- 224 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İnsanların korunma ve koruma güdüsü
İNSANLARIN KORUNMA VE KORUMA GÜDÜSÜ
İnsanoğlu dünyaya geldiğinde, korunma açısından oldukça yetersiz bir durumda olmaktadır. Herhangi bir hayvanın yeni doğan yavrusu, insan yavrusundan çok daha hızlı bir şekilde harekete geçmekte ve kendisini daha hızlı koruma altına alabilmektedir. Hayvan yavruları yarım saat gibi kısa bir sürede, hareketlenip ayağa kalkabiliyorlar. Bir iki saat içinde ise, koşup zıplayarak, dünyaya uyum sağlayabiliyor. Korunma güdüsü de aynı hızla gelişerek, koşup geldikten sonra annesinin ayaklarının arasından ayrılmamaya gayret ediyor. Ki bir tehlikeye maruz kalmasın diye.
Hikmetinden sual olunmaz elbette. İnsan yavrusunun ise doğunca ilk becerdiği eylem can hıraş ağlamak ve ağzına verilen memeyi emmek. Gülümsemesi, sağa sola dönmesi, hele hele ağaya kalkıp yürümesi yılları almakta.
Bebeğin ilk anlarında her yönüyle annenin yakın koruması ve ilgisine ihtiyacı vardır. Bebek doğan bir evin anne-babasıyla birlikte, neredeyse bütün sülale alarma geçmektedir. Bu da olması gerekendir elbette.
Biyolojik ve fizyolojik olarak, daha doğrusu her bakımdan bebeğin anne ve ailenin diğer bireyleri tarafından yakın koruma, ilgi ve ihtimama ihtiyacı sonsuzdur. İlerleyen yıllarda bebek büyüdükçe hayat ile ilgili bazı gerçekleri öğrenmeye başlar. Öğrendikçe de yeni öğrenme güdüleri yeşerir ve ebeveynleri müthiş bir soru yağmuruna tutar. Hatta bazı ebeveynler bu sorular karşısında bunalırlar. Önceleri sabırla mantıklı ve gerekçeli cevaplarını verirlerken, bir müddet sonra işlerine engel olduklarından, yorulduklarından, bıktıklarından veya daha özel sebeplerden dolayı, düzgün cevap vermekte zorlanmaya başlarlar.
Çocuklar bazen öyle mantıksız sorular sorarlar ki, ebeveynler adeta çileden çıkabilirler. Halbuki, çocuğun sorduğu sorular kendisine göre gayet mantıklı ve haklı gerekçelidir. İşte burada hakiki anlamda empati yapabilmek, çok büyük bir önem taşır.
Ebeveynler bu sorular karşısında bazen beyaz ve pembe yalanlara baş vururlar. Bazı sorulara cevap verme imkanı yoktur. Bazıları ayıptır, bazılarının yeri değildir, bazıları “şeytanın zırt dediği yerde” sorulmuştur.
Bebeklikteki aşırı korunma gerekliliği, ebeveynleri öyle bir ablukaya alır ki, bu güdüler aşırı sorumluluk duyguları ile de birleşince, söz konusu önemli görev, zamanı gelince dahi, çocuklara asla devredilemez bir hale gelebilir.
Öyle ki bazı anneler uzak illere üniversiteye okumaya giden çocuklarını her gün arayarak, “kahvaltını yaptın mı”, “yumurtanı yedin mi”, “kazağını giymeyi unutma üşütürsün”, “arkadaşlarınla iyi geçin kavga etme”, “derslerine iyi çalış”, “hızlı yürüyüp terleme”, türünden korumacılık görevlerini hala sürdürürler.
İzine geldikleri zaman bazı ebeveynler çocuklarını adeta bebek gibi severler. Harçlıklarını nasıl harcadıklarını sorarlar, her gittikleri yere götürmek isterler. Onlar için piknikler veya geziler hazırlarlar. Fakat gençler genellikle bu teklifleri reddederler. Çünkü onların öncelikleri farklıdır. Arkadaşlarıyla buluşacaklar, onlarla planlar yapıp hoşça vakitler geçirecekler ve artık büyüdüklerini, özgür olmak istediklerini zımmen de olsa belirteceklerdir.
Hele hele “çorabını giydin mi?, “eve sakın geç gelme”, “bak traşını olmamışsın”, “kendine dikkat et”, “aman arkadaşlarını iyi seç” gibi direktifleri hiç sevmezler ve kendi özgürlük sınırlarına müdahale olarak algılarlar.
Ebeveynler, bebeklikteki zorunlu olan korumacılığı, yeri ve zamanı gelince gönül rahatlığı içinde delikanlının kendisine devredebilmelidir. Tabi bunun için yerinde ve zamanında yapılması gerekenler vardır:
Yaşamın hiçbir yerinde, “sen bi dur”, “yapamazsın”, “kıracaksın, dökeceksin”, “yaşın küçük”, “ şimdi zamanı değil” gibi negatif etiketlemeler delikanlının bireysel özgürlüğünün en büyük düşmanlarıdır. Aynı zamanda bu tür tehdit ve korku içerikli yaklaşımlar, gencin kendini koruma ve kollama görevini hakkıyla devralma süresini sürekli uzatır. Hatta bazen bu süre hiç bitmez.
Üniversiteye gidince, arkadaşlarıyla bir yere gidip gitmemesini telefonla ailesine soran gençlere bile rastlanmaktadır.
Ebeveynler, küçüklükte koruma ve kollama görevini en iyi bir şekilde yerine getirirken, yeri ve zamanı gelince söz konusu görev ve eylemleri çocuklara zaman süreci içinde öğretmelidir. Aynı zamanda ara ara, onların deneyim yapmalarına izin vermelidirler. Negatif etiketlemeler yerine zamana, zemine, yetişkinliğe ve öğrenme yeteneğine uygun şekilde onları desteklemeli, onure etmeli, hata yaparak dahi, denemelerine izin vermelidirler.
Yapılan bir hatada, “senden zaten ne beklenirdi ki”, “ben sana yapamazsın demedim mi”, “bir kere de iyi bir şey yap da kafanda bir kibrit çöpü kırayım” türünden iğneleyici, horlayıcı, küçük düşürücü, aşağılayıcı ve rencide edici yaklaşımlar; yangına benzin dökmekten farksızdır.
Zamanında çocuğun hiçbir özgüven eylemlerine izin vermeyen ebeveynler, sessiz, pısırık, izinsiz harekete geçmeyen, istidlal bilmeyen, “ho demeden yürümeyen” çocuklarını delikanlı olunca, psikiyatri uzmanına götürerek, çocuğunun sessiz ve özgüvensizliğine çözüm bulmaya çalışırlar. Bu durumda acaba suç kimdedir?
Asıl olması gereken: Bebeğin küçüklüğü ve çaresizliği dönemlerinde azami koruyucu ve kollayıcı rolü iyi oynamak; bebeğin büyüme ve gelişme sürecinde yaşına göre yerinde ve zamanında öğreterek, izin vererek, güvenerek gencin kendi kendisini koruma ve kollama görevini devralmasını sağlayarak, özgüven sahibi olmasına yardımcı olmaktır.
Koruma ve kollama eylemi sahibine devredilirken, sevgi, saygı, ilgi, öğretme, örnek olma, destek olma, güven, paylaşma, işbirliği, koordinasyon, senkronizasyon vb. görevler ise, son nefese kadar devam etmeli ve bu konularda asla cimrilik yapılmamalıdır.
Selam. Sevgi ve dualarımla. Allah’a (cc) emanet olunuz.
29 Ocak 2016. Saat: 08.00 Antalya
Yrd.Doç.Dr. Süleyman COŞKUNER
Kaliteli Yaşam Uzmanı
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.