- 476 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sen benim kaybettiklerimle yaşayamazsın…
Takvimlerin yapraklarındaki eski tarihleri gelince gözlerimin önüne, geçmişlerden bu günlere sarkan acılarımın sızıları, bedenimde raks ediyor...
Tüm yeminlerin üstüne, senin ve de benim gülüşlerimizin üstüne, dünlerin, yarınların üstüne, bir varlığın oluşmuşsa bende onun üstüne. Bu günlere ulaşmış akıllarda kalan gülüşlerinin üstüne.
Ayrıca benle senin, birbirimiz için ağladığımız zamanların üstüne. Gittiğimiz ve de gitmek isteyip de gidemediğimiz yerlerin üstüne.
Ayrıca ayrı ayrı kurduğumuz hayâllerimizin üstüne. Senin gülüşlerin ve de teklikle ikimizin ayrı ayrı ağlamalarımızın üstüne. Gelecek günlerin güzelliği, geçmiş yaşanmışlıkların unutulamamazlıklarının üstüne sözüm olsun ki artık aklımı oymana izin vermeyeceğim…
Artık benle