- 780 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BEN, O KÖYÜ ÇOK SEVDİM
( İzzet Ernur’a)
“Poyrazı dondururdu akşamları
Masa üstü gibi dümdüz ovanın
En ucunda köyün
Koca binanın bir küçük odasında
Ve de gaz lambasının ışığında
Ben düşünürdüm
Boz önlükleri, ak yakalarıyla
Burunlarını işlik kollarına silmiş
Soluk yüzlü
Soğukkuyu ayakkabılı
Ama saygılı
Köy çocuklarını”
………………………………………………………………………………………
“Ankara’ya kadar gelmişken Mucur’a kadar uzanıp can dostum Hasan Çavuş’u da ziyaret edeyim.” dedi kendi kendine. Otuz yedi yıl çalıştıktan sonra şimdi emeklilik işlemleri için gelmişti başkente. Üşenmemeliydi, ne vardı ki Ankara’dan Mucur’a? Atladı mı otobüse üç saat sonra oradaydı.
*
Otobüs . bozkırın ortasında yılan gibi kıvrılan yolda giderken o yöre halkının kendilerine has şiveleriyle konuşmalarını bir süre dinledi. Sonra daldı otuz yedi yıl öncesine...Bu yolculuk onu ta 1954 yılının yaz sonuna götürdü:
Savaştepe Köy Enstitüsü’nü bitirmiş, Hacıbektaş’ın Sadık köyüne atanmıştı. Bozkırın ışığı olan köy enstitüleri kendisi son sınıfa geçtiğinde kapatılmış öğretmen okullarına dönüştürülmüştü. Asılsız söylentilerle kapatılan bu okullardan sonra Anadolu’yu aydınlatan bir ışık söndürülmüştü.
İlçeye “göreve başlama dilekçesi”ni verdikten sonra Hanomag marka bir traktörle köye ulaşmıştı 1954 yılının yaz sonu sıcak bir gününde. Köyde onu Hasan Kurt ve İlhan Tekin karşılamışlardı. İşte şimdi Mucur’a yerleşen Hasan Kurt’u ziyarete gidiyordu. Köyde kaldığı üç yıl içinde onlarla çok güzel dostluklar kurmuştu. Bu arada 1960’lı yılların başında vefat eden İlhan Tekin’i de rahmetle andı. Köyde “Hatip” namıyla anılan Hakkı Çavuş muhtardı. Koca Anadolu bozkırının ortasında düz ovaya kurulmuş bir köy. Toprak damlı evleri, çatılı okulu, selektörü ile ağaçsız; ama insanları ile samimi bir köy…
Okulu gezmiş, yakın zamanda köye dönmek üzere memleketi Balıkesir’e gideceğini söylemişti. “Yook, “ dedi muhtar ve ilk tanıdığı köylüler, “…gidersen geri dönmezsin.” Söz vermişti döneceğine; ama yine de “Gömleğini rehin bırak, inanalım döneceğine” demişlerdi. Eee, öğretmenin gömleği de kıymetliydi o zamanlar hani. Onlarda böyle gömlek ne arar. Çoğunun giydiği yakasız işlik.
1954’ün eylülünde yüz on öğrencili okulu açtı . Okula gelen üç beş kişi. O zaman için köy yerinde iş güç bitmemiştir. Zaman içinde bütün öğrencileri okula getirmeyi başarmıştı. Bunu başarmak için denediği yollardan biri de bisikletle gidip tarlalarda, harmanda öğrencileri bulup okula getirmekti.
Okulun adına yüz elli dönüm tarla vardı. Bu önemli gelir kaynağını iyi kullandı. Bahçe duvarını yaptırdı, bahçeyi ağaçlandırdı. Her yıl okulu teftişe gelen ilköğretim müfettişinin de takdirini kazanmıştı. Bu müfettişin de önerisiyle bir 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın ilçedeki daire amirlerinin, çevre köylerdeki öğretmen ve öğrencilerin katılımıyla Sadık köyünde kutlanmasına öncülük etti..
