- 1585 Okunma
- 9 Yorum
- 1 Beğeni
YÜZÜ SUYU HÜRMETİNE Mİ SAÇININ SUYU HÜRMETİNE Mİ? -1-
Bir tarafta İslamı kendi şahsi emelleri için kullanan soytarılar, öte tarafta Allah’a, kitaba, İslama saldırmak için böyle fırsatları kollayan Allahsız-kitapsızlar…Zor bir yazı dizisi olacak. Ama Nazım Hikmetin de dediği gibi ‘’Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak nasıl çıkacak karanlıklar aydınlığa?
Çok zordu benim için bu konuyu yazmak. Ama birilerinin yazması gerekiyordu. Yine de bilmeyerek her ne kadar kusur ve günah işlersem Rabbim affetsin. ( Ayrıca değerli dostlar, yanıldığım, yanlış düşündüğüm noktalarda lütfen en sertinden de olsa eleştirilerini eksik etmesinler ki doğruya hep birlikte el ele ulaşalım.)
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Aşağı yukarı kıldığım her namazdan sonra yaptığım dualardan biri şudur: ‘’ Ey Allah’ım Alemlere rahmet olarak gönderdiğin Peygamberimiz Muhammed Mustafa (S.A.S) yüzü suyu hürmetine işlediğim günahlarımı affet.’’
Evet…Dualarımdan biri budur fakat bu güne kadar ‘’Yüzü suyu hürmetine ‘’ ifadesi ne anlama geliyor araştırma gereği duymamıştım doğrusu. Kısaca ‘’ Onun hatırına ‘’ olarak biliyor, annemden ve bize İslamı anlatan büyüklerimizden öyle öğrendiğim için öyle dua ediyordum. Altmış bir yaşımdan altmış iki yaşına doğru ilerlerken bu ‘’Yüzü suyu’’ meselesinin karşıma ‘’Saç suyu ‘’ olarak çıkacağına ise rüyamda görsem inanmazdım. Evet…Yüz suyu yanında bir de saç suyu varmış ama öylece basit bir şekilde saç suyu demek de olmaz ‘’ Saç-ı Şerif ‘’ suyu.
Yani anlayacağınız bu gün saç- ı şerif, sakal-ı şerif ve kadem-i saadet üzerinde duracağız.Başka şerifler ve saadetler de var ama hakkında fikir yürütemeyeceklerim üzerinde söz söylemem doğru olmaz.
Saç-ı şerif ve Kadem-i saadeti bizim ülke halkı pek fazla bilmez ama sakal-ı şerifi bilmeyen yoktur. O halde sakal-ı şerifle işe başlayalım.
Efendim nedir sakal-ı şerif? Peygamberimizin sakalından sadece bir tane kıldır. İstanbul gibi büyük şehirlerde neredeyse her camide, küçük yerleşim yerlerinde ise o yerleşim yerinin en büyük camiinde, minicik bir cam şişe içinde saklanan bir sakal kılı.
İşte sakal-ı şerif denen ve Peygamberimize(S.A.S) ait olduğu söylenen bu tek tel kıl ile benim ilk tanışmam Erzurum’un Hasankale ( Pasinler ) İlçesinde oldu. Bir Kadir Gecesiydi yanlış hatırlamıyorsam. Çocuktum tabii ki. Yarımyamalak kıldığımız teravih namazının ardından İlçe müftüsü minberdeki özel bölümden özel bir kutu aldı. Cemaat tekbir getirirken bu kutuyu açtı. Kutunun içinden bir bohça çıkardı. Kırk kat ipek kumaşı tek tek açtıktan sonra içinden küçücük bir şişe çıkardı. İşte o şişenin ortaya çıkmasıyla birlikte cemaatte müthiş bir dalgalanma oldu. Tekbir sesleri daha gür çıkmaya başladığı gibi göz yaşları, hıçkırıklar, hepsinden önemlisi insanların şişenin içindeki görmek için adeta birbirlerini ezmeleri…
İşin doğrusu ben sadece minicik bir şişe görmüştüm. Çünkü bu sakat bacakla şişeye iyice yaklaşamadım.Yaklaşanlar ise şişeyi öpüp gözlerine sürüyorlardı.
