- 649 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Evi hayaletler mi bastı ? ÜÇ GÜN ÜÇ GECE DEĞİL HEP UYUSUN TÜM KÖTÜLÜKLER ( 5. bölüm )
Genç adam kabus gibi bir gecenin sabahında; kendisini sabaha kadar sırtında dünyayı taşımış gibi yorgun hissediyordu.
Masada duran ilaçlarına kilitlenmiş gibi uzun uzun baktı kaldı. Gordüğü rüyayı hatırlamıştı. Çok tedirgin olmuştu. Acaba yaşadıkları gerçek olabilir miydi?
Rüya olup olmadığını anlamak için ilaç kutusunu eline alıp salladı. Çok şükür boş değildi. Demek ki intihar etmemişti.
Eve geleli üç gün olmuştu. Hava kararmak üzereydi. Genç adam evine geldiği üç gün boyunca akşama kadar uyumuş sabaha kadar uyuklamıştı.
Uyku ile uyanıklık arasında kabus gibi geçen gece, adeta genç adamı duvardan duvara çarpmış gibi sersemletiyordu. Başının ağrısı da üç gün boyunca hiç geçmemişti.
Robot gibi hissediyordu kendisini. Eli ayağı buz kesmişti. İki oda ve mutfaktan oluşan evini özlemiş miydi?
Annesi olmadan bir hayat; annesinin nefesini hissetmeden bu ev o kadar manasız geliyordu ki...
İlk defa gelmiş gibi bakınmaya başladı evin içine. Eşyalarda değişmişti. Annesinin üç sene boyunca yattığı turuncu renkli kanepe kaldırılmış, yerine bir başka kanepe konmuştu.
Buraya sihirli bir el dokunmuş gibiydi adeta. Her taraf tertemiz olmuştu, pırıl pırıldı ve yerdeki halıya kadar yenilenmişti eşyalar.
Derin bir of çekerek kendini yeni kanepenin üzerine bıraktı. Başını iki avucunun içine alarak. saatlarce hiç kımıldamadan öylece oturdu.
Uyumaya korkuyordu. Uyandığında yine cesetler mi görecekti? Şu eşyaların hepsi kendisine yabancıydı. Gördükleri yalan mıydı? gerçek miydi? Hayal miydi? Rüya mı? Kabus mu?
Düşünmekten çok fazla yorulmuştu. Yaramaz çocuklar gibi oradan oraya durmadan koşuşturup duran, şu gürültülü düşüncelerini dondurmak istiyordu.
Uyumaktan korkuyorken aynı zamanda uyanık kalmaktan da korkması genç adamı maymuna çevirmişti.
Boncuk gibi, renkli minnak haplarından bir tane içti ve kendisini bir avuç dolusu daha, içmemek için zor ikna etti. Rüyasının etkisinden hâla kurtulamamıştı.
Unutmaya ihtiyacı vardı. Sürekli uyumak istiyordu. Uyandığında bu eskimiş pörsümüş ruhunda, şu eşyalar gibi pırıl pırıl bir canlılık görmeyi diledi içinden.
Kimbilir ne kadar uzun süre olmuştu dua etmeyeli. Belki de ondandı ruhunun bu yorgunluğu. Annesi ne kadar çok dua ederdi oysa ki...
"Nur yüzlü anacığım, lütfen bana da dua et, öyle muhtacım ki korunup gözetilmeye."
Kanepeye giysilerini çıkarmadan, öylece uzandı ve uykunun ana kucağı gibi merhametli kucağına bıraktı kendisini.
Dalmadan önce bir yarım saat, anacığının pişirdiği tarhana çorbasını kaşıkladı, annesi her zaman ki gibi köşede namaza durmuştu, öyle hayal etti.
Çok üşüyordu, annesinin sıcacık çorbasına ve sıcacık bakışlarına öyle çok ihtiyacı vardı ki...
Anacığının sağlıklı olduğu dönemlerde, sık sık pişirdiği, şöyle höpürtede höpürtede içtiği o çorbayı o kadar çok özlemişti ki...
Kafasının içindeki çocuk sesleri şarkılar söylerken, uyuyakaldı zavallı delikanlı.
Yanakları ıslak, dudakları ağlayan bebeklerinki gibi kıvrılmış...
Başını okşayan eli hissettiğinde anlamıştı annesinin geldiğini, ama uyur gibi yapmaya devam etti. İlk önce bu ânın tadını çıkarmak istiyordu.
Anacığının ölmediğini zaten biliyordu, ama yüreğinin küt küt çarpmasına engel olamıyordu yine de.
Annesi eğildi yanaklarını öptü önce. Sonra kulağına fısıldayarak konuşmaya başladı:
"İnsan aceleci olarak yaratılmıştır. Her konuda hemen sonuca ulaşmak isteyen insan, dualarının da anında kabul edilmesini ister. Duası istediği yönde gerçekleşmediğinde ise dua etmekten vazgeçer. Bu nedenle sabırla beklemek, huşu içinde büyük bir inançla dua edenlerin dışındakilere ağır gelir. Oysa ki müminler dua ettiklerinde Allah’ın kendilerini işittiğini ve kesin olarak dualarına icabet edeceğini bilirler. Bu nedenle dualarının karşılıksız kalacağı gibi samimiyetsiz bir ruh halinde olmazlar."
"Canım oğlum, her zaman O’na güven. O’na sığın. Bir tek Rabbin yardım edecek sana. Unutma ben her zaman yüreğinde bir yerlerde olacağım."
"Oku oğlum, hep oku...
"Mü’min Suresini oku...
"Rabbimiz dedi ki: “Bana dua edin, size icabet edeyim...
