Okunma
- 15 Yorum
- 6 Beğeni
Boşlukta Düşünmek
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Rüzgâr, yaprakları yalıyordu sanki. Doyumsuz hafiflikte bir meltemdi bedenlere teğet geçen. Güneş günü içmiş, mavi ile yeşilin raksına doymuş ve kızıl nefeslerle denize gömüyordu kendini. Öyle güzeldi ki görünüm; ressam, büyülü fırçasıyla böyle bir tablo yaratabilir miydi acaba tuvaline?
Orta yaşlı olduğu hafif kırlaşmış saçlarından belli olan adam iyice yanaşmış, ahşap ve yer yer sıyrılmış cilasıyla antika görünümü veren masayı adeta kucaklamıştı. Gözü, kendini denize atan kızıl giysili, sarı saçlı, daha birkaç saat önce genç kız görünümündeyken şimdi yaşlanmış; ama güzelliğinden bir şey kaybetmemiş, aksine olgun bir güzelliğe erişen kadına benzettiği güneşteydi. Olgunluk ne muhteşem bir şeydi böyle.
Kısılmış gözlerle baktığı ufuk, gurup zamanında karalar bağlamaya başlamış, yavaş yavaş siyahlara bürünmekteydi. Kamerasını uzağa ayarlayarak bastı deklanşöre. Genelde her gün yaptığını bugün de tekrarlıyor; gün batımını ölümsüz kılmak için kaydediyordu. Emekliye ayrılıp da işsiz kaldığı günden bu yana yüzlerce ölümsüz gurup resimleri arşivlemişti. Gülümsedi; “İyi ki kendimi alıştırdım bu anı izlemeye.” dedi içinden.
Bahardan güz sonuna kadar burada oturur, doyumsuz anları bizzat yaşar, fotoğraf çekimiyle ölümsüzleştirir; sonra da yanında getirdiği kitabı ya da gazeteyi eline alır, okurdu sessizlikte.
Son zamanlarda okudukları haz vermez olmuş, iyice sıkılmıştı yazılanlardan. İnsan olarak insanlığın tükenişini okuyordu insanlarca kâğıda dökülenlerden… Gazeteyi eline aldığında bunalıyordu tecavüz, katliam, gasp, terör gibi haberlerden. İnsan denen varlık, gözünü kırpmadan insanı yok ediyordu para ve üstünlük payesi alma uğruna. Yazılanlar aynı kabalıkta, söylemler aynı kötülükteydi.
Yeniden baktı ufka. Az önceki eşsiz güzellik bitmiş, güneş kendini mavi sulara gömmüş; artık deniz de gökyüzü de alacakaranlık kuşağına girmişti. Az sonra dolunayın ışıltısı ile karşı sahiden yayılan yakamozun flörtü başlayacaktı.
Keşke karşısında birileri olsaydı şu an Ertuğrul Bey’in. Sonuçları değiştiremeyecek olsa bile içini dökseydi derinlemesine birilerine. Doğru bildiklerini gün yüzüne çıkarmak için sondajlar vursaydı beyinlere. Kıyasıya dökseydi dilinden sözcükleri. Kıyasıya; ama asla hakaretle değil, kötü sözlerle hiç değil. Ama nerde? Kimse uğramazdı ki buralara. Bir başına yaşadığı tek katlı evin ıssız bahçesiydi oturduğu yer. Masası, sandalyesi, çaydanlığı, bardakları ve suyu hep masada dururdu. Bir bakıma dert ortağı, arkadaşıydı Ertuğrul Bey’in tüm doğa. Her gün bir kitabını alır bu masada okur, sayfalar dolusu öykülerini, romanlarını, şiirlerini yazar, yazdıklarını maille yollardı gerekli yerlere. Gazeteleriyle de günlük haberleri izlerdi tertemiz oksijeni soluyarak. Oysa çabuk kirlenirdi oksijen okuduklarıyla.
Masanın hemen karşısında, tıpkı kendi tipinde birini gördü aniden. Sanki aynaya bakıyor gibiydi. O da hafif kırlaşmış saçlara sahipti. Ağız, burun, gözler Ertuğrul Bey’le tıpatıp aynıydı. Sadece tek fark vardı kendisiyle karşıdaki insan arasında. Ertuğrul Bey’in gülen yüzüne karşılık bu kişi onun öfkeli ve sinirli şekliydi. Bir an delirdiğini sandı. Sordu o kişiye:
-Kimsiniz sevgili kardeşim? Nereden geldiniz? Bana bu benzerliğiniz ne? Benim bırak ikizimi, kardeşim bile yok.