Sadık köyünde üç yıl kalmıştı.. İlk iki yılında bekardı, son yılında sevgili eşi Şennur Hanım’la birlikte geldi köye. Eşi de kültürüne, âdetlerine yabancı olduğu bu köyü ve köylüleri çok sevmişti. Çünkü onlar alçak gönüllü insanlardı. Bekarlık döneminde İzzet öğretmenin en yakın dostlarından biri de evleri okula çok yakın olan Kara Mustafa dedenin oğlu Tahir Dayıoğlu’ydu. Geldiğinin ikinci yılında da Alişan Deveci muhtar olmuştu.
Köyde okuma seferberliği onunla başlamıştı. İlkokulu bitirdikleri halde Asım Kurt ve Mustafa Taş’ı okula devam ettirdi, onların öğretmen okulunu kazanmalarına yardımcı oldu. Köyde ilkokuldan sonra ortaokula gitme olayı İzzet Ernur’un öğrencileriyle başladı.
Üç yıl içinde köylü onu çok sevmişti. Köyden ayrıldıktan sonra değişik yıllarda köyü ve eski dostlarını ziyaret etmeyi hiç ihmal etmedi. Şimdi otuz üç yıl sonra yine yollardaydı. Sadık köyünün hiç unutamadığı, “velesbitiyle tarlada öğrenci toplayan” bu idealist öğretmen.
*
Otobüs muavininin “Sayın yolcular Kırşehir’e geldik, otobüsümüz Mucur’a kadar gidecektir, Mucur yolcuları inmesin.” Sözleriyle daldığı hayalden, gözünün önünden şerit gibi geçen otuz beş yıl önceki yaşadıklarından sıyrıldı İzzet öğretmen. Yarım saat sonra dostu Hasan Kurt’u ziyaret edecekti. İçini bir heyecan kapladı.
…………………………………………………………………………………………
-Alo!
-Alo, ana sen misin?
-Benim oğlum.Balıkesirli İzzet öğretmen bizi ziyarete geldi de sizi de görmek istiyor, akşam bize gelin.
-Olur ana, yemekten sonra geliriz, bir ihtiyacınız var mı?
-Yok.
İzzet Ernur öğretmen, ben ilkokula başlamadan köyümüzde öğretmenlik yapmıştı. Ağabeylerimin öğretmeniydi. Üç yıl kaldığı köyümüzde ayrıldıktan sonra bu unutamadığı ilk görev yerine birkaç kez dost ziyaretine gelmişti. Ayrıca iki yıl önce birlikte çalıştığım Balıkesirli bir arkadaşımı ziyarete gittiğimde onu bulmuştum. Akşam da evine ziyarete gitmiştik arkadaşımla birlikte. Gece geç vakitlere kadar aradan bunca yıl geçmesine rağmen hem kendisi hem de eşi Şennur Hanım bana köyde onların kaldığı yıllarda yaşayan bütün aileleri sormuşlardı. Herkes hâlâ akıllarındaydı.
Babamlarda o akşam çaylar, kahveler içildi, sohbet edildi. Yatma vakti geldiğinde:
-İzzet hocam, ben yarın okuldan iki gün izin alıp sizi gezdirmek istiyorum. Köye, Kayseri’ye, Kırşehir’e gideriz, tüm eski öğrencilerinizi görürsünüz.
-Çok memnun olurum, sana zahmet olmasın.
-Yok, ben sabah erken gelirim.İsterseniz şimdi bize gidelim, bizde kalalım.
-Olmaz, ben Hasan Çavuş’u görmeye geldim, gece de burada kalmak istiyorum.
*
Sabahın erken saatinde Mucur terminalinde Kayseri’ye giden otobüse bindiğimizde orta sıradaki koltukların birinde tek kişi vardı. Mucur’da oturan, köyümüzde öğretmenlik yapan hala oğlu Ahmet Ünlütürk. Her gün köye gidiş geliş yapıyordu. Beni görünce:
-Ne o dayı oğlu, hayırdır nereye?
-Köye gidiyorum.
Bu arada kaşla gözle yanımdaki kişiyi soruyordu.
-İzzet Hocam, sizin öğretmeniniz.
O anda bizim Ahmet’i görmeliydiniz. Elinde yeni yaktığı sigarasını nereye söndüreceğini şaşırdı. Hoş beş ettiler. Bunca yıl sonra neredeyse kendi emekliliği gelen hala oğlu, öğretmenine sigara içerken yakalanmış öğrenci gibi suçlandı, saygısını gösterdi.
