- 758 Okunma
- 6 Yorum
- 1 Beğeni
Köprü
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Sevdiğiniz birini kaybetmediyseniz bunun nasıl bir şey olduğu hakkında düşündükleriniz kaybınızın acısı yanında pek hafif kalır. Evet, bende geçen hafta bir dostumu kaybettiğimi öğrendim. Çok uzak bir coğrafyada, dilini, kültürünü bilmediğim bir ülkede, yüzünü bir kez olsun görmediğim, hiç konuşmadığım, hatta gerçek adını bile çok sonra öğrendiğim dostum şimdi toprağın altında yaptığı son hamleyi düşünüyor olmalıydı. Yanlış duymadınız, kendisiyle hiç tanışmadım. Bu konuya birazdan döneceğim.
Bundan bir süre önce satranç ustası olan çok sevdiğim başka bir arkadaşımın teşvikiyle satranç oynamaya başladım. Evde yalnız kaldığınızda, geç saatlere kadar uyuyamıyorsanız kafanızı meşgul edecek, bu her ne olursa olsun, sizi dağınık düşüncelerin ağırlığından kurtaracak bir meşgale ararsınız. İşte türlü türlü uğraşın içinde satrançta benim için bulunmaz bir nimetti. En azından zihnimin bir an önce yorulmasını sağlayıp uykuya teslim olmamı kolaylaştırıyordu. Son birkaç aydır bu oyuna daha fazla zaman ayırıyor, ilgili kitapları karıştırıyor, bana avantaj sağlayacak yeni taktikler öğrenmeye çalışıyor, hep daha dişli rakiplerle mücadele edip onları yenmek için büyük bir hırsla doluyordum. Telefonu ve bilgisayarı kullanarak net üzerinden her ulustan üyenin bulunduğu bir oyun sitesinde otuz, on beş, beş ve hatta bir dakikayla kısıtlanmış, süreli oyunlar oynuyordum. Oyun süresi kısaldıkça haliyle gerilim daha da yükseliyordu. Kısa süreli oyunlarda hızlı düşünüp, karar vermek zorundaydınız. Ne var ki yenilginin burukluğu yanında kazandığım zaferlerin hazzı paha biçilemezdi. Oyunun bu ani gelişen, hesaplamaya dayalı, sistemli akışı beni yer yer zorlasa da sıkıntılarımdan uzaklaştırıyordu. Bir yenilmişlik ve yitirmişlik duygusu bastırdığında kendi kendime hep yinelediğim, “yerli yersiz vesveselenmek niye, zaten her şey bir kuş sürüsü gibi dağılmıyor mu” türünde telkinler yeteri kadar etki etmiyordu.
İşte böyle sessiz ve dipsiz bir gecede, rakiplerimle yer yer üstünkörü yer yerde ciddiyetle kapıştığım bir anda karşılaştım dostumla. Eğer kendi seviyenize uygun bir rakiple kapışıyorsanız oyun daha da zevkli bir hale geliyor. Kolay rakiplerle oynadığım oyundan bir şey anlamıyordum. Benden daha iyilere de akıl yetiremiyordum. Hem zorlu rakipler de benim gibi, daha alt seviyedekilerle tekrar bir müsabaka yapmayı tercih etmediği için oyun tekliflerimi reddediyorlardı. Oyuncularla herhangi bir şekilde iletişim kuramıyordunuz. Dostuma dair bildiğim tek şey İsveç vatandaşı olduğuydu. Bunu takma adının yanında bulunan mavi zemin üzerine artı şeklindeki sarı amblemden çıkarmıştım. Ne şanstır ki oynadığımız ilk oyunda berabere kaldık. Bu berberlik böyle beş oyun kadar sürdü. Ardından beni ilk yenen o oldu. Gönderdiğim oyun teklifini kabul etti. Bu seferde ben yendim. Sonra o bana teklif gönderdi. Üç saate yakın oynadık. Kıyasıya bir kapışmaydı. O geceyi hiç unutmayacağım.
