- 751 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Müsteşarın Anıları 1
Gelecekten bir gündü. Güneş yapraklarını yere döküyordu. Müsteşar Hilal, emeklilik hayallerine dalmış bergamut çayını yudumluyordu. Tam fondip seviyesindeyken, karşıdan gelen Yiğit’i gördü. Yiğit Hindistanlı gibi görünüp, Norveçte büyümüş, Antalyalı bir arkadaşımızdı. Yani onun bergamut çayıyla bir işi olamazdı. Yine de Müsteşar Hilal, tüm müsteşarlığına güvenerek Yiğit’e selam verdi. Yiğit selamı alıp cebine koydu, sonra masaya oturdu. Hava çilek kusuyor, ağaçlar yere tükürüyordu. Masada oturmaktan sıkılıp tükürüklerin üstünden atlamaca oynamaya karar verdiler. Aslında Yiğit temkinli adamdı, tükürüklere basma düşüncesinden korkuyordu. Yine de atladılar. Atladıkça atlayıp Üsküdar’dan Harem’e doğru gittiler. Harem’e vardıklarında Hilal kurumuş bir simit kadar gevreğim dedi. Susamları üstünden dökülüyordu. Tam o esnada Tansu belirdi. Buram buram somun ekmeği kokuyordu. Norveçte büyüyen Yiğit Troltungaya çıkarken bile bu kadar susam düşüren birisini görmedim dedi. Tansu öbek öbek güldü. Hilal emekli müsteşar olacağı günleri saymak istediğini söyledi. Yiğit ve Tansu da ona yardım etmeye karar verdiler. Fakat sonsuzluk kavramından korkup iki saniye sonra üçü de bundan vazgeçti. Bu vazgeçişin ataletinden sıyrılmak için hali hazırda bulundukları Harem yağmur ormanlarında volta atmaya karar verdiler. Voltaları fırlatırken, Müsteşar Hilal müthiş bir fikrim geldi diyerek, bir somun ekmeğini ve Norveçli Yiğidi durdurdu. Kolundan susamlar dökülen Hilal heyecan dolu bakışlarını yere boşalttı. Yiğit merak tohumlarını dölledi. Tansu sıcaktan hamur hamur olmamak için saçlarını topuz yaptı. Anılarımı yazacağız dedi Müsteşar Hilal. Yiğit ve Tansu gülerek yerlerde yuvarlanmaya başladılar. Müsteşar Hilal küstü ve voltalarını toplayıp oturduğu yerden kalktı. Bir ekmek bir Norveçli döne döne Rusya’ya kadar gittiler. Müsteşar Hilal Şahin’nine füze takıp yollarını kesti. Bir somun ekmeği, simidi ve Antalyalıyı gören Halk gözlerini kıstı. Tam metroya binerek ülkeyi terk edeceklerken Müsteşar Hilal Şahinin kornasına bastı. Herkes merakla arabaya bakıyordu. Hilal camı yarıladı ve atlayın hadi dedi türk kokuyoruz. Türk koktukları için kısık gözlü halktan sığınmak adına arabaya bindiler yoksa akbilleri vardı, metroyla lüks bir seyahat gerçekleştirebilirlerdi. Hilal türk kokulu ekmek kafalı kıza ve Antalyalı Yiğit’e hala küstü, Müsteşar olduğu için arabası vardı. Arabası var diye türkler arabaya binmemişti. Ve güneş batmak üzereydi. Ortama jöle kusmak için Hilal ağzını açtı, Yiğit Hilal’in ağzına erikle vurdu. Tansu olanlara şaşırarak gözlerinden şarap kustu. Sonra sebepsiz yere Yiğit, Hilal ile Tansu’ya sarıldı. Direksiyonun kontrolü bu sarılma esnasında hava’daydı. Hava araba kullanmayı bilmediği için kaza yaptılar. Ağaç önlerini kesti ve dallarıyla camları kırdı. Sonrada gövdesiyle arabayı kucakladı. Arabayı toprağa verdikten sonra üçü de kokmuş bacakları ve elleriyle yürümeye başladılar. Sınırdalardı. Tek istedikleri bergamutlu çay yudumlayıp ağaç tükürüklerini izlemekti. Üstleri başları korku ve özlem içindeydi. Müsteşar Hilal ayrıca trafik polisi, ruhsat, ehliyet, ceza, mahkeme de kokuyordu. Ağaca dava açan Tansu cebinden küçük bir pastırma aromalı parfüm çıkardı. Ve herkesin üstüne gurbet özlemi sıkıp çok güzel kokacağız dedi. Fakat asla güzel kokmadılar. Gün sonunda Yiğit Suriyeli çocukların havlamalarıyla baş ederken, Hilal sosyal medyada kokudan öldü. Tansu ise vicdan azabının üstüne parfüm sıkmaya ertesi günün geçmişteki sabahına kadar devam etti.