Köy sapağına gelince otobüsten indik. Şimdi tam hatırlayamıyorum; ama başka bir vasıtayla köyü ulaştık. Köyün içi her kış olduğu gibi çamurluydu. Ahmet, okuluna yöneldi, biz de hemen yanındaki köy kahvehanesine girdik. Kahvehane ağzına kadar dolu. İçeri yoğun sigara dumanı. İçeri girince selamımızı duyanlar okey masasından kafalarını kaldırıp baktılar. Ben:
-Köyümüzün yıllar öncesindeki öğretmeni İzzet Ernur hocamla sizleri ziyarete geldik.
Bir kaç ağızdan "Hoş geldiniz!" sesi çıksa da beklediğimiz yakınlığı bulamadık gibi geldi bana. İzzet öğretmenin de yüz ifadesinden anladım bunu. Bu arada Göbekli Bayram ağabey, masaların arasından fırladı geldi:
-Vay, İzzet hocam, hoş geldin, sefalar getirdin köyümüze.
-Hoş bulduk Bayram.
Köyümün bu güzel insanı bizi kucaklarcasına dışarı çıkardı.
-Haydi bizim eve gidelim.
Bayram ağabeyin evinde yemek, çay, kahve, sohbet derken iki saat kadar oturduk. Bu arada Bayram ağabeyin telefonuyla Abdullah Tekin amca da geldi . İzzet öğretmenin de keyfi yerine geldi.
*
İkindi üzeri Kayseri yolundaydık. Öğretmenimizin öğrencilerinden çoğu Kayseri’ye yerleşmişti. Hemen hemen hepsi öğretmendi. Onları görmekten de ayrı mutluluk duyacaktı.
Ağabeyimin Talas’taki evinin yakınındaki durakta belediye otobüsünden inince önümüzde yürüyüp giden Ahmet Akyürek’i gördüm. Biz de peşinden giderken:
-Şu gideni tanıyabildin mi İzzet hocam?
-Yüzünü görmem lazım.
Biraz ilerleyip bakınca:
-Yahu bu bizim Ahmet Akyürek değil mi?
-Evet, bunca yıl sonra tanıyabilmeniz çok ilginç.
-İlkokulda iken "Kafa gidiyor, kafa gidiyor!" derdi sık sık.
Yürüdük. Ahmet’in omuzuna dokundum, dönüp baktı:
-Oooo! Hoş geldin nasılsın?
-İyiyim, sen nasılsın, nereye böyle?
-Eve gidiyorum?
-Misafirimi tanı bakalım.
Ahmet, baktı baktı tanıyamadı. "İzzet öğretmenimiz." deyince o da hemen elini öptü. Beni şaşırtan da öğretmenimizin hafızası oldu.
O akşam öğretmenimizin Kayseri’deki öğrencilerinin hemen hemen hepsi Yusuf ağabeyimin evindeydi. Geç vakte kadar sohbet edildi, anılar anlatıldı. Mutlu oldu İzzet öğretmen.
Misafirler gidip de yatağa başımızı koyduğumuzda "İzzet hocam, yarın da Kırşehir’deyiz, iyi geceler." dedim. Yorgundu, hemen uyudu.
*
Kayseri’den Kırşehir’e gelen otobüsten ağabeyim Asım Kurt’un oturduğu Bankaevleri’nin yanında indik. Öğle yakındı. Eve doğru giderken İzzet öğretmeni elinde siyah çantayla görünce aklıma muzırlık geldi. Ağabeyim de Tevriz yengem de onu öğrencisiydi.
-Hocam sizden bir isteğim var..
-Hay hay, buyur söyle!
-Şimdi ağabeyimgile vardığımızda kendisi okuldadır. Evde yengem olur. Eğer sizi görünce tanımazsa ben sizi satıcı olarak tanıtacağım. Hani şimdi etrafta çok sayıda kitap, ansiklopedi, çeşitli eşya satıcıları var ya!
- Haydi bakalım, seni mi kırayım, biraz neşeleniriz.
Zili çaldık. Kapıyı yengem açtı. Meraklı ve şüpheli gözlerle:
-Hayırdır, bu okul gününde, önemli bir şey mi var?
-Yok yenge, izinliydim de sizi de ziyaret etmek istedim.
-Hoş geldiniz, buyurun!
İçeride kaşla gözle yanımdakinin kim olduğunu soran yengeme:
-Bu ağabeye sizin merdivenlerde rastladım. Çarşaf, yastık kılıfı gibi şeyler pazarlıyormuş. Çantasını açsın da bak!
Bu arada İzzet öğretmen eğilip çantasını açmaya kalkışınca ikimiz de makaraları koyverdik. Şaşkın şaşkın bakan yengeme:
-Tanımadın mı İzzet öğretmenini?
-Amaaan! Gerçekten o mu?
-Evet yenge gerçekten o, bizleri ziyarete gelmiş.
Boynuna sarıldı öğretmeninin. İkisi de duygulandılar.Biraz sonra ağabeyimi aradı yengem. İsmini vermeden "Misafirimiz var, eve gel!" diyerek.
Çok geçmeden ağabeyim geldi. Salona girer girmez misafiri görünce "İzzet hocam!" dedi O kadar yer gezdik, insan gördük, yıllar sonra onu görünce tanıyan tek kişi Asım ağabeyim oldu. "Nasıl tanıdın?" diye sorduğumuzda da "Şakaklarının üstündeki saçlardan..." dedi.
*
Sevgili öğretmenimiz bu gezimizden sonra çok mutlu oldu. Şimdi seksen bir yaşında Balıkesir’de yaşıyor. Geçen yıl eşi Şennur Hanım’ı kaybetmiş. Oğlu Tuncay Ernur’la internette iletişim içindeyiz. İlk işim bu yazdıklarımı ona göndereceğim. İzzet öğretmenimize okusun diye. Ben, çok sık olmasa da kendisiyle telefonda konuşuyorum. Köyümüzün altmış yıl önceki bu vefalı, idealist öğretmenine selam olsun.
*
"Sevgili öğretmenim
Yılardır hep sizi yazmak istedim
Oysa ben sizin öğrenciniz bile değildim
Bozkırdaki köyümde
Sekiz köşe şapkalı köylülerim
Hiç unutmadılar sizi
Siz de vefalı oldunuz yıllar içinde
Size nice sağlıklı yıllar diler
Ellerinizden öperim"
.........................................................................................................................
Numan Kurt
6 Ocak 2016
Ankara
...............................................................................................................
YORUMLAR
"Sevgili öğretmenim
Yılardır hep sizi yazmak istedim
Oysa ben sizin öğrenciniz bile değildim
Bozkırdaki köyümde
Sekiz köşe şapkalı köylülerim
Hiç unutmadılar sizi
Siz de vefalı oldunuz yıllar içinde
Size nice sağlıklı yıllar diler
Ellerinizden öperim"
Bende kaleminizin izlerini çok sevdim Numan öğretmenimiz...
Öğretmenlerimiz başımızın tacıdır, annemden sonra ikinci aşkımdır Sabite Tur öğretmenim ,Saygıyla rahmetle anıyorum her daim. Babamın bir kuralı vardı cikletleri yemekten sonra çiğnetirdi, Sabite Tur öğretmenimizin ilk okul birinci sınıfta ilk sözü o idi, ciklet konusu.. Bu yasıma geldim halen sevmem cikleti. Öğretmen kalemlerinin izlerine hayranlığımla...
Saygılarımı bıraktım ...
Harika bir anı, kalem tutan o elinize sağlık muhterem kardeşim. 70 yaşımdayım ama 60 yıldır da İlkokul öğretmelerimi unutamadım. Hemen hemen tamamı rahmetli oldu.çocuğunun cenazesine ulaştım, bazılarınında mezarlarını ziyarek edip dinin gereğini yerine getirdim kendimce. "Bana bir harf öğretinin kölesi olur" diyen Hz. Ali aleyhisselam ile onları Allah cennette buluşturmayı nasip etsin. Bu Dünyadan göçmüş olan tüm öğretmenleri Yüce Mevlam makamlarını cennet eylesin, nur içinde yusunlar.