- 571 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
ŞİRİN BESNİ MERHABA
MAZİYE YOLCULUKLAR – 86
Bugün 18 Eylül 2009. Günlerden Cuma…
Annemin, babamın, ağabeyimin, akrabalarımın ve sevdiğim insanların mezarlarını ziyaret etmek için günün ilk saatinde Mersin’den Kâhta’ya doğru yola çıktım…
Arabamla Maraş’tan Gölbaşı’na doğru yol alırken çok sevdiğim, acı tatlı anıları ile hayatımda önemli yeri olan Besni ilçesine gitmeye karar verdim…
Besni’de geçirdiğim günler, okyanusun dalgaları gibi beynimi, yüreğimi kuşattı.
Duygularımı, heyecanımı anlatacak kelime bulamıyorum...
Maraş’tan sonra yapılan çift yolun tozuna toprağına bulanarak Gölbaşı ilçesine girdim.
Gölbaşı ilçesine ne zaman ayak bassam, Sinan Cemgil, Alparslan Özdoğan ve Kadir Manga’nın genç yaşta ölümlerini hatırlarım… Ölüm acısı yüreğimi yeniden yakar… O günü yeniden yaşarım…
Besni’de öğrenci evimde aynı yatakta beraber yattığımız Kadir Manga’nın, sabahın ilk ışıklarıyla uyanıp küçücük odamda spor yaparken gördüğüm o tatlı hali gözlerimin önüne gelir…
Üniversite öğrencisi yiğit Kadir Manga’yı unutamam…
Aynı gruba katılmama üç gün varken, Besni’de hakkımda çıkarılan gıyabi tutuklama kararı yüzünden, ilçeden ayrılmak zorunda kaldım…
Bu beklenmedik Besni’den ayrılışım, gruba katılmamı da engelledi…
Gölbaşı’ndan Adıyaman yoluna döndüm…
Akpınar köyünün içinden her geçişimde, 1974 yılında bu köylü Ho Amcanın evinde bazı arkadaşlarla buluştuğum günü hatırlarım… O arkadaşları saygıyla anarım…
Adıyaman yolundan, Besni yol ayrımına geldim. Güzelim Besni’ye döndüm. Anılar deryasına daldım…
1970 yılında, kapkaranlık yağmurlu bir gecede, Besni’den Gölbaşı’na kadar bir kaçak olarak yaya yürüdüğüm bu yol, hiç değişmemiş.
O karanlık gecede arabalar gelince görünmemek için yolun kenarındaki ağaçların arkasına saklanıyordum. Bugün beni koruyan o ağaçları tespit etmeye çalıştım.
39 yıl önce beni koruyan ağaçları tahmin ederek selamladım…
Yılan gibi kıvrılan bu yol, yolun solunda ve sağında bulunan dereler, tepeler, ağaçlar Besni’de geçirdiğim yıllarımın canlı tanıklarıdır…
Besni halkının mert, dürüst, dost, yardımsever yapısını hiçbir zaman unutmadım.
O insanları hep saygıyla andım. Bu topraklarda yetişen aydın insanlar, çok çile çektiler. Çoğunun çilesine Pirin Palas’ta, Adıyaman Cezaevi’nde canlı tanık oldum. 12 Mart ve 12 Eylül mağduru Besnili çok arkadaşım var.
Hepsini saygıyla, sevgiyle selamlıyorum…
Besni’nin girişinde, benim kaldığım yıllarda boş olan tarlalara binalar yapılmış. Sarhan’a geldim. 1968 yılında öğretmen okulumuzun bulunduğu ilkokulu aradım. Her taraf evlerle dolmuştu. Okulu bulamadım.