Ertesi gün yine aynı saatte onu orada bulurum düşüncesiyle yine girdim. Otomatik olarak belirlenen eşleşmelerle yapılan birkaç müsabakadan sonra yine karşılaştık. Birbirimizi sabaha dek hiç bırakmadık. Bu böyle günlerce sürdü. Bu ortamda yapılan oyunlarda rakipleriniz yaptığınız hataları affetmez. Vezirinizi yanlış bir yere sürdüyseniz anında kaybedersiniz. Bir keresinde dostumla oynadığım hararetli bir oyunda, en kritik anda önemli bir taşımı istemeden yanlış bir noktaya taşıdım. O bunu fark etti ve taşımı almadı. Görmemiş olamazdı, o kadar acemi değildi. Hatamı telafi etmem için ilgisiz başka bir hamle yaptı. Belki satranç gibi bir sporda centilmenliğe pek yer olmadığını düşünenleriniz olabilir fakat istemeden de olsa eliniz sizden bağımsız hareket edebiliyor. Onun jestine karşılık bende benzer durumlarda aynı toleransı gösterdim. Sanki o karşımda canlı kanlı bir şekilde oturuyordu. Karşılık alamasam da onunla konuşuyor, tebrik ediyor, hatta günübirlik mevzularda sohbet ediyordum. O da benim yaptığım şeyi yapıyor olmalıydı. Artık mücadele ederken birbirimizden bir şeyler öğrenmeye çalışıyorduk. Kısa bir sürede büyük bir aşama kaydetmiştim. Başlarda yenildiğim azılı rakipleri şimdi yenemesem bile bir hayli zorluyordum.
Yine başka bir oyunda çok acemice bir açılış yaptı dostum. Tahtada taşlar farklı bir şekilde dizilmeye başlamıştı. Başta anlam veremedim. Ben küçük adımlar attım. Sonra fark ettim ki piyonları, kaleyi ve diğerlerini kendi alanına ismimi yazacak şekilde yerleştirmişti. Onun tarafında, “Cem” kısmen de olsa okunabiliyordu. Bende ona aynısını bir sonraki oyunda yaptım. Kendi safıma, “Elis” yazmaya çalıştım. Böylece tanıştığımıza memnun olduğumuzu belirtmiş olduk. Kız mı erkek mi olduğunu, kaç yaşında olduğunu, ne iş yaptığını, siyasi görüşlerini, özel yaşantısını, ilgi alanlarını bilmiyordum. Fakat bir köprü kurmuştuk. Kanımca bu köprü insani duygularla, insanüstü bir gayretle kurulmuştu.
Onunla en son bir ay önce karşılaştık. Arada birkaç gün hiç rastlaşmadığımız oluyordu. Fakat bu biraz fazla uzun sürmüştü. Bekleyişimi sürdürdüm. Aradan iki hafta geçmesine karşın görünürlerde yoktu. O süre zarfında yaptığımız müsabakaların keyfini hiçbir oyunda yakalayamadım. Merakımı dizginlemeye mecburdum. Ona ulaşmam oldukça zordu. Hayatıma kaldığı yerden devam ettim.
Bir hafta önce bir mektup aldım. Yurt dışı göndermeliydi. Üzerinde bir de İsveç pulu vardı. Mektubu hemen zarftan çıkardım. İki sayfadan oluşuyordu. İngilizce yazılmıştı. Önce kendini tanıtıyordu. Bu dostumdu! Oldukça şaşkındım. İsmi Benjamin’di. Yetmiş yaşındaydı. Kanser hastası olduğunu ve az zamanı kaldığını yazıyordu. Kemoterapi tedavisi sonuç vermemişti. Rahatsızlığı arttığı için doktor artık oyun oynamayı yasaklamıştı. Şaşkınlık sevince dönüşmüş, o da yerini üzüntüye bırakmıştı. Yaşamından kısa kesitler sunarak, yaşadığı şehri, ailesini, işini vs anlatıyordu. Elis, tek kızının adıymış. Oldukça mütevazi bir yaşam sürdüğünü anlıyordunuz. Sonra beni nasıl bulduğunu açıklayan kısa bir bölüm vardı. Bu siteye ben facebook üzerindeki hesabımdan bağlanıyordum. Takma ad yerine ismim ve soy ismim yazılıydı. Bir şekilde Türkiye’de yaşayan ve aynı isme sahip kişilerin adreslerini soruşturmuş ve bulabildiklerine aynı mektubu postalamıştı. Sonuç başarılıydı.
Son bölüme de kısa bir süre sonra, belki de bu mektup elime hiç ulaşmadan önce bu dünyadan ayrılacağını eklemişti. Onu ziyaret ettiğimi, hatta karşılıklı bir maç yaptığımızı düşlediğini, benim temiz bir kalbim olduğuna inandığını, mücadele ederken gösterdiğim sabır, olgunluk ve ataklık yüzünden beni daha büyük başarılara layık gördüğünü söylüyordu. Yenilgiler yüzünden hayata küsmememi ve başıma her ne gelirse gelsin sonuna kadar mücadele etmemi öğütlüyordu. Son olarak sevgiyi her şeyin üzerinde tutmamı salık vermişti.
