- 594 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BU YAŞAM SENİN
’’Siz giremezsiniz’’ dedi, kapıda ki emniyet görevlisi bayan,
’’Niye’’ dedim. Kan ter içinde, ellerimde ki valizleri kapının önüne bırakarak,
’’Nasıl bir yerde kalacak görmek isteriz. Hiç olmazsa valizleri odasına çıkaralım, yahut ta annesi çıkarsın’’
’’Olmaz’’ dedi. ’’Yasak beyefendi, yönetmelik böyle, yasak’’
Üçümüz kapının önünde dikilmiş ne yapacağımızı düşünüyorduk, karşımızda dikilen görevlinin bize hiç taviz vermeye niyeti yoktu. Dar salonda bir iki tur attıktan sonra.
’’Müdüre hanım, yok mu?’’ dedim.
’’11.00 doğru gelecek, Beyazıt’a toplantıya gitti’’
Kayıt için geldiğimizde tanışmıştım müdüre hanımla. Hoş, sevecen tavırlı, konuşkan birisiydi, belki bire bir konuşup ikna edebilirdim onu.
’’ Siz valizleri girişe bırakın biz yardımcı oluruz’’ dedi görevli tekrar.
Anlaşıldı görevli bizi yatakhane kısmına çıkarmayacaktı. Annesi merak içindeydi, odası nasıl, çarşafları nasıl, arkadaşları kim.
Bir kaç gün sonra tüm bunların cevabı öğrenilecekti ama, bizim hanım odayı kendi gözüyle bir görse, ne kadar rahatlayacaktı.
İlk defa ayrılıyordu biricik kızından, ilk kopuşuydu onun bu yuvadan. Minik kuşlarımız büyümüş, artık yavaş yavaş yuvadan tek tek uçmaya başlıyordu.
Ailede ilk kuş uçuyordu, tutunmaya çalışıyordu, yeni bir yaşamın ucuna. Koşacaktı artık düşlediği düşündüğü hayallerinin peşinden. Nasıl ne zaman gerçekleşmeye başlayacağı bilinmezliğiyle.
Bu sene daha sıkı, daha programlı çalışıyordu ve benim eksiklerim bunlar diyordu. Gündüz kurslar, gece kurslar, C.tesi-Pazar kurslar.
Üniversite sınavları hazırlıklarında hayalleri, idealleri şekilden şekile giriyor, kabuslar görüyordu. Her yeni günün doğuşu, yeni hayalleriyle uyandırıyordu onu. Geçen sene yakalayamamıştı hayallerini. Kendisini matematik yönünden kardeşinle kıyasladığında, Bıkıp usanmadan, ben daha çok çalışmalıyım diyordu.
Ve sonunda başarmıştı. Şimdi İstanbul Marmara üniversitesi Sinema, Radyo ve Tv. bölümünün bir öğrencisiydi, Fatih’te ki yurdunda da yeri hazırdı.
İstanbul ben geldim diyordu korkusuz beyaz güvercinim benim. Sonra şahin mi olacak, atmaca mı , kartal mı onu zaman gösterecekti.
’’Tamam kızım’’ dedim. ’’Siz alın valizleri yukarı’’
’’3. kat mıydı, kaç numaralı oda’’ dedim görevliye.
’’Evet 3. kat soldan birinci oda’’
Görevliyle beraber valizleri alıp yukarı çıkmaya başladılar. Tabii ki 4-5 basamak arkalarından bizim hanımda takıldı peşlerine. Odayı görmeden yapamazdı, uyuyamazdı. Çarşaflar, perdeler temiz mi? yataklar nasıl, havadar mı? Neyse yukarıdan ses seda çıkmayınca, anladım ki her şey yolunda.
Aşağıda yalnız kalmıştım. Yüklenmiş olduğum duygularım bırakmıyordu yakamı. Genelde bu durumlarda babalar bir sigara yakar salonda turlardı. Ama ben bu görevi yıllar önce Diyarbakır askeri hastanesinde yapmıştım, turlamıştım elimde sigara hastane koridorların da. Ta ki hemşire hanımın,
’’Müjde nur topu gibi bir kızın oldu’’ deyip, maviş gözlü mini bebeğimizi kucağıma vermesine kadar.