Okulun üst tarafında, Bahçe ilçesinden Besni öğretmen okuluna okumaya gelen sınıf arkadaşlarımın kiraladıkları evi aradım. Ev de görünmüyordu. O evin önü futbol sahası büyüklüğünde bir tarlaydı. Çocukluğumun tarlasında evler bitmişti… İşyerleri yapılmıştı…
Evimin bulunduğu Araban yolundan, Sarhan’da bulunan öğretmen okuluna gelirken, yolun iki tarafında evler vardı.
İşyeri sayısı parmakla sayılırdı… Şimdi bütün evler işyeri olmuş…
Sevgili arkadaşım Tuncer Sümer’in evine karşıdan bakmak istedim…
O ev de yeni yapılan evler arasında kaybolmuştu. O evi de göremedim… Tuncer Sümer’e Besni’den yürek dolusu selam yolladım…
Besni’nin çarşısına sanki araba yağmıştı. Bütün işyerlerinin önü sağlı sollu arabalarla dolmuştu. Çarşıdan aşağı doğru indim… Tekrar yukarı doğru çıktım… Araban yoluna on metre kala arabayı koyacak bir yer bulabildim…
Araban yolu öğrencilik günlerimdeki evlerimin giriş yoludur…
İlk yıl, Dumlupınar ilkokulunun biraz yukarısında bulunan kasap Şeyho’nun evini kiralamıştık. Mehmet ve Perihan Koca isimli çocukları vardı. Şimdi neredeler? Yağmurlu günlerde bu evin toprak damını çok loğladım…
İkinci yıl, Araban yolunda, Mustafa Baba’nın evini geçtikten sonra lojmanlar vardı. O lojmanlarda bir daire kiralayıp oturmuştuk…
Üçüncü yıl, yine Araban yolunda, Mehmet Dutlu arkadaşın evlerinin karşısında, kalaycı Mustafa’nın iki katlı evinin altındaki iki odayı kiralamıştık…
Birlikte ev tuttuğum okul arkadaşlarım daha sonra başka evlere taşındılar...
Evde tek başıma kalmaya başladım…
Kadir Manga bu evde konuğum olmuştu…
Gaziantep eski belediye başkanı Celal Doğan, bu evde oturduğu demir ranzamı kırmıştı…
Ankara’dan, İstanbul’dan, İzmir’den gelen üniversite öğrencilerini, asistanlarını bu evde ağırlamıştım…
Semih Orcan ve Mete Ertekin uzun bir süre bu evimde konuk olmuşlardı. Besni’nin köylerini, dağlarını beraber gezmiştik.
Gazetesinde gönüllü çalıştığım sevgili ağabeyim Şekip Önder, daha sonraları bu eve, yanıma taşındı. Birlikte oturmaya başladık…
Araban yolu, anılarla dolu öğrencilik yıllarımın güzel, çileli yoludur…
Çarşıdan aşağıya doğru yürümeye başladım. Hükümet konağının o büyük bahçesinden eser kalmamıştı…
Gözlerim 17 yaşında ilk işkencemi gördüğüm polis karakolunu aradı. Duvarlarında “ Burada Allah yoktur. Peygamber izine çıktı” yazısı hala duruyor mu diye düşünmeye başladım…
Besni eski belediye başkanı rahmetli Mehmet Uslu, sabah saat 10’dan beri dayak yediğim karakolda, gece saat 23’te beni kurtardı.
Falakadaki küçük ayaklarımda sağlam et kalmamıştı. Ellerimin üzerinden tren geçseydi o kadar ezilmezlerdi…
Nedim’in kahvesinin önünde durdum. Çocukluğumun geçtiği kahvenin yanındaki matbaa kapanmıştı. Burada ne çok anılarım vardı.
Ağabeyimi ölümünden önce burada ağırlamıştım. Son görüşmemiz olduğunu nereden bilebilirdim.
Matbaanın ve sevgili Şekip Önder ağabeyin yerini kahvenin önünde duran birine sordum. Yeni yapılan belediye binasının altını gösterdi…
Güney Ekspres gazetesinin yeni yerine gittim. Şekip ağabey yazıhanede oturuyordu.