Gülümsedi karşıdaki kişi.
-Sen hem iyi bir okur, hem de mükemmel bir yazarsın. Sözcükleri seçerek yazar, dikkat edersin nezakete. Ben de senin gibi yazarım. Sen kadar da iyi bir kaleme sahibim. Tip olarak benzerliğimiz tesadüf olsa bile tarzlarımız çok değişik. Ben günü yazarım, sen ise olması gerekeni.
-Nasıl yani?
-Sen insanların kötü yanlarını tatlı kelimelerle sergilersin. Onları güzel kelimelerle döversin. Ne gerek var o kadar detaya? Kısa ve net yoldan yazmak gerekir. Mesela bir şerefsize ben direk “Şerefsiz, haysiyetsiz” derim; sen ise direk o sözcüğü kullanmadan kişinin kötü özelliklerini sergiler, okura bırakırsın ona vereceği unvanı.
-Daha iyi değil mi okura bırakmak?
-Okura fikri, beynini matkapla açıp zerk etmek gerekir. Böyle yapmazsam nasıl kabul ettireceğim o kişinin şerefsizliğini?
-İyi de, az önce sen söyledin. Ben de onun kötü yanlarını yazıyorum; ama hakaret etmiyor, yanlışlarını yazıp okura bırakıyorum.
-Kardeşim bizler olabildiğince argo yazmazsak, o kişiye hakaret etmezsek, okuru fuzuli düşünmeye yönlendiririz. Zaman kaybı değil mi bu durum? İşte sen, tam da o zaman kaybını yaşıyorsun; ama farkında değilsin.
Düşündü Ertuğrul Bey. Doğru olabilir miydi? Derin derin iç geçirdi. Hayır, olamazdı böyle. Bir şeyleri anlatmak için kişilere hakarete gerek yoktu; hele ki argo sözlere hiç gerek yoktu. Yeniden sözü aldı karşısındaki benzeri…
-Artık insanlar bizden gerçekleri tüm çıplaklığı ile istiyor kardeşim. Argo sözler mademki insanımızın günlük hayattaki konuşma tarzı; o halde ben neden yazmayayım argo sözcüklere? Neden insanımızdan ayrı düşeyim?
-Nasıl böyle konuşabiliyorsun? İnsanların günlük konuşma dili vardır ki; içinde en ağır küfürleri, en ağır hakaretleri, ağza alınmayacak sözcükleri konuşurlar birbirleriyle. Yani şimdi o küfürleri, o argo sözleri, hakaretleri aynen mi yazalım? Nerde kaldı biz yazarların insanlara en güzel yolları gösterme görevimiz? Öyle olsaydı okullarda da argo, hakaret içeren tüm sözcükler ders kitaplarına konmaz mıydı?
-Biz ders kitapları yazmıyoruz ki…
-Ama duygusal bir ilişkiyi bile yazılarda akıl almaz kelimelerle yazabiliyor, yataktaki ilişkiyi bile en argo sözcüklerle anlatıyorsunuz. Bu anlatım şekli günlük konuşma şeklimizi daha da argo dile götürmüyor mu?
-Hayır! Herkes daha kestirmeden anlıyor. Ben sağ elimle sağ kulağımı tutuyorum; sen ise sol elinle sağ kulağını tutuyorsun.
-Şöyle bir düşün. Öyle bir zamandayız ki birbirine öfkelenen her insan bir diğerine “Şerefsiz” demeye başladı. Herkesin birbirine “Şerefsiz” dediği bir ortamda artık şereften söz edilir mi? Bunu neden düşünmüyorsun?
-Senin düşünemediğin tek şey, yaşadığımız gerçekler Ertuğrul Bey kardeşim. Ben hayal âleminde değilim.
Birden kıyıya yakın geçen bir geminin korna sesiyle irkildi Ertuğrul Bey. Baktı karşısına; yoktu karşısındaki benzeri.
Düşündü elini çenesine koyarak. Kendisi mi haklıydı, az önce karşısında duran mı?
Öylesi karmaşıktı ki… En iyisi bu konuyu yakında yazmak ve kararı yine okura bırakmaktı.