Sakal-ı şerifi görememiştim vesselam ama bir kaç gün sonra o sakal-ı şerifin sarılı olduğu bez parçalarından kırkıncı katın bezinden bir parça artık bizim evdeydi. Sınıf arkadaşım olan müftünün oğlu benim oldukça üzülmüş olduğumu görünce o bohçanın en üstünde bulunan katın bezinden bir parça keserek bana vermişti. O bezi aldığımda ne kadar sevindim, kalbim nasıl çarptı hâla unutmam. Uzun bir süre o bez parçası bizim evin en kıymetli hazinesi oldu. Gaz lambasıyla aydınlanıyor, tezek yakarak ısınıyor, leğende çimiyor, suyu mahalle çeşmesinden alıyorduk. Hatta zaman zaman camiden para tolanıyordu bizim aile için ama tüm bunlara rağmen evimizde dünyanın en büyük hazinesi vardı: Sakal-ı şerifin sarıldığı bohçanın kırkıncı katından bir bez parçası…
Sakal-ı şerifin sarıldığı bez parçalarından biri bizim evdeydi ama sakal-ı şerifin bizzat kendisini görmem bir türlü mümkün olamıyordu. Ne zaman bir kandilde bir camiye gitsem ve o camide sakal-ı şerif gösterilecek olsa öylesine bir izdiham oluyordu ki arada ezilmemek için sakal-ı şerifi görmeden çıkmak zorunda kalıyordum ki zaten belirli bir yaşa ulaşınca artık bu tür törenlerin olduğu camilere gitmemeye başladım. kandil günlerinde. Çünkü bu tören peygamberimize hürmetten daha ziyade bir Putperestlik gibi gelmeye başlamıştı bana. Zaten peygamberimiz (S.A.S) de uyarmıştı biz Müslümanları ‘’ "Hıristiyanların, peygamberleri İsa’yı övmede aşırı gittikleri gibi siz de beni övmede aşırı gitmeyin" diyerek. Bu yapılanlar aşırılıktı. Dahası o şişelerde saklanan ve adına sakal-ı şerif denen şey gerçekten de peygamberimizin sakalının telleri miydi?
Evet…Uzun bir süre bunu hiç sorgulamamıştık: O minicik şişelerdeki şey gerçekten de Peygamberimizin sakalının teli miydi?
Kendisinden sekiz yüz sene sonra İstanbul’un bir gün mutlaka Müslümanlar tarafından feth edileceğini gören Peygamberimiz(S.A.S), yine kendisinden asırlar sonra insanların bir tek saç telinden DNA kopyalamak suretiyle yeni bir Hz. Muhammed (S.A.S) meydana getirebileceklerini, bunun da çok tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini görememiş miydi? Tabii ki buna ‘’ Hz. Muhammed kopyalanamaz’’ diye itiraz edenler olacaktır. Kopyalamayacağını düşünelim. Elin gavuru ‘’ Biz onun sakal telinden birini ele geçirdik ve onu kopyaladık ‘’ diye birilerini ortaya çıkarsa ne olur? Zaten bid’atler yüzünden aslı unutulmuş olan bir dinin yaşandığı İslam dünyasında yep yeni karışıklıklar çıkmaz mı?
‘’ Beni övmekte aşırı gitmeyin’’ Diyen Hz. Peygamberin tıraş olurken ‘’ Benim sakalımın kıllarını toplayın, ileride şişelere koyup herkesin görmesini sağlayın ki ümmetimin bana olan muhabbeti eksilmesin’’ demiş olabileceğini hiç sanmıyorum. Haa onun haberi olmadan bu sakallar toplandıysa bunun adı resmen hırsızlıktır. O zaman da bizler hırsızlık ürünü bir şeyi seyrediyoruz.
Veda Hutbesinde ‘’ Sizlere iki şey bırakıyorum. Biri Allah’ın kitabı Kur’an, diğeri de Ehl-i Beytimdir’’ diyen Peygamberimiz aynı hutbede ‘’ Size sakalımın tellerini, ayağımın izini bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarılın ki selamete erişeniz’’ diye bir şey söylemiş mi? Böyle bir isteği olmuş mu ümmetinden?
Ben sakal-ı şerifi yıllar yıllar sonra Topkapı Sarayı Kutsal Emanetler bölümünde yakından gördüm. Oraya gidenler de pek çok diğer kutsal emanetlerle birlikte mutlaka görmüşlerdir.
Hazır konuyu buraya getirmişken Topkapı Sarayı Kutsal Emanetler Bölümünde neler sergileniyor kısaca göz atalım.