Yıllardır kendisini görmemiştim. Tanıdım. Yaşlanmıştı. Kilo almıştı. Fidan boylu siyah saçlı çocukluğumun TİP ilçe başkanı Şekip Önder karşımdaydı...
40 yıl önce ayrılmıştık. O günlerin Mahmut çocuğu bugün 57 yaşında, 90 kiloya yaklaşmış, kır saçlı bir ihtiyar olmuştu. Şekip ağabey beni tanıyamadı.
— Şekip Önder’i arıyorum, dedim.
— Benim, dedi.
Saygıyla yüzüne bakıyordum. Bu kadar değiştiğine inanamadım. O da merakla bana bakıyordu:
— Siz kimsiniz, dedi.
Gülümseyerek:
— Ben Afrikalıyım. Kenya’dan yeni geldim. Sizinle tanışmak istiyorum.
Ayağa kalkarak:
— Sen Mahmut Cantekin’sin, dedi.
Uzun uzun sarıldık ve hasret giderdik…
Orada çalışan bir arkadaş elinde pide ve pişmiş biberle içeriye girdi. Şekip ağabey kahvaltı yapacakmış. 40 yıl sonra birlikte kahvaltı ettik...
Arabanın yanında duran eşimi ve oğlumu çağırdım. Şekip ağabey ile tanıştırdım. Sohbet ettik…
40 yıl sonra mürekkep kokusunu tekrar ciğerlerime çektim.
Öğrenciliğimde çalıştığım gazetede şimdi iki genç kız, bir genç arkadaş ve orta yaşlı bir erkek çalışıyordu. İşe gelmeyen eleman var mıydı bilmiyorum…
O yıllarda ben Akif ve Kadir’in yardımcısıydım. Bütün yük ikisinin omzundaydı. Baskı makineleri eski tiplerdi…
Ayrılırken Şekip ağabey ile tekrar kucaklaştık, helalleştik…
Şire pazarına uğradık. Cuma günü olduğundan dolayı çok kalabalıktı. Güzelim Besni pestilinden ve sucuğundan aldım…
Çocukluğumun sakin Besni çarşısının yerinde yeller esiyordu. Çok değişik işyerlerinin açıldığı çarşıda arabalardan, insanlardan yürümek bile zorlaşmıştı…
Gidip geldiğim kaldırımlarda tanıdık yüzler aradım. Bulamadım…
Her şey değişmişti. Besni çok kalabalıklaşmıştı…
Araba bulamadığımız zamanlar, yaya olarak Adıyaman yoluna kadar yürüdüğümüz Besni çıkışı bile değişmişti.
Arabamla eski yola döndüm. Kamyonlar yolu kapatmıştı. Orada duran birine sordum:
— Bu yoldan Adıyaman’a gidilmiyor mu?
Aldığım yanıt beni şaşırttı.
— Burası eski Adıyaman yoludur. Geri dön, yukarı doğru çık. Hastanenin üstündeki yol Adıyaman’a gider.
Dediğini yaptım. Besni Öğretmen Lisesi ve koğuşlarında yattığım cezaevinin arasındaki yoldan hastaneye doğru gittim.
Yeni yapılan yoldan Besni’den ayrıldım…
Yaralı yüreğim anıların yoğun baskısı ile daha da ezilmiş, gözlerim ıslanmış bir şekilde dönüp Besni’ye tekrar tekrar baktım…
Dudaklarımda iki cümle döküldü:
— Merhaba Şirin Besni…
Elveda insanlıklarını unutamadığım öğrenci arkadaşlarım, öğretmenlerim, ev sahiplerim, esnaflar, işçi arkadaşlar, köylü dostlar…
Vefat eden canlara rahmet diliyorum…
Yaşayan canlara sağlıklı, mutlu günler dilerim…
Sizleri sevdim, seviyorum, seveceğim…