YORUMLAR
belki de hepimiz bir boşlukta yaşıyoruz ..baksanıza . ne çok boşluk doldurmuşuz ..sevgi yerine sevgisizlik saygı yerine saygısızlık ' .. Edebiyat yalnızca şiir ve güzel yazı yazmak sanatı değil' aynı zaman da güzel Türkçemizi en güzel yorumlar ve İfadelerle yerli yerinde kullanmaktır ..kırmadan dökmeden .. 'Özenli ve Kaliteli Yazınız gibi...
Sevgilerim ile .. ..
beren yılmaz tarafından 4/7/2016 8:22:13 AM zamanında düzenlenmiştir.
Turgay COŞKUN
"Sevgi yerine sevgisizlik saygı yerine saygısızlık .. Edebiyat yalnızca şiir ve güzel yazı yazmak değil' aynı zaman da güzel Türkçemizi en güzel yorumlar ve İfadelerle yerli yerinde kullanmaktır ..kırmadan dökmeden .."
Aslında farkına bile varmadık sevgiden sevgisizliğe, saygıdan saygısızlığa geçişi.
Değerli bir yorumdu. Yürekten teşekkür ediyorum...
Selam ve sevgilerimle...
kutlarım güne gelen yazıyı..
Yani bu konuyu çok farklı açılardan değerlendirdiğimizde farklı sonuçlara gideriz diye düşünüyorum..
Yaşam o denli hızlı akıyor ki; insanın öfkelenmemesi mümkün olmuyor.
Edebiyatta argo okuyucuya göre değişir.
Yani her şeyin bir alıcısı da var..
Bu demek değil elbette yapılan doğrudur.
Önemli olan toplum değerleri içinde olan çizgide kalabilmek.
O zamanda sanatın ve sanatçının kısıtlaması gündeme geliyor.
Yani baya karışık bir konu :)
Selamlar, saygılar..
Turgay COŞKUN
Kalemler zaten tıpatıp aynı olamazlar. Kişilerin tarzı ya da düşündüklerini aktarma şekli oldukça farklıdır.
Ancak kırmadan, dökmeden, üzmeden, üzülmeden... Hele ki karşımızdakini rencide edici sözlerden kaçınmazsak aynı sonuca hepimiz maruz kalırız diye düşünüyorum.
Yine de her yazarımız elbette kendi tarzıyla yazacaktır.
Nice yazılara...
Saygılar...
Öyle güzeldi ki görünüm; ressam, büyülü fırçasıyla böyle bir tablo yaratabilir miydi acaba tuvaline?
Turgay bey hocam yazınızı ''ŞİİR ZAMANI'' sitesinde de okumuştum ,akıcı ve anlamlı,yukarıdaki cümlenizde muhteşem manzaranın tuvaldeki hali nasıl olurdu diye bir soru yöneltmişsiniz kendinize, ancak sizin deftere yansıttığınız hali gayet tablo gibi duruyor emeğinize sağlık selam saygımla.
Turgay COŞKUN
Nicelerinde yorumlaşmak üzere...
Saygılar...
Merhaba Turgay, yazı, insanı iç dunyasiyla hesaplaşmaya, durup düsünmeye sevk ediyor.
Ben bu yazinin neresindeyim?
Herkesin kendine yer bulabileceği güzel bir yazi.
Allah, kimseyi edepten yoksun etmesin.
Tebrik ederim, selamlar
Turgay COŞKUN
Düşüncelerine aynen katılıyorum...
Teşekkür ederim güzel yorum için.
Sevgilerimle...
Girişle başlayan ve devam edegelen altı paragraf, üslüp zenginliği ve içeriğiyle yüreği sarıveriyor. İki kez okudum.
İnanç ve düşüncelerin, toplumsal sancıların; edebi üslupla okura bırakılması kadar yazarın kendisince veya yarattığı kahramanlar aracılığıyla ifade edilmesini; yerine göre, kesin bir ayırım olmaması gerektiği görüşünü taşıyorum acizane.
Dikkat çeken değerli yazınızı tebrik eder saygılarımı iletirm.
Turgay COŞKUN
Öyküleri, denemeleri, şiirleri bir şeylere dikkat çekmek için yazmak gerekiyor sanırım.
Nice yazılarda görüşmek dileğiyle..
