- 502 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BOKBÖCEĞİ PEZOŞ
MAZİYE YOLCULUKLAR - 81
Saman çuvalı uzunluğunda boyu, beyninde tilkinin binbir çeşit huyu vardı…
Bedenine yapışık kafası, kurutulmuş sapsız su kabağı gibiydi… Acemi terzinin açtığı düğme iliğine benzeyen gözleri, ışığı kısılmış iki gaz lambasını andırıyordu…
Kulakları, tavşanınkiler kadar hassastı… En ufak sesi bile jet hızıyla duyardı…
Kuru ekmek düşmanı fare kadar ürkek, ağustos böceği ile yarışacak kadar zevzekti…
Fitnelikte, fesatlıkta, hırsızlıkta, namussuzlukta eşek arısı kadar çalışkan, sümüklü böcek gibi yapışkandı…
Bit, pire, kene gibi asalak, kafasına toprak dam loğu düşmüş kadar dangalaktı…
Yaşça benden biraz büyük olsa da bokböceği Pezoş’un çocukluğunu da bilirim…
Bir solucan gibi sürünerek girdiği yüksekliği elli santimetreyi geçmeyen kümeslerde beyaz tavuk, kırmızı horoz, sıcak yumurta çaldığını unutmadım…
Herkes de bilirdi…
Kümeslere abone olmuş, özellikle kırmızı horoz çalma becerisinden dolayı tilkilik sertifikası almıştı…
Kurt sürüye girdiğinde yorulana kadar birkaç hayvanı boğar… Yorulunca kurbanlarından birini parçalar yer…
Bokböceği Pezoş, kurt gibi kavun tarlasına girerdi… Koparıp tadına baktığı kavunu taşa çalardı… İşkembesinde boş yer kalmayınca, yanında getirdiği çuvala kavunları doldururdu…
Omzundaki çuvalı iki büklüm evine kadar taşırdı…
Kendilerine ait üzüm bağları olmasına rağmen, başkalarının bağlarından üzüm çalmaktan zevk alırdı…
Bekçisi olmayan bahçelere tarla faresi gibi girerdi…
Bibere, patlıcana, domatese epey zarar verdikten sonra yanında getirdiği masa örtüsü büyüklüğündeki bez parçasını sebzeyle doldurup eve götürürdü…
Badem ağaçlarına çıkar, dallarını kırarak topladığı bademlerle karnını doyururdu…
Karnı doyan, gözü doymayanlardan olduğu için ceplerini, koynunu doldurmadan ağaçtan aşağı inmezdi…
Bunlar bokböceği Pezoş’un çocukluk marifetlerinden birkaç tanesidir…
Bütün marifetlerini saymaya kalkarsam, kalın sayfalı kitap olur…
Gençlik dönemi çocukluğunun daha kurnazlaşmış, ustalaşmış halidir…
Dağ köylerinde yaşayan saf insanların güzel duygularını sömürerek tereyağı, peynir, çökelek, buğday toplardı… Köylülerin katırı, merkebi ile topladıklarını evine kadar taşıtırdı…
Her yıl saf insanlarımızdan aldığı ganimet, bir çiftçinin yıl boyu ter döküp kaldırdığı harmanın iki katını geçerdi…
Olgunluk döneminde bu ganimette kendisine yetmedi…
Alın teri dökmeden yeni gelir kaynakları aramaya başladı… Aradığı yeni yolu da buldu: Güvenlik güçlerine yakınlaşarak, onlarla dostluk kurarak bu samimiyetten çıkar sağlamak…
Karşılaştığı rütbeli, rütbesiz bütün güvenlik güçleri karşısında önünü ilikleyip iki büklüm durmaya başladı…
Onlara ısrarla çay ısmarladı, yemek yedirdi. Bazıları bu yılışık adamdan uzak durdu. Bazıları da dost oldu…
Bu dostluktan ilk başlarda küçük olsa da çıkar sağlamaya başladı…
12 Eylül darbesi, bokböceği Pezoş için altın yumurtlayan tavuk oldu…
Önce kendi mahallesindeki sağcıları ve solcuları ihbar etti…
Sonra diğer mahallelerdeki sağcıları ve solcuları ihbar etti…
İhbar edecek sağcı, solcu kalmayınca boş duracak bokböceği değildi…
İhbarcılığı meslek haline getirmişti… Bu işten büyük zevk almaya başlamıştı…
İhbar edecek birilerini bulması gerekiyordu… Bu işten para kazanıyordu… Para örtülü ödenekten ödeniyordu… Ödeyen de alan da bu paralarla zengin oluyordu…
Üstü kaymaklı bu kadayıftan payını almazsa uykusu gelmezdi…
İşini sürdürmeye, insanları ihbar etmeye devam etti…
Kendisine değer vermeyen insanları ihbar ederek, onlardan intikam aldı…
Tipini beğenmediği kişileri ihbar ederek onları cezalandırdı…
Dik bir inişte freni patlamış tanker şoförü gibiydi… Tanker işkencecilerdi… Son hızla yol alıyordu.
Önüne gelen insanları tankere ezdiriyordu… İşkence gören, cezaevine düşen Kâhtalıların sayısı gün geçtikçe artıyordu…
Bu ağır hava korkuyu, endişeyi büyütüyordu…
“Ben yasadışı hiçbir şey yapmadım, beni götürmezler” diyecek insan sayısı azalıyordu…
Çünkü içeri alınanların büyük çoğunluğu yasadışı işlere bulaşmamış masum insanlardı…
Bokböceklerinin mağdurlarıydılar…
“Beni de ihbar edebilirler” korkusu ve endişesi bokböceklerinin işine yarıyordu… İştahlarını kabartıyordu…
Ağızlarının salyası, bozuk musluğun suyu gibi akıyordu…
Bokböceği Pezoş bu fırsatı kaçırmadı…
Evinde tabancası olduğundan emin olduğu insanların kapısını çalmaya başladı:
— Bu gün zorba başının yanındaydım… Birisi senin şu marka tabancan olduğunu ihbar etmiş. Zorba başı bana seni sordu. “Çok iyi adamdır… Çocukları perişan olur,” dedim. Zorba başı, “ şu kadar para verirse ihbar mektubunu yırtarım,” dedi. Ben seni sevdiğim için haber vermek istedim. İstiyorsan aracı olur, seni kurtarırım…
Kapısı çalınan adam çaresizdir. Bokböceği Pezoş’un istediği parayı vermezse, kendisini ihbar edeceğini bilmektedir…
İhbarcısı Bokböceği Pezoş’un kendisidir…
Çaresizlikten istenen para temin edilerek bokböceği Pezoş’a verilirdi…
Bu şekilde para verenlerin sayısı gün geçtikçe artıyordu…
Kâhta küçüktür… Bokböceği Pezoş’un oynadığı oyunu diğer bokböcekleri duydular…
Bokböcekleri duyar da zorba başı duymaz mı?
Elbette o da duyacaktır…
Kendi adına alınan para, kendisine koklatılmayınca, zorba başı atlatılmışlık duygusuyla çıldırır…
Bokböceği Pezoş’u arar bulur, arabaya bindirir… Issız bir yere götürür…
12 Eylülün kendisine kazandırdığı insanlara işkence etme tecrübesini, bu bokböceğine dört dörtlük uygular...
Bokböceği Pezoş’un yalvarmalarına kulak asmaz… Zorba başı, insanları mağdur eden mağdurunu öldü diye orada bırakır…
Öfkesini kusmuş olarak ilçeye döner…
Saatler sonra Bokböceği Pezoş ayılır… Tanker çarpmıştır. Ezmiştir. Perişandır. Sürüne sürüne yola kadar gider.
Gelen bir araca binerek evine döner.
Korkusundan günlerce evden çıkmaz…
12 Eylül darbesinden sonraydı. Kubilay İlköğretim okulunun avlusunda birkaç arkadaşla sohbet ediyorduk. Bokböceklerinin marifetlerini anlatıyorlardı… Şaşkınlıkla, tiksintiyle dinliyordum.
Üstü başı perişan boyacı bir çocuk, caddeden geçiyordu.
Arkadaşlar çocuğu göstererek:
— Bu çocuğun bisikletini alıp karakola götürdüler… Çocuk günlerce gidip yalvardı. Bisikletini alamadı. Bokböceği Pezoş’a rüşvet verdi. Bokböceği Pezoş gidip bisikleti getirdi… Çocuğa verdi.
Arkadaşlar devam etti:
— Bu günler bokböceklerinin düdük öttürdükleri günlerdir… Dördüncü kez başına çorap örülmeden Kâhta’yı terk et, git… Senin burada olduğunu bilselerdi, çoktan ihbar edip, tekrar içeri aldırmışlardı…
Ben boyacı çocuğu düşünüyordum… Perişan hali gözlerimin önünden gitmiyordu…
Bu çocuktan bile rüşvet alacak kadar alçalmışlardı…
İnsan kılıklı mahlûkatlara yazıklar olsun…
Bokböceklerini başımıza bela edenler, bizden beter duruma düşsünler…
Bugün darbe isteyenler, bokböceklerinden darbe yemiş olsalardı darbe isteriz diye debelenmezlerdi…
Dün bizim yaşadıklarımızı yaşayanlar, yaşananlara tanık olanlar, darbe mağdurlarının çektiklerini okuyanlar ve dinleyenler, halen darbe istiyorlarsa onların insanlıklarından şüphe ederim…
Darbesiz ve darbe mahsulü bokböceksiz aydınlık günler dilerim…