- 917 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KADINLARIMIZ (TARİHİ MAKALE)
KADINLARIMIZ...BİZİM KADINLARIMIZ...NAMUSLARI İÇİN YAŞAMLARINI HİÇE SAYDILAR
Bizim kadınlarımız...
Anadolu’nun her yerinde
Ve aynı zamanda
Aynı ruh ve aynı imanla...
Van’da Süreyya Sülün Hanım...
Erek Kasabası’nda 500 kişiye emir komuta etti. Çarpışarak Karaköse’ye (Ağrı) kadar geldi. Murat ırmağı boylarında bir buçuk ay düşmana aman verdirmedi. Karaköse’de ki Ziverbey Taburu’na katıldı. Yaralanınca Erzurum’a döndü.
Selanik’li Binbaşı Ayşe...
Birinci Dünya Harbi’nde Kafkas cephesinde yaralanarak, ölen kocasının intikamını almak için yemin etmişti. 15 Mayıs 1919’da İzmir işgal edilince, ilk karşı koyma hareketine o’da silahla katıldı.Yunanlılar İzmir’i ele geçirince Aydın’a geçerek çete kurdu. Sonra da çetesiyle birlikte Köpekçi Nuri Çetesi’ne katıldı. Aydın Muharebe’sinden sonra Koçarlı’ya çekildi. Bundan sonra sürekli olarak Ulusal Mücadele’de görev aldı. Büyük Taarruz’da Mürsel Paşa Fırkası’nda Ahır Dağları’ndan düşman gerisine sarkmaya memur edilmişti. İzmir’e ilk giren kıt’alar arasında o da vardı. Fakat bu sırada sol bacağı kırıldı. İzmir’de hastaneye yattı. Bu hastanenin raporunda "Kocasının intikamını almak için, onun hatırası olan mücheverleri satarak,at, mavzer, elbise aldığı ve mücadeleye katıldığı, binbaşı rütbesine kadar yükseldiği" yazıyordu.
Bizim kadınlarımız...
Yüzlerine bakmaya doyamadığımız...
İş yaptırmaya kıyamadığımız, bizim kadınlarımız...
Kadın savaş alanında yalnızdı. Yanından geçen kurşunların, insan beynini tırmalayan ıslıkları arasında, sırtında mermi sandıklarıyla, hafif meyilli bayırdan, sırtlarda ki siperlere doğru yürüyen, devleşmiş, hürmetlerin en büyüğüne layık, kutsallaşmış bir ruhtu o. Vatan ve namusunu korumak için, tertemiz kanlarını akıtan kocaları ve oğullarıyla bir beden oluşturdu. Ve şu anda bu haliyle insanlığın özetiydi.
Aydın’da...
28-29-30 Haziran 1919 tarihinde ki, geceli gündüzlü üç günlük muharebede, kadınların hizmeti çok büyük olmuştu ve bir Türk anası ortaya atılarak, düşmanın kuvvetli ateşine rağmen, Türklük ve Müslümanlık şerefi uğruna, düşmana saldıran erkeklerin mücadelesine iştirak etmelerini söyleyince, zaten heyecan içinde olan bütün genç kızlar, kadınlar ayran çömleklerini, su testilerini, saç ekmeklerini ve katıklarını omuzlarına vurarak, kafile kafile muharebe meydanına yürümüşler, ateş hattına kadar sokulmuşlar, muhariplerin yaralarını sarmışlar ve içlerinden bir kısmı; Ayşe, Emine, Seher gibi genç kadınlar silaha sarılarak, Aydın Muharebesi’ne katılmışlardır.
Saime Kadın...
Maraş’ın Kayabaşı Mahallesi’nde oturan Bitlis Defderdarı’nın hanımıydı. Maraş’ta Fransız işgal kuvvetlerinin ve yerli ermenilerin, Müslüman hanımlara saldırı ve tecavüzlerine dayanamayarak ateş açtı. Akşama kadar çarpışarak, sekiz kişiyi öldürüp, bir çok kişiyi de yaraladı. Sonra da akşam karanlığından yararlanarak, erkek elbiseleri ile Türk Askerleri’ne katıldı.
Kadınlar...
Bizim kadınlarımız...
Namusları için yaşamlarını hiçe saydılar...
Köprünün öbür başında bekleyen, düşman askerlerinin varlığını biliyor, fakat nehrin gürültülü akışı arasında ağlama seslerinin onlara ulaşamayacağı düşüncesiyle içlerinden geldiği gibi ağlıyorlardı. Köprüye yanaşınca nehrin akışı daha da hızlanıyordu. Nihayet köprünün beri başına yanaştılar ve orada durdular.