Saygılar...
güzel bir çalışma, tebrik ederim.
edebiyat elbette toplumu, düzeni, sistemi eleştirmeli. bana göre, kişi üzerinden bir eleştiri siyasi bir kara çalma tehlikesine maruz kalabilir. çünkü o yanlış kişi tekli bir hatanın topluma yansımasını temsil etmiyor. bu tersidir aslında. toplumun veya sistemin hatasını yansıtan kötü kişidir. bu durumda, toplum sorumlu ise hatadan, hepimiz payımızı almalı kendi yanlışımızı görmeliyiz.
düşündüren, nitelikli bir anlatımdı.
Turgay COŞKUN
Bu öyküyü kaleme alırken sadece Defter'i baz almadım elbette. TV'deki tartışmalara bakıyorum; kişiler birbirini "Geri zekalı, düşüncesiz" vb. çok daha ağır ifadelerle suçluyor. Gazete ve dergiler de ona keza...
Hadi diyelim onlar siyasetçi; -ki ben de siyasetle ilgilenirim- biz edebiyatla uğraşanların çok gerekmedikçe karşıdaki kişiyi rencide edici, küçük düşürücü ifadeler kullanmamasından yanayım.
Güzel ve irdeleyen yorumunuz için içtenlikle teşekkür ediyorum...
Saygılar...
Uykum kaçtı, bir bakınayım dedim deftere.. Bir iki şiir okurum niyetiyle bir nescafe yaptım ama bir baktım ki abim güne taşınmış güzel ve manidar öyküsü ile... Nasip buraya imiş...
Yarı uykulu olduğum için yazıyı iki üç kez okudum...
Çizilen tablo hiç bir zaman doğanın güzelliğini yansıtmaz karşısındakine... Bu yüzden ben hep kara kalem çalışması yaparım... Belkide üzerinde oynamak daha kolay diye, belki de sevdiğim için bilmiyorum...
Belkide doğadaki canlılığı tuvale dökememenin zorluğundan.
Şiir için sözcüklerle resim çizme sanatı derler...
Yağlı Boya, sulu boya ve diğer boya çeşitlerini bilmem ama kara kalemle duygu ve düşüncelerimi iyi çizdiğin kanaatindeyim... Tabiki bu benim şahsi görüşüm...
Dokunduğunda beyaz kağıda kalem, ruhumdan birşeyler aktığını hissederim her yazdığım da...
Ne yazdığı önemli değildir insanın. Neyi yazdığı önemlidir bana göre...
Açık söylemek gerekirse pek yazı okuyamıyorum... Genelde şiirden yana seçimim bu tarz sitelerde... Yazsamda paylaşımlarımda çoğunlukla şiirden yana...
Edep ve edebiyat elbette şiirle sınırlı değil ama genelde edep dışı her olayda şiirlerin parmağı var...
Özellikle Son günlerde tanık olduğum pek çok şiir, kalemlerin kılıcıyla yazılmış adeta...
Yazar siteminde haklı...
Birine karşı öfkemizi elimizi kirli renklere sürmeden anlatamaz mıyız? Ya da anlatmak çok mu zordur?
Küfür hakaret bel altı yazılımlarda ne tür bir kin beslenir?ve kin nasıl kusulur? Işte bu da tablonun kör seyircisine!
şiir bunun tekniğinde gizlenirken bilmez ki yazan eşiğinde oturur!
Aslına bakılırsa bir kişiye bir çok kişiye bir olaya bir duruma (Aşırı) sinirlendiğim de ruhumu dinlendirmenin tek çaresinin hiciv olduğunu düşünüyorum...
Bu yüzden ne zaman üzülmem, sıkılsam, bunalsam kahretsem hep hiciv yazarım... Yazdığım hiciv lerde karşımdaki kişi veya duruma yani konuma ne kadar Öfkeli olsam da dizelerimi topluma faydalı kılmaya özen gösteririm...
Tabiri caizse salya akıtmayı, küfür etmeyi, bel altı ve ad kullanarak yerden yere vurmayı ben edepsizlik payesinden sayıyorum... Tablonun kör ressamı bir resim çizer ve etrafına kör bakıcıları dizer... Ve o tablonun hiçbir zaman alıcısı çıkmaz...
Bu yüzden ertuğrul bey haklı...
Tebrik ederim abi...
Yarı uykulu kahve molama iyi geldi...
Hayatınızda hep güzel ressamların elinden çıkan tabloların yer alması umuduyla...
Allah a emanet olunuz,
Selam ve saygılarımla...