1. Hırka-i Saadet: Mukaddes emanetlerin en mühimidir. Sultan Abdülaziz’in yaptırdığı bir sandık içinde kıymetli kumaşlardan yapılı bohçalarla sarılı ayrı bir altın çekmecede muhafaza edilmektedir. İçi krem renkli astarlı siyah yünlü bir kumaştan yapılmıştır. Hırka-i saadet, Resulullah efendimizin Ka’b bin Züheyr’e hediye ettiği hırkadır.
2. Seyf-i Nebevi (Peygamber efendimizin kılıçları): İki tanesi Topkapı Sarayında bulunmaktadır. Yer yer altın, birisi de kıymetli taşlarla süslüdür. Ayrıca Peygamber efendimize ait kamış cinsinden bir maddeden yapılan bir yay ile altın yaldızlı bir muhafazası vardır.
3. Name-i Saadet (Peygamber efendimizin mektub-u şerifi): Peygamber efendimizin Mısır (Kıpti) hükümdarı Mukavkıs’ı İslamiyete davet için yazdığı mektuptur. Deriden olup, on iki satır yazısı ve altında mühr-i şerifi vardır.
4. Mühr-i Saadet: Peygamberimizin mührü
5. Dendan-ı Saadet (Peygamber efendimizin mübarek dişi): Uhud Muharebesinde kırılan mübarek dişinin bir parçasıdır. Sultan Mehmed Reşad tarafından yaptırılan taşlarla süslü altın bir mahfazada saklanmaktadır.
6. Lihye-i Saadet (Sakal-ı şerifler ): Hırka-i seadet dairesinde altmışa yakın Sakal-ı şerif bulunmaktadır. Bunlardan 24 kadarı altın ve kıymetli taşlarla süslü muhafazalarda veya sedef kakmalı kutularda saklanmaktadır.
7. Nakş-ı Kadem-i Şerif: Altından yapılmış bir kapak ve çerçeve içinde yer alan, üzerinde Peygamber efendimizin mübarek ayak izi olan taşdır. Eyyub Sultan, Sultan Üçüncü Mustafa ve Sultan Birinci Abdülhamid türbelerinde de bunlardan birer tane bulunmaktadır.
8. Sancak-ı Şerif: Hırka-i Saadet dairesinde küçük bir sandıkta saklanan Ukab denilen siyah renkli sancaktır. Sonradan yeşil ipekten bir sancak yapılarak bunun üzerine Sancak-ı şeriften parçalar dikilmiştir.
9. Teyemmüm Taşı: Peygamber efendimizin teyemmüm ettiği yazılı taştır.
Bu mukaddes emanetlerden başka,
Hz. Yahya’nın kol ve kafatası kemiği, Musa ve Şuayb aleyhisselama ait asalar, Nuh aleyhisselamın tenceresi, İbrahim aleyhisselamın kazanı,Yusuf aleyhisselamın gömleği, Davud aleyhisselamın kılıcı da bulunmaktadır.
Teberrukat eşyası arasında da Kabe-i muazzamanın altın oluğu, Hacer-i esvedçerçevesi, bab-ı tövbenin bir kanadı, Makam-ı İbrahim’in gümüş kapağı vs. yer almaktadır. Bunlar, Kabe-i muazzamadaki mukaddes makamların Osmanlı sultanlarınca zaman zaman tamir edilmesi sırasında teberrüken gönderilmesi suretiyle bir araya toplanmıştır. Ayrıca Kabe’nin anahtar ve kilitleri, Hz. Osman,Hz. Ali ve diğer din büyüklerine ait olan Kur’an-ı kerimler, cüzler, oklar, yaylar, kılıçlar, taç, hırka, sarık, tesbih ve bayraklardır.
Peki bütün bu kutsal emanetler gerçek midir? Yani mesela O kazan Hz. Nuh’un – içinde aşure pişirdiği- kazan mıdır? O asa ile mi yarmıştır Hz. Musa, Kızıldenizi? Hz.Yahya’nın kafatası ve kol kemiği denilen kemikler gerçekten de onun kafatası ve kol kemiği midir? Eğer öyle ise bu şekilde sergilenmesi yerine defnedilmesi daha doğru değil midir? Çok yüce bir peygamber sehit edilmiş ama kemikleri defnedileceğine sergileniyor. Bu biraz acayip değil midir?
Bu kutsallık atfedilen ve kutsal emenetler denilen şeylerin hangileri gerçektir hangileri değildir bilmiyorum ama en azından bir tanesi kesinlikle gerçek değildir.