Birbirlerine dahada sokuldular. Bir yürek gibi oldular, tek bir beyin gibi aynı şeyleri düşündüler. Bir kısmının aklından bir anlık bazı teredütler kayıp geçti. Ağlamalar kesildi, hıçkırıklar boğazları tıkadı. Önlerinde karanlık akan dere değildi. Öteki dünyaya giden çetin bir yoldu.
En başta bulunan Gelin Bacı ayağının birini, köprünün eskimiş tahtalarının üstüne koydu. Hep birlikte köprünün üstünü aşmakta olan koyu bulanık suya karanlıkta baktılar. Gelin Bacı arkadaşlarına döndü ve ağlamalar arasında; "Korkmayın bacılarım, öbür dünyaya, Allah’ın huzuruna tertemiz, lekesiz gidiyoruz. Allah bizim canımıza kıymamızı affedecektir, çünkü sebebini o biliyor." dedi ve ilk adımını beklemeden köprüye attı. İleriye doğru yürüdü. Elele tutuşmuş olan diğerleri de onu takip ederek, köprüye çıktılar. Sanki yürümüyorlardı. Kayarak gidiyorlardı.
Köprünün orta yerine geldikleri zaman vücutlarını duymuyorlardı artık. Ruhlaşmışlardı. Birbilerine o kadar sokuldular ki; tek bir vücut, tek bir kalp haline geldiler.
Etraf karanlıktı ve köprünün altından akan su, bu karanlık içinde daha da vahşi görünüyordu. Diğer zamanlarda bakması bile insanları ürperten bu su, şimdi onlara bir kurtarıcı kadar güzel ve munis görünüyordu.
Kısa bir müddet suya bakıp, ölüme iyice hazırlandılar ve kendilerini ölümün kucağında hissetmeye başladılar. Soğuk ve sert rüzgar yüzlerine çarpmasa, halen dünya da bulundukları akıllarına gelmeyecek ve ne için nerede bulunduklarını düşünmeyeceklerdi.
Yürüdüler köprünün kenarına doğru, sessiz, dilsiz. İyice kenarına geldiler. Korkulukları bulmayan ağaç köprünün hemen altından deli gibi akan suya tekrar baktılar. Artık sesli ağlamıyorlardı ve gözlerinden yaşta gelmiyordu. Yorgun ve bitkindiler. İçlerinden ağlıyor, suyun içinde ki ölümle bir an önce buluşarak sükuna ve kurtuluşa kavuşmak istiyorlardı. Nehir buz gibi sularıyla bu karanlıkta onlara dehşet veren bir ölüm deresi gibi görünmüydu, aksine, köprünün ayaklarını döve döve gidiyor ve karanlıkta görünmeyen elleri ile onları kendine çağırıyordu.
Gelin bacı, ellerini yukarı kaldırarak, feryat edercesine, insanın içini yakan bir sıcaklıkla salavat getirince, hepsi birden ona iştirak etti. Yüreklerinin ta derinlerinden gelen bütün güçleri ile Allah’a yönelişleri, onları ölümün çekiciliğine ulaştırdı, korkularını yok etti. Ve onun yerine, nehrin sularına dalarak, bir kafir tarafından kirletilmeden, tertemiz, Allah’a ulaşma isteğini gelip oturttu. Ve atıldılar sulara..
Hayat yaşanmaz oldu. Ölüm sevgilileşti...
Onlar bizim kadınlarımızdı...
Erzurum’lu Yusuf Ağa’nın kızı olan Fatma Seher Hanım...
Aynı zamanda merhum bir binbaşının eşiydi. Ulusal Mücadele’de oğlu ile birlikte çarpışmış, İzmit’te görev almıştı. Birinci Dünya Savaşı’nda Edirne Yanıkkışla’da çarpıştı. Mütarekede Erzurum’a döndü. Ulusal Mücadele’de Adana, Dinar, Afyonkarahisar, Nazilli, Sarayköy ve Tire’de asker olarak çarpıştı. Hatta bir savaş sırasında göğsünden yaralandı. Fatma Seher Hanım "Kara Fatma" diye anıldı. Mustafa Kemal Paşa ile arasında şu konuşma geçmişti.
-Paşam vatanı kurtaracak sensin. Bütün ulus seni bekliyor. İşte ben kadın halimle geldim. İş göster. Emret!
-Peki ama ne iş görebilirsin? Silah kullanabilir misin? Ata biner misin? Harpten, ateşten korkmaz mısın?
-Ata binerim, silah kullanırım, muharebe bana düğün gelir.
Bu görüşmeden sonra Mustafa Kemal’den aldığı emirle Kocaeli’ne göçmen sıfatı ile geldi. Köyleri teşkilatlandırdı. Çeşitli cephelerde çarpıştı. Ordu’da çavuş olarak görev yaptı. Cumhuriyet döneminde madalya ile taltif edildi.
