- 513 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Öğrenciler Yıllık İzinde
Şimdi bu yazımı okuyan bazı öğrenciler kızacaktır ama bilinçli olan öğrenciler de hak verecektir. Böyle umuyorum desem daha doğru olacaktır herhalde.
Bu konuya neden değindiğimi ya da siz nereden biliyorsunuz diyenlere bir eğitimci olarak sanırım bunu bizler biliriz diyeceğim. Bu güne kadar gözlemlediğim ve istatistikçi bir öğretmen olarak yaptığım analizler sonucunda bu karara vardım. Bu yazıyı yazmamda ki amacım da zaten bu.
Hani bir söz vardır hepimiz söyleriz bunu “ ben senin yaşındayken”. Aslında pek sevmediğim söylemekten hoşlanmadığım bir sözdür bu.
Ama şuan da bu söze başvuracağım, neden mi?
Evet, biz öğrenci iken; acaba hangimiz biliyorduk kaç gün devamsızlık yapabileceğimizi, ardından kaç gün rapor alabileceğimizi. Soruyorum, aranızda çocuğum devamsızlıktan kalmasın diye doktora yalvarmayan kaç kişi var. Öğrencilik yıllarımı hatırlıyorum da Sındırgı’ da ilkokul ve ortaokulu okuduğum yıllarda hiç devamsızlık yaptığımı hatırlamıyorum. Eğe Üniversitesi Hastanesinin verdiği 20 günlük rapor haricinde. Sanırım bu hastanenin verdiği raporda gerekli olsa gerek, bunu açıklamama gerek olmadığına inanıyorum. Lise yıllarım yatılı bir okulda geçti ve bir gün bile devamsızlık yaptığımı hatırlamıyorum. Üniversite yıllarımda derseniz sınıfta kalmamak için teneffüslerde bile ders çalışmaktaydım.
Soruyorum şimdi size; o zamanlar biz çok mu bilinçsizdik, hiçbir şeyden haberi olmadan öylesine okula mı gittik, yoksa bizi yetiştirenler eğitim süresince okula gitmemiz gerektiğini aşılamada başarılımıydı? Ya da bizi yetiştirenler okulların yaz tatili, 15 tatili var o zaman tatil yaparsınız demekte haksız mıydı? Yoksa benim haberim mi yok acaba, öğrenciler yıl boyunca okula geliyor da bu verilen 10 gün onların yıllık izinleri mi?
Elbette ki öğrencilere de bazı haklar verilmiş, onlarında bazı durumlarda kullanabilecekleri hakları olmalı. Buna kesinlikle karşı değilim, aksine herkesin bazı sebepler gereğince yapması gereken işten, gitmesi gereken okuldan izinli olması kadar doğal bir şey olamaz. Benim değinmek istediğim maalesef günümüzde hiçbir şeyin kullanma talimatı bilinmiyor.
Eğitim işi bir süreklilik arz eder, anlatılan konular sıralama ile konulmuştur, anlatılan bir konudan sonra ki konu ilk konu ile bağlantılıdır. Bir diğer konu diğeriyle, yani her biri makara misali, hep bağlantılı bir biriyle. Hadi bir gün gelmeyin bakalım okula, makaralardan biri gitti, hele bunu alışkanlık haline getirip yıllık izin dediğim devamsızlık hakkını tamamen kullanırsan, hele birde mazeret izni de alırsan, birde rapor hakkı var, unutmadan söyleyeyim okuldan izin de aldıysan. Tamam, işte makarayı bırak ipte kalmadı elinde, zaten yaz tatili, 15 tatil, bayram tatili, kar tatili derken eğitim kaç gün, bir de izin kullandığında ne var elinde. Elimizde çok şey var; konuyu anlamayan, dershaneye paraları akıttıran, bırak üniversite kazanmayı doğrudan geçişten bile haberi olmayan birçok evlat var elimizde.
Bir çare, bir çare gerek ama ne?
Sebep kim?
Hadi siz bulun, hadi siz çözün.
Hem bir baba olarak, hem de bir Eğitimci olarak söylemesi ve elimden geldiğince gayret göstermesi benden.
Okul anne karnında başlar kitabının yazarı çok güzel anlatmış, eğitimin ailede başladığını. Aileler okula gitmemek diye bir şeyin olmadığını öğretecek çocuklarına.
Eğitimciler de bu çocukları daha üst seviyelere çıkaracak.
Güzel bir atasözümüzle yazımı bitiriyorum. “Deveyi yardan uçuran bir tutam ottur”
Çetin KORKMAZ
YORUMLAR
Elinize, dilinize sağlık Hocam!
Ben 53'lüyüm. Aradabir hasta olduğum zamanlar da olmuştur, lakin; liseyi bitirinceye dek, tek birgün bile kasıtlı okuldan geri kaldığımı hatırlamam.
Hatta; mazeret ve raporla izin meselesini ilk kez yazınızda okudum.
Tek bir kez derste rahatsızladım, öğretmen derhal eve gönderdi. Hepsi o kadar.
Aslında bu durum, ne aile içinde konu edildi ne de ben aklıma getirdim okul yıllarımda.
Benim için aralıksız okula gitmek, ölümcül veya yatalak hasta olmadığım sürece dünyanın en doğal göreviydi.
Bu tutum nereden kaynaklandı, diye sorarsanız, iki cevabım var, sanırım kafi gelir bu konuyu anlatmaya:
1. Annem ve babam, okuma yazmayı yetişkin yaşta öğrenmelerine rağmen bana, okula başlamadan çok daha önce sevdirerek ve yaşamlarıyla örnek olarak okumanın önemini ve ciddiyetin gösterdiler.
2. Öğretmenlerim için (ölenlerin ruhu şadoldun, hayattakilere sağlık ve şifalar dilerim!) öğrenciler, okula eğitime gelen çocuklar olmaktan ziyade, okul saatleri boyunca, sanki geleceklerinden bizzat sortumlu oldukları ''kendi öz evlatları'' gibiydiler.
Gerisini siz anlayın.
Ufak bir anımı anlatayım yeri gelmişken:
Ortaokul 3.ncü sınıfta müzik öğretmenimiz, rahmetli babamın ve benim de çok iyi tanıdığım bir aileinin oğluydu.
Bunu fırsat(!) bilip sınıfta gevezelik yaptım. Bana, söylüye kalk, dediğinde; ''bugün başım ağrıyor, kalkmak istemiyorum hocam'' dedim, hatırladığım kadarıyla...
Aynı gün okul dönüşü babamın dükkanına uğradım, eve götürecek birşey var mı, diye.
Babam beni oldukça nazik karşıladı ve rahmetli bir bahaneyle dükkanın sakin bir köşesine çağırdı.
Orada, ''derste gevezelik, öğretmene karşı ukalalık ve saygısızlıktan ötürü'' kıçıma yediğim iki sopanın (tatlı)-acısını halen hissetmekteyim. Dayağa kesinlikle karşıydım ve karşıyım. Ama o sopa, bana dayak değil, akıl dersi oldu ömür boyu.
Bana,öyle davranmakla ne kadar iyilik etmişler ki; yüz sayfa yazsam, anlatmaya yetmez.
Selam ve saygılar