Devrim hayallerimizin gönlümüzde yer ettiği sevdalı yıllardı o yıllar. Devrim aşkının İçimize saptadığı tutkuların boyunduruğunda, ona Eylem ismini koyalım dedim. Annem Hande demişti. Eşim Özge.. Çaresiz kalan eşim buruk bir şekilde, Hande ismini uygun buldu. Bende direndim ikinci adı olan eylem olsun dedim ve nüfusa öyle yazdırdım. Eşime, onu doğuran kadına fazla söz ve alternatif bırakılmamıştı. O da bana olan sevgisinden dolayı, onaylar gibi görünmüştü.
Ama bu yaranın onun hep içini acıttığını hissediyorum, bu yüzde de kendimi, o gün ki hatam nedeniyle hiç affetmiyorum. Artık yıllar sonra dudaklarımdan çıkan içi boş bir özürse, havalarda uçuşmaktan başka hiç bir işe yaramıyordu.
Gülüşerek indiler aşağıya, demek ki işler yolundaydı.
’’6 kişilik oda’’ dedi hanım. ’’Üstteki ranza boşmuş, bazı odalar dört, bazıları iki. Odalar okul durumuna göre ayarlanıyormuş. Mimarlık, mühendislik öğrencileri iki kişilik.’’ falan filan anlattı durdu hanım, ama ben hiç dinlemiyordum, dalıp gitmiştim.
’’Yeni cep telefonu almıştı eniştesi ona, okul hediyesi. biraz masraflı ama, olsun dedik, aradın mı, her an karşındaydı. içimiz rahattı artık. İlk fatura abartmıyorsam üç veya dört sayfa kalın iki zarfın içinde gelmişti evimizin adresine, şok olmuştuk, telefon 60 milyonsa fatura 90 dı. Çok konuşmamış onlar sadece mesajmış. Evet doğruydu, sayfalar dolusu mesaj. Neyse bir daha olmadı.
Buna çok üzülmüştü, üzüldüğüne biz daha çok üzüldük.
Yurda giriş saatleri, kahvaltı, akşam yemekleri hepsini öğrenmişlerdi, ben başka dünyalarda gezerken,
’’Hadi baba’’ gidelim dedi. Daha güçlü bir ses tonuyla. ’’ Ben daha okula
gideceğim. Artık kalacağı, yatacağı yer belliydi. içimiz rahatlamıştı.
Okulu Nişantaşı Amerikan hastanesinin alt tarafındaydı. Mecidiyeköy otobüslerine binecek ve Harbiye veya Osmanbey de inecekti.
Fatih anayola inip, ışıklardan karşıya geçtik, az ileride ki otobüs durağına gidip, beklemeye başladık. Otobüslerin biri gelip, biri gidiyordu. Biraz sonra Mecidiyeköy otobüsü durağa yanaşmaya başladı. Hanım hemen otobüse doğru yürüdü.
’’Hanım’’ dur dedim. ’’sen nereye ?’’
’’Okula gitmiyor muyuz ?’’
’’Hayır o gidiyor. Biz daha sonra gideriz.’’ Kızıma dönerek.
’’Bu kız dedim, liseyi bitirdi ve üniversiteye başlıyor. Otobüs burada, okul orada, bundan sonra bu şehirde tek başına, mücadele edecek, kendisi gider’’
’’Hadi bakalım kızım. Şimdilik yolun açık olsun’’
’’Tamam baba ben giderim’’
’’ Artık bu yeni yaşam senin kızım ve sen bunu başaracaksın’’
Ama falan diyen annesi donup kalmıştı. Sadece gözbebeklerinde süzülen yaşlar uğurluyordu sevgili kızını
’’Bende hadi kızım sen yavaş yavaş git okuluna’’ dedim, ’’artık bu yol, bu yaşam senin’’
Hızlı ve emin adımlarla, otobüsün durakta ki son yolcusu olarak içeri adımını attı. Yeni bir yaşama tutunmak ister gibi, tutunacak yer arıyordu bakışları.
Otobüs, içinde onlarca yaşam hikayesi olan insanların içine, bir tane daha ilave ederek, duraktan ağır ağır ayrılıp kalabalık ve ekzos kokan caddede yavaş yavaş gözümüzden kaybolmaya başladı. Geride sadece gözleri yaşlı bir anne ve gözyaşlarıyla onur duyan bir baba bırakmıştı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.