Tayyar Rahime Hanım...
Osmaniye Cephesi’nde bütün Türk kadınlarının vasıflarını üzerinde toplayan bir kadın, herkesi hayretler içinde bırakan bir mücadele verdi. Tayyar Rahime isminde 27 yaşında, kahraman ırkının güzellik ve soyluluğunu taşıyan bu cengaver kadın, bütün savaşlarda en öndeydi. 1 Temmuz 1920 günü Osmaniye’de ki müstahkem Fransız Karargahı’na saldırıda şehit düştü. Düşman kurşunlarıyla delik deşik yere serilen bu şehidin kefeni bayrak oldu.
Adana yakınlarındaki Gülek kökenli Hatice Hanım...
Emin ve Derviş Ağa’nın komuta ettiği müfrezeye gönüllü yazılmış, bir çok kez yaralanmasına rağmen, Pozantı’ya hücum eden kuvvetler arasında ona da görev verilmişti. Bu bölgede kuşatılmış olan Fransızların Toroslardan bir çıkış yolu deneyeceklerini düşünen Hatice Hanım, onlara rehberlik yapacağını söyleyerek, güvenlerini kazanmayı başarmış, 8 Mayıs 1920 günü Fransızları, Karaboğaz dar geçidine sokmuş, kendiside kaçarak çevresine haber vermiştir.
Nezahat Hanım...
ekiz yaşında öksüz kalan Nezahat Hanım, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda Gördes ve İnönü Muharebelerine katılan 7’nci Alay Komutanı babası Hafiz Halit Bey ile birlikte, Birinci Dünya Savaşı’nda çeşitli cepheleri dolaştı. Çevresinde ki askere daima cesaret ve moral verdi. Hatta ateş hattında bile görev aldı.
Münevver Saime Hanım...
Kadıköy Mitingi’nde konuşan Darulfünun öğrencisi Münevver Saime Hanım, yaptığı konuşmadan sonra, kendi hakkında tutuklama emri çıkınca, Anadolu’ya geçerek, Ulusal birliklerde görev aldı. Daha sonra istihbarat hizmetlerinde görevlendirildi. Sol kalçasından yaralanmasına rağmen, görevine devam etti ve istiklal madalyası ile onurlandırıldı.
Makbule Hanım...
Yunanlılar Sakarya Muharebesi’ni kaybederek Afyon merkezine çekildiklerinde, bir taraftan Halil Efe’nin Gördes-Sındırgı-Akhisar havalisinde faaliyet gösteren çetelerin, saldırıları ile karşılaşıyorlardı. Bunların içinde Halil Efe’nin eşi Makbule Hanım’da vardı. Makbule Hanım daha bir yıllık evli iken eşinin yanında mücadeleye atılmıştı. 16 Mart 1922’de Kocayayla’da ki bir çatışma da çeteye cesaret vermek için hızla öne atılınca şehit düşmüştür.
Onlar bizim kadınlarımız...
Cephede cephe gerisinde hep bizim yanımızda idiler.
Yakılmış, yıkılmış köylerinde komşularına çocuklarını teslim eden asil Türk kadını devamlı olarak cepheye mühimmat taşıdı. Cephede ki çarpışmaların sıkıntılarına, alın terleri ve gözyaşları ile katılan; yarı aç, yarı tok parça parça giysiler içinde ki analar, gelinlik kızlar, hamile kadınlar, emzikli analardı.
Onlar bizim arkadaşımız, yoldaşlarımızdı. Hiç yılmadılar. Mustafa Kemal’e gönülden inandılar. Günlerce, haftalarca, cephe gerisinde nakliyat işlerinde görev aldılar. Zaman geldi mermileri omuzlarında taşıdılar. Zaman geldi mermiler ıslanmasın diye kundakta ki çocuğun üzerinde ki örtüyü merminin üzerine örttüler. Zaman geldi fabrika ve imalathanelerde mermi yaptılar. El emeği, göz nuru ördükleri işlemeli çorapları cephede çarpışan kahramanlara gönderdiler. İki öküzün çektiği arabada, erzak taşımada görevli bir kadının, öküzlerinden biri düşman kurşunu ile yaralanınca, kendini ve iki çocuğunu öküzün yerine koşarak, arabayı çekmeye devam ettiler.
Konvoyda doğum yapınca, hemen cephe gerisine gönderilme teklifini; "Ben bu mermileri nasıl bırakırım. Ordu cephane bekliyor" diyerek teklifi geri çevirdiler. Onlar gıcırtılı kağnılarla saatte beş kilometre hızla dağ tepe demeden kilometrelerce yolları aştılar. Çoğu emzikli çocuklarını sıkıca sırtlarına bağlamışlardı. Top mermilerini, halat kulplu cephane sandıklarını, kucaklarında taşıyarak arabalara yükleyip indiriyorlar, iki omuzlarına birer gülle yüklüyorlardı.