"Kuzucuğum uyu ve rahatla, uyu ve dinlen, ben yine geleceğim...
...
Uyandığında akşamın alaca karanlığı ile dolmuştu küçük oda. Dördüncü günün akşamıydı. Şaşkın ve hüzünlü bir yüz ifadesiyle, anacığını aradı gözleri. Saçlarını okşarken uyuyakalmıştı. Gerçek değil miydi? Rüya mı görmüştü yine?
Hayır hayır, rüya görmemişti...
Annesinin sözleri, o kadar gerçekti ki...
Hayır rüya olamazdı bu...
"Rabbimiz dedi ki;
“Bana dua edin, size icabet edeyim... ’
İyi ama bu sözler annesine değil, doktoru Sibel Hanım’a aitti. Uzun uzun sohbet ettikleri bir gün, dua etmenin insanın ruhuna iyi geleceğini anlatmış;
"Sık sık dua et Halil." Demişti...
Okuduğu Kur’andan bir ayetti ve hatta surenin ismini de söylemişti. Evet Mü’min Suresiydi. "Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, kabul edeyim. Çünkü bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir.
(mü’min sûresi 60. ayet meali)
Uyku ile uyanıklık arasında düşünürken bir taraftan da evin içindeki sesleri dinliyordu. Kapı çarpması, musluk tıslaması...
Yine mi garip olaylar başlamıştı?
Mutfak tarafından gelen tıkırtıları da saymazsa her şey normal sayılırdı aslında. En azından ortalıkta gezen cesetler yoktu.
Halil gözlerini açmadan, dinlemeye devam etti.
Sibel doktoru ne demişti? Bir süre daha kendini kötü hissedebilirsin, ama hayal görmek, hayalet görmek vs seni rahatsız eden kabuslar artık olmayacak. İlaçlarını aldığın sürece gayet normal bir hayat süreceksin. İyi ama ilacını içme vakti henüz gelmemişti. Yani ilacını aksatmadığına göre, bu duydukları gerçek olamazdı.
Öyle zannediyor olabilirdi sadece. Zira evde tek başına olduğu gibi hayatta da tek başınaydı. Kim gelip girerdi ki şu zavallı sefil hayatına.
Az sonra kesilecekti sesler. Ve kalkıp kendine güzel bir kahve yapacaktı. Mis gibi kahve kokusu da gelmeye başlamıştı işte.
Ani bir kararla gözlerini açtı ve ok gibi fırladı yataktan. Belki de anacığı yaşadığı şokun etkisiyle, iyileşip sağlığına kavuşmuştu...
Hastahanede yattığı süre içinde de... Evet neden olmasın ki....
Bir mucize gerçekleşmiş olabilirdi. Az değil üç ay sürmüştü tedavisi. Üç ay boyunca da anacığı ayağa kalkmış olabilirdi pekala da.
Demek ki eve çeki düzen veren, pırıl pırıl temizleyen vefakar anacığıydı. Anaların eli değerse diken gül olurdu. Ateş kül olurdu...
Mutfağa koşar adımlarla öyle bir gidişi vardı ki neredeyse düşecekti. Arkası dönük, ocakta kahve pişiren bir kadın vardı.
Annesi değildi bu kadın. Orta boylarda zayıfça genç bir kadındı. Sessizce odaya döndü...
O kadar emindi ki; Şu an sandığı açsa içinden mutlaka bir ceset fırlardı. Tekrar aynı kabusun içine mi sürükleniyordu.
Az sonra gidip yine bakacaktı mutfağa. Kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu.
Nefesi tıkandı bir ara, eliyle vurdu kalbinin üzerine ve boğazına bir yumru düğümlendi sanki.
Odanın yanan lambasıyla irkildi...
Boğazındaki yumru, sanki midesinin ortasına çöreklenmiş gibi oldu. Kalbi daraldı. Sırtında künt bir ağrı kendini hissettirdi.
Odaya, elinde kahveyle giren genç kadına; faltaşı gibi açılan gözlerle bakakaldı...
...
İki ay sonra...
Halil elindeki günlüğü karısı Sibel’e uzattı. Annesinin ölümüyle adeta içine çekildiği,
depresif ruh haliyle, bunalımlı günlerinde yazdığı sayfaları koparıp atmıştı.
Kendini artık tam manasıyla normale dönmüş hissediyordu. Hastahanede geçen üç ayın sonunda, evinde geçirdiği bir buçuk aya yakın süre içerisinde olup biten hiç bir şeyi hatırlıyamıyordu.
Yazdıklarını okuduğunda neredeyse küçük dilini yutacaktı. O kötü günlerden kurtulduğu için Allah’a ne kadar çok şükretse yine de yetersiz olacağının bilincindeydi.
"Al şu günlüğü yok et. Allah senden razı olsun çifte kavrulmuş lokumum.
"Çifte kavrulmuş lokumum mu dedin sen?
"Yeme beni şimdi! Hemşirelere de böyle hitap ediyormuşsun. Okudum o günlüğü unuttun mu? Doktora aşık olmalar. Hemşirelere yapılan itiraflar...
Genç adam biraz mahcup olmuş, yanakları kızarmıştı. Karısına ışıl ışıl parlayan gözlerle gülümseyerek baktı.
Sanki yeniden aşık olmuş gibiydi. İçi kıpır kıpırdı.
Kabuslar sona ermişti. Annesini daima güzel dualarla yâd edecekti bundan sonra.
Babasını da Allah’a havale edecekti.
İçindeki kinin, öfkenin yerini, karısına olan aşkı ve yarınlara olan umutlarıyla dolduracaktı.
Küllerinden yeniden doğan bir insandı artık...