Turgay COŞKUN
Yazıların da, şiirlerin de her zaman açılıma ihtiyacı olduğu aşikardır. Edebiyat öyle bir şeydir ki; kesin hükümleri, kesin sonuçları yoktur. Düşünürüz, yazarız, beğeniye sunarız; beğendirir ya da beğendiremeyiz. Çünkü düşünenlerin düşünceleri değişik olabilir ve her düşüncenin kırıntısı bile bir başkasına ışık olabilir. Aslolan böyle durumlarda aksi düşünenlerin kızmaması, öfkelenmemesi, hakaretler etmemesi...
Aslında ben yazılarda hafif argolara kötü bakan bir kalem değilim; ama kızdığımız insanlara edebiyatı kullanarak "Şerefsiz, haysiyetsiz, dangalak" gibi ve daha da ağır sözlerle saldırılmasına şiddetle karşıyım. Öyle ki bunları yazan kaleme diğeri de iade edecekttir ve aynı hükümler onun için de geçerli olacaktır. Ben düşünen insanların bu sözcüklere layık olabileceğini asla düşünemiyorum.
Güzeldi yorumun.. İçtendi ve irdeleyiciydi.
Çok teşekkür ederim kardeşim...
Selamlar...
Yazılarımızda elbette en güzel ifade tarzını seçip yazmalıyız.Ne kadar iyi anlatabiliyorsak kelimelerimiz o derece ,kafamızda elimizde şekillenir ve okuyucunun karşısına çıkar.Amaç kaliteli bir birliktelik olurken bir o kadar da kelimelerin dansıdır aslında...Çok kelime hoş bir anlatım mıdır yoksa çok kelime ,iyi kurgu ve düzen anlatımdaki beceri midir bizim yazılarımızı el üstü yapan...
Güzel bir yazı elbette zaman zaman sıra dışı ve bır o kadar da çekici olmalı diye düşünürüm...Yazınız sıra dışı olmuş diyor ve kutluyorum.Su gibi bir anlatım vardı...saygılar
Turgay COŞKUN
Yazdıklarınıza katılıyorum. Zaten edebiyat açısından da olması gereken bu bence.
Saygılar...
Turgay COŞKUN
İşte bunu okura bırakmak gerekir sanırım.
Düşünce jimnastiği yapmak adına seçtim konuyu.
Değerli yorumunuz için çok teşekkür ediyorum.
Saygılar...
Bugün yayınlanan KÖKÜ MAZİDE BİR ATİ (Levent Taner) ,KORKUNUN EDEBİYATI (Semiray Emre), Boşlukta Düşünmek (Turgay Çoşkun) okuduğum üç güzel câlışmanında güne gelmesini dilerim.
Düşündüren çalışmalar, en güzel katkıyı insana sunması, okuyucusuna da ayrı bir zevk katar.
Tekrar Saygılar.
Turgay COŞKUN
Sevgi ve selamlarımla...
Yazının alt bölümlerini okumasaydım öncelikle bu paragraf bu yazıyı takdir etmeme sebep olan tek etken olacaktı, yazıdan bölümler kopyalamayı sevmem ama bu kısma hayran kaldığım için özellikler kopyalıyorum.
“Orta yaşlı olduğu hafif kırlaşmış saçlarından belli olan adam iyice yanaşmış, ahşap ve yer yer sıyrılmış cilasıyla antika görünümü veren masayı adeta kucaklamıştı. Gözü, kendini denize atan kızıl giysili, sarı saçlı, daha birkaç saat önce genç kız görünümündeyken şimdi yaşlanmış; ama güzelliğinden bir şey kaybetmemiş, aksine olgun bir güzelliğe erişen kadına benzettiği güneşteydi. Olgunluk ne muhteşem bir şeydi böyle.
Burada ki anlatıma hayran kaldım hocam
Elbette biliyoruz edebiyat edepten gelir. Bütün çevrem öğretmen ve edebiyatçılarla dolu. Ama üzülerek görüyorum ki sadece lafta kaldı edep.
Ben uyarmaya utanıyorum onlar söylemeye utanmıyorlar
Vazgeçecek miyim? HAYIR
Yazınız çok güzel bir noktaya parmak basmıştı. Kaleminizden yine beğeni ile okudum
Her zaman söylüyorum hocam, lütfen daha sık yazın
Her dem saygı ve hürmetle
Turgay COŞKUN
Konuu zaten ortada. Tarzımı da bilirsin; yazılarımda kimseyi kırıp incitmem ve sadece kendi tarzımla yazarım.
Eskilerde biliyorsun bazen günde iki adet yazardım. Öyle bir tembellik oluştu ki; şu sıralar haftada bir yazabiliyorum. Tabii biraz da şiirler.
Teşekkürler arkadaşım. Yine yalnız bırakmadın sayfamı.
Var ol...
Turgay COŞKUN
Argo sözcükler hayata dair sözcüklerdir; ama o sözcükleri doğru yerde, doğru şekilde kullanmak gerekir bence. Anlatım uğruna söylenen her argo söz başımın tacıdır. Ancak yazı ya da öykülerde direk bir hedef seçip, o hedefe hakaret, küfür gibi sözleri kullanmayı edebiyatın kendisine ben yakıştıramıyorum. Ama bu benim kendi düşüncemdir ve hiçbir yazar arkadaşımı bağlamaz.
Öyküdeki gibi tıpkı. Aslolan okuyanın düşünce jimnastiği yapması...
Değerli yorumunuza çok çok teşekkür ediyorum.
Saygılar...
güzel bir başlangıç ve verilmek istenen mesaj gayet açık.
Gönül kırmadan hataları karşısına aktarmak.
bu yazarım ve şairim diyenlerin yapacağı en akıllı iştir ki buna edebiyat deniyor.
yoksa karşısındakine direkt olarak hakaret kelimesi kullanmak basittir ve sadece nefreti doğurur.
konu güzel anlatım iyiydi.
kaleminize sağlık
Turgay COŞKUN
Konu hakkındaki görüşlerinize katılıyorum. Ben yansız olmaya çabaladım öyküde ve okura bıraktım düşüncesini.
Teşekkürler, saygılar, selamlar...
Ne yana dönsem onlar, ne yandan baksam onlar, ne yana gitsem onlar… Onların olmadığı yerleri bulmak değil de ezberlemek en kolayı olacaktı sanırım..İnsan dünyanın içinden elini çekmek istediğinde ellerinin yarısı kirlenmiş olur. Kirliği kendi kendine saklamak için çaba sarf eder ama nafile..
Bu kez kendinden kaçabildiği kadar kaçar ve kaçıp gittiği yerde her şeyin donuk kalması için resimlere dalar…Boşluk bu an’dan itibaren başlar…Ama düşüş sonsuzdur bundan sonra…
Günün başlamasına vesile olan güneş o gün nelere sahip olarak günü bitirip uykuya dalıyor. Perde çekilmiş yığınla kötü şeyler karanlığın boşluğunda özgür kalmış gibi..Sahipsiz duyguların sahibi insanlar o karanlıklardan ne derece yararlanır kim bilir…
Bundan sonra kirli dünyanın temiz yüzünü kendi hayalinde canlandırmak isteyen nice kalem, nice şair aynanın karşısında hayalleriyle var ettikleri dünyanın oyuncularıyla yüz-göz olmaya başlar…Sonrası çıkıp geldiği hayatın içinden oma hayatı öğreten iğrenç kelimelerin çığlıklarıyla karşılaşır… Yazmak ile yaşamak arasındaki çizgide ‘’ bunları söylemek yazmak, kime ne katacak ?’’ Gerçeklerle boy ölçüşebilecek kadar kaldırım dili, belki de yaşadığımız hayatın ta kendisiydi. Kim bilir…
Yazmak , okumak, okutmak varsa içimizde, edebiyatın kıyısına köşesine bulaşan vicizsiz sözleri de kaleme almak belki de hayatı az daha iyi anlatmaya vesile olabilir. Ne dersiniz?
Sevgiler
Turgay COŞKUN
Tabi ki öykülerin birer mesajı vardır mutlaka ve olmalıdır da... İşte burda bir ayrışma var genel olarak. Mesajlar günlük diyalog dili mi kullanmalı yoksa daha itinalı bir dille okuru görüşlerinde özgür mü bırakmalı? Bir başka konu da edebiyat okura ışık tutarken bilgiyi zorla mı empoze etmeli yoksa düşündürerek düşünebilme yeteneğini mi geliştirmeye çaba göstermeli okurun?
Daha uzar gider. Ben bu öykü de yine de kendimden bir hüküm koymamaya dikkat edip okurun kendince kıyaslama yapmasını istedim.
Güzel yorumlarınızla yazılara açıklık getirmeyi çok iyi yapıyorsunuz. Sizi bunun için de kutlarım...
Sevgi ve selamlarımla...