Hemen o gün zarfta yazılı adresten bulunduğu hastaneyi aradım. Ulaşmak istediğim kişinin bir hafta önce öldüğünü söylediler. Taziyelerimi bildirip kapattım. Önce içim kederle doldu. İnsan böyle zamanlarda güzel şeylerin eksildiğini ve yerine yenisinin gelmediğini düşünecek kadar karamsarlaşıyor. Hayatın satranca benzeyen bir yönü var. En çok güvendiğiniz taşınızı oyunun bir anında kaybedebiliyorsunuz. Bu motivasyonunuzu bir hayli etkiliyor, oyuna bakış açınızı şekillendiriyor. En nihayetinde büyük bir çabaya fırsat veren yenilgiler, taktiklerinizi geliştirip hatalarınızı yinelemenizi engeller. Benjamin’in söylediklerini aklıma getirdim. Gün pes etme günü değildi. Gün insanca pek insanca yaşamak, mücadele etmek günüydü.
YORUMLAR
Yazınız barışın esasını teşkil eden hoşgörünün neler yapabildiğine mükemmel bir örnek olmuş. insana sadece insan gözüyle bakmak nelere kadir oluyor. eminim ölmeseydi dostluğunuz çok daha güzel noktalara gelecekti. Bu konuların daha çok işlenmesine ihtiyaç var. Yazının akıcı ve içten anlatımı da güzeldi. Tebrik ederim.
kiraz_kuşu
Bazen kilometrelerce uzaktan gelir dostun sesi ve güç olur o an.. hatta can kurtarır..
Mesafelerin o yüzden hükmü yoktur. Gönüller bir olunca.
Üzüldüm okuyunca.
Ama dostluk kazanmış ve dedim ki;
hayat sen hep tevafuklarla ilerleyen ağır bir trensin..
Ustaca bir anlatım ayrıca.
Tebrikler
bir köprü gibidir hayat üstünden ne acılar ne sevinçiler gelip gecer ' İnsana düşüen yeni köprüler yapmak eskilerinin yerine. ; hayat böyle böyle geçip gider. etikeyici ve buruk. tebrikler. selamlar.
beren yılmaz tarafından 2/1/2016 11:00:45 AM zamanında düzenlenmiştir.
kiraz_kuşu
Köprünün bir ucunda Şah, diğer ucunda Mat ! Aslında her düşüncenin mutlaka bir rakibi doğar ya da doğmuştur... Sıra birbirine üstünlük sağlamaya gelince , yeryüzünün bütün oyuncuları saflarını belirler ve yerlerini alırlar.. Üstümüze yağan akıl oyunlarının içinde bir ileri bir geri hamlelerle SahMat gerçekleşir.
İnsanoğlunun içinde öyle savaşlar vardır ki, bazılarına yenilir bazılarını yener...Ama savaş ölene kadar sürerdi...Arada sırada birbirlerine verdikleri tavizler birbirini daha çok sevmeye birbirine daha çok bağlanmayı da getirirdi.Ama ikisi de bilir bu savaşın bir gün sona ereceğini ve savaşın tek bir galibinin olmayacağını.
İşte dostluklarda böyle başlar ve böyle devam eder.. Sonsuzluk sadece akıllardan mektuplara yazılan ve bir anıdan öteye gidemeyen yazılar kalırdı ardımızda..Hiç tanımadığınız, yan yana gelemediğiniz ve hatta aynı dilden aynı ırktan uzak iki dostun duyguları sanırım bu oyunun galibi oldu.
Bir can'a , bir insana üzülmek kolay değildir. Hele ki aynı coğrafya üzerinde, aynı havayı soluduğumuz, aynı ülkede, aynı şehirde aynı sokakta ve belkide aynı binada oturduğumuz insanlardan ne kadar uzakta olabiliyoruz. Dedim ya ! Duygular en iyi oyuncular ve en samimi dostlardır..
Güzeldi ...Tebrikler
saygılar
kiraz_kuşu
Merhaba kiraz_kuşu, öykü, akıcı, akıcı olduğu kadar akılci. Akilda kalan, ders veren tertemiz yazilmış oldukça güzel ve etkileyici.
Çok beğendim, tebrik ederim.