Onlar Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle, yurdun dört bir yanında ki mitingler de konuşmalar yaparak, Türk Milleti’nin cihana gürleyen sesi oluyorlardı.
19 Mayıs 1919 günü binlerce kişinin katıldığı Fatih Mitingi’nde Halide Edip Hanım "Her gecenin bir sabahı vardır." diye sesleniyordu.
Meliha Hanım’da aynı mitingde söz alıyordu.
"Ey Türk, ulu şeref yıldızın sönmek üzere. Yedi asırdan beri devam eden bu kutsal bina, devletimiz, gözlerimizin önünde yavaş yavaş çöktürülüyor. Fakat bu koca devlet yıkılırken öyle bir çatırtı ile devrilmelidir ki, metin ve sağlam binanın çatırtıları, cihanı sarsmalı, bütün insanlığı titretmelidir. Kuvvetle iman ediyoruz ki büyük Allah’ımıza sığınarak, cebr ile alınan bir hak elbette iade edilecektir."
Ertesi gün Üsküdar’da Sabahat Hanım halka seslendi.
"...Bu hayatımıza zehirli tırnaklarını takıp, her fırsatta bizi biraz daha ölüme yaklaştıran, bu kahredici kuvvetler karşısında, yine biz sükut ve tevekkülle mi yaşayacağız? Buna ben hayır diyorum. Biz kadınlar hak cihanda en önde olacağız. Ve medeniyete yalanlar söyleyen varlıkları her zaman lanetleyeceğiz."
Ondan sonra söz alan Naciye Hanım’da savaşçılara cesaret vermek için, onların yanlız olmadıklarını, karılarının, analarının, kardeş ve bacılarıyla çocuklarının beklediklerini haykırdı.
Zeliha Hanım’da şöyle seslendi.
"Biz işgal istemiyoruz. 15 Milyon Türk’ün hakkını tanımak istemeyenler karşısında, el ele vermiş vermiş ve birlikte olmuş bir kitle bulacaklardır. Eğer düşman bizim sadalarımızı dinlemek istemez ise, biz kardeşlerimizle, beşikteki yavularımızla onların toplarına göğüs gereceğiz."
İşgale karşı halkın ruhunda kopan isyan dalgaları Anadolu’da yayılırken, işgal kuvvetleri bundan ürker ve İstanbul Mitinglerini yasaklar. Ama buna rağmen Sultanahmet Mitingi 23 Mayıs 1919 Cumartesi günü yapılır.
Sultanahmet Mitingi diğer mitinglerden daha başkadır. Heybetli ve görkemlidir. Halk coşmuştur. Elliden fazla dernek, parti, kadın-erkek, 100.000’in üzerinde katılım olur. Şair Mehmet Emin Yurdakul, Süleyman Sırrı ve Fahrettin Hayri coşkulu konuşmalar yaparlar. Halide Edip herkesi, mücadele etmesi için tek bir ağızdan yemin ettirir.
"Davamızı ilan ediyorum. Bu dava Türkiye’nin hak davasıdır. Türkler, Türkiye’nin ebedi hakkına asla dokundurmayacaklardır. Yarın Hakk’ın Mahkeme-i Kübrası önünde zalimlerin hepsi mahkemeye çekilecek, onlara bizim kanlarımızı döktürdünüz diyeceklerdir...İşte kardeşlerim, işte evlatlarım davadan kaçmayınız. O gün size hak verecekler; bu gün iki dostumuz vardır. Birisi kalbi mabetleri bizimle olan müslüman dünyası, biriside zalimleri arkasında sürükleyecek hak sahibi büyük uluslardır. Kardeşlerim! Evlatlarım! Osmanlı toprağında böyle muazzam, böyle tarihi bir günü belki bir daha idrak etmeyeceğiz. Evlatlarım öyle bir gün olurda bir daha toplanamazsak, içimizde ölenler olursa, Türk’ün bağımsız bayrağı ile mezara geliniz."
Halide Edip ve bütün kadın konuşmacıların konuşmaları açıkça milleti fiili mücadeleye davetti.
Türk Ulusu için bir ölüm-kalım ve var olma savaşında, bütün yurt evladı gibi, Türk kadını ve özellikle Anadolu kadını bu davete icabet ederek, daima iftiharla anılacak hizmetler yaptı.
Atatürk’ün kendilerinden minnet ve şükranla bahsettiği kahraman ve fedakar Anadolu kadını memleketi ölümden kurtarak bağımsızlığa götüren büyük emeğe bütün varlıkları ile katıldı.
ONLAR BİZİM KADINLARIMIZ
ONLAR BİZİM ANALARIMIZ...BACILARIMIZ....
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.