İşte o kesinlikle gerçek olmayanın hangisi olduğuna geçmeden önce bir iki başka hususu daha açıklamakta fayda var:
1- Kutsal Emanetler odası dediğimiz oda aslında Fatih Sultan Mehmet tarafından Has Oda olarak yaptırılmış bir oda olup Yavuz Sultan Selim döneminde Halifeliğin Osmanlılara geçişi törenine kadar ( Böyle bir törenin asla olmadığını söyleyen tarihçiler de vardır. ) da padişahların bir nevi çalışma ofisi olarak hizmet görmüş, mesela biat törenleri burada yapılmıştır.Halifelik Osmanlılara geçince bu oda artık Mekke’den getirilen kutsal emanetlerin konduğu bir oda olarak özel bölüm olmuş, kutsal emanetler odasında kesintisiz olarak sürekli kur’an okunur olmuştur.
2- Bilinenin aksine Kutsal Emanetler denilen eşyaların hepsi Yavuz Sultan Selim’in Ridaniye Savaşından sonra son Abbasi Halifesi III. Mütevekkil’in oğlu Numey tarafından İstanbul’a getirilmiş değildir. Numey sadece Mekke’de bulunan bazı kutsal emanetleri ve Kabe’nin anahtarlarını alarak Kahire’de Yavuz Sultan Selim’e teslim etmiş, o da bu emanetleri İstanbul’a göndermiştir. Bu gün Topkapı Sarayında sergilenen Kutsal emanetlerin çok büyük bölümü o sırada İstanbul’a gönderilmiş değildir çünkü kutsal emanetlerin çoğu Medinedeydi Ridaniye savaşı kazanıldığı yıllarda.
3-Medinede bulunan kutsal emanetler 19. Yüzyıl ortalarında Vahhabilerin saldırılarına uğramış ve Vahhabiler bu emanetleri yağmalamış, bazılarını da kaldırıp atmışlardır.Kavalalı Mehmet Ali Paşanın oğlu İbrahim Paşa Vahhabilerin elinden bu kutsal emanetleri tekrar geri almış ve Vahhabi liderlerini de idam ettirmiştir.
4- Medine’de bulunan kutsal emanetler’in İstanbul’a gelişini sağlayan ise Fahrettin Altay Paşa’dır. Fahrettin Altay Paşa 1918 Aralık ayı sonlarında başlayan İngiliz kuşatmasına karşı Medine’yi tam elli yedi gün - askerleriyle birlikte çekirge yiyerek- savundu ve artık savunmanın mümkün olmadığını anladığı anda 2000 kişilik bir askeri birlikte kutsal emanetleri gizlice trenle İstanbul’a gönderdi.
5-Kutsal Emanetler bölümüne bu ad 19. Yüzyılda verildi. 19. Yüzyla kadar oda –İçinde Peygamberimizin hırkası bulunması sebebiyle- ‘’Hırka-i Saadet Odası ‘’ olarak anılıyordu ki bu gün bile Kutsal Emanetler odası dendiği gibi ‘’Hırka-i Saadet Odası ‘’ da denir.
Evet…Kutsal Emanetler odasında sergilenen nesneler içinde bir tanesi vardır ki işte bu kesinlikle gerçek değildir demiştim. Nedir bu? Bu ‘’Kadem’i Saadet’’ dir. Yani Peygamberimizin (S.A.S) Ayak izi ( Bu ayak izinden sadece bir tane vaz zannedilmesin. )
Aşağı yukarı sosyal paylaşım sitelerinde her gün resmi yayınlanan ve ‘’ Paylaşmayan bizden değildir’’ denen o ayak izinin Peygamberimizle (S.A.S) uzak yakın bir ilgisi yoktur. Bunu ben değil bu konuların uzmanı ve senelerce Topkapı Sarayının müdürlüğünü yapmış olan ünlü tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı söylüyor.
Bu konuda ben tarihsel olarak bir şey söyleyemiyorum ama mantıksal olarak, daha doğrusu kendi mantığıma göre bir şeyler söyleyebilirim.
1-Deniliyor ki ‘’Peygamberimiz mermer ve granit gibi sert taşlara bastığında ayağının izi çıkarmış’’ Bu durum Rabbimizin Hz. Muhammed’e(S.A.S) bir hediyesiymiş. Hep merak ederim -Peygamber de olsa- bir insanın sert bir zeminde her adım atışında ayak izinin kalması o insana bir hediye midir yoksa sıkıntı mı? ( Soruya resimlere bakarak cevap verin lütfen)
2- Bütün tanımlarında uzuvlarının gayet orantılı olduğu belitilen Hz. Muhammed’in(S.A.S) ayakları o kadar kocaman olabilir mi ki ayak izi de o denli büyük olsun?
3- Sakalı-ı şerifle ilgili olarak sorduğum soruyu burada da sorayım: "Hıristiyanların, peygamberleri İsa’yı övmede aşırı gittikleri gibi siz de beni övmede aşırı gitmeyin" diyen bir peygamber ‘’ Bana mermer getirin. Ayağımı basayım izi kalsın. O ayak izlerime asırlar sonra bakan ümmetimin bana olan muhabbeti daha da artsın’’ demiş olabilir mi? O böyle bir şey dememiş olduğu halde sahabiler o ayak izlerini alıp saklamışlarsa bu, Hz. Peygamberin onayı alınmadan yapılmış bir şey olduğu için yanlış değil midir?
Evet…Sorular bunlar ama sorunlar çok daha fazla. Çok daha fazla çünkü artık Erikli, Pınar, Danone, Çene Suyu gibi ‘’ Saç-ı Şerif Suyu ‘’ da pet şişeler içinde evlerimizdeki yerini almaya hazırlanıyor. Yani Sakal-ı Şerif veya Kadem-i Saadetten daha büyük sorunlarımız var.
Şimdilik Saç-ı Şerif Suyunun Peygamberimizin saçlarının yıkandığı su ve o suya normal su ilave edilerek daha da fazlalalıştırılan su olduğunu anlatalım yeter. Yani Peygamberimizin saçı yıkanıyor. Yıkanan sular biriktiriliyor ( Bir damlası bile boşa harcanmıyor.) Bu suyun üzerine daha sonra herhangi bir su ilave edilerek tankerler dolusu ‘’Saç-ı Şerif’’ suyu elde ediliyor ve elde edilen ‘’ Saç-ı Şerif Suyu ‘’ özel dolum tesislerinde şişelere konup ‘’Şifa niyetine’’ satışa sunuluyor.
Fakat inanın bu kadar da değil. Mesela Peygamberimizin(S.A.S) def-i haceti mis gibi kokuyor. Hatta hacamat olurken akan kanını çaktırmadan alıp içen sahabeye durumu fark eden Peygamberimiz ‘’ Madem kanımı içtin, sen benim kan kardeşim oldun. Cehennem sana haram oldu. ‘’ diyor(!) Hatta ve hatta idrarını içen bir sahabeye Peygamberimiz ‘’ İdrarımı içtin cehennem kapısına kilidi vurdun’’ diyor(!) Evet ‘’ "Hıristiyanların, peygamberleri İsa’yı övmede aşırı gittikleri gibi siz de beni övmede aşırı gitmeyin" diyen Peygamberimiz ‘’ İdrarımı içtin madem, o halde cennetliksin’’ diyor bir sahabesine(!)
Gelecek bölümde inşallah
Not: Bahsettiğim idrar ve kan içme safsatası ile ilgili şu videoyu seyredebirsiniz:
/fazlamesai.fm/videos/490176047801130/
YORUMLAR
Yazıyi dikkatle okudum ve Kutsal Emanetler benim de aklımı karıştırdı. Hele şu Saçi-ı şerif suyu temelli aklımi karıştırdi. Durum bu şekilde devam ederse İsa'nın putlaştırılması bizim Peygamberimiz (S.A.S) yaninda hiç kalacaktır.
Düşündürücü ve zor bir yazı dizisi, kolay gelsin.
Selamlar.
CE HA LET...
şirk çok ince bir detaydan ortaya çıkan çok büyük bir günah...
muhabbet duyarken bile ne kadar ölçülü ve seviyeli olmak gerekiyor, yoksa putlaştırdıklarımıza, kendimizi taparken bulabiliriz, Allah korusun...
çok güzel konulara değinmişsiniz teşekkürler, okumaya devam edeceğim.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
Bugün spekülatif günündeyim; normalde uzak durduğum bir alana bulaşayım.
‘’ Biz onun sakal telinden birini ele geçirdik ve onu kopyaladık ‘’ diye birilerini ortaya çıkarsa ne olur? Zaten bid’atler yüzünden aslı unutulmuş olan bir dinin yaşandığı İslam dünyasında yep yeni karışıklıklar çıkmaz mı?
İslamiyete inanan biri için karışıklık çıkmaması gerekir. Eğer her türlü putlaştırılmaya kişi karşıysa peygamberin de putlaştırılmasına karşı olmasına gerekir. Allah'ın görevlendirmediği bir kişi ister Muhammed, İsa, ya da Musa olsun herhangi bir özel konumu yoktur. Bu noktada vahiy inmemiş bir klonun hiç bir şekilde kabul görmemesi beklenir.
Kutsal emanetlere gelince: Siz söylenmesi gerekeni söylemişsiniz zaten.
Saygılarımla
İlhan Kemal tarafından 1/4/2016 10:12:48 PM zamanında düzenlenmiştir.
sami biberoğulları
Öncelikle çok çok teşekkür ederim.
İskender Evrernosoğlu denen bir meczupa Mehdi diye inana insanlarımız olduğuna göre klonlandığı ileri sürülen bir Hz Muhammed'e de inanlar mutlaka çıkacaktır.
Daha Mehdileri ( Çoğul kullanıyorum zira İskender Evrenosoğlu tek değil malum ) halletmeden bir de başımıza peygamber çıkarırlarsa seyreyle sen gümbürtüyü.
Hocam ben ne o sakalın peygamberimize ait olduğuna inanıyorum nede defi haceti nin mis gibi koktuğuna inanıyorum ben bu gibi konularda mantığımı ön planda tutuyorum saygılarımla
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
Meşhur Çağrı adlı filmin başında bir Mekke pazarı sahnesi vardır...Arabistan'ın çeşitli yerlerinden gelenler alış veriş yapmakta, şairleri dinlemekte, putlara adaklar sunmaktadırlar... Ebu Süfyan, putlar sayesinde o yılı da kazançlı geçireceklerini söylemektedir...
Bundan binlerce yıl önce de böyleydi... Firavunlar o devasa tapınakları ve piramitleri inşa ettirirlerken, Nil'den hayat bulanların, yani ekonomik ve sosyal bir güç meydana getirenlerin bir merkezde toplanmalarını, dolayısıyla firavunların yasalarına bağlı kılınmalarını amaçlıyorlardı... Yine Çağrı filminin bir sahnesinde Habeş kralı, oraya kaçan müslümanların arkasından gelen müşrik Mekkeliye, "Putperestliğin yeterince anlaşılmadığı hususunda sizinle hemfikrim" diyordu...
Özde bugün de hemen hiçbir şey değişmedi...Tabii taştan tahtadan putların yerini alan 'modern putlar'ın inşa ettiği zamanımızın güç merkezleri çeşitlenip karmaşıklaştıysa da hesap aynı hesap...
Akıllı telefonundan başını kaldıramayan insanın bir nevi huşu içinde, ayin halinde olmadığını söyleyivermemiz mümkün değil...
Çünkü...insan sosyal bir varlıktır!...
Bir de Van gölü canavarı 'projesini' hatırladım, değerli hocam... :)))
Saygılarımla.
sami biberoğulları
O kadar doğru bir noktaya temas etmişsin ki.
O cep telefonunu elinden saatlerce düşürmeyen gencin hali mesela. Evet. Bir çeşit ayin.
Mesela benim bir öğrencim var. Geçenlerde bir video paylaşmış. Videoda bir tarikat müzik eşiğinde çılgınlar gibi zikir yapıyor. Öğrencim dalgasını geçmiş ve demiş ki '' Bu ne la biz diskolarda bu denli kopmuyoruz'' İşin ilginci diskolarda bu denli kopmayan öğrencim Beşiktaşın maşlarında tam kopuyor. Yaptığı küfürler yüzünden 14.300 Tl para cezası yedi ama hâla aynı. Tabii ki onun gibi on binlercesi var. Bu da bir çeşit ayin.
Kısacası işin içinde para varsa orada mutlaka bir tören ya da kopma dediğimiz olay yaşanıyor.
Selam ve sevgilerimle.
Çok da önemli konular değil. O tür şeylere ilgi duyan insanlar da bir şey demem. Sevgilerinden yapıyor olmalılar. Ya da cahilliklerinden. Ben de bir kez cami de sakalla ilgili tuhaf bir törene denk gelmiştim. Ama yakına gidip bakmayı hiç düşünmedim. Namazı kılıp çıktım.
sami biberoğulları
Bu ilk bölümdeki hususlar evet dediğin gibi pek de önemli olmayan konular. Neticede dediğin gibi insanlar sevgilerinden yapıyorlar. Bir getirisi de yok, götürüsü de ama saç suyu olayı farklı. İkinci bölümde ele alacağım hususta insanların dini duygularını sömürerek şahsi menfaat elde etme olayı var.
İlgin için teşekkür ediyorum.
Selam ve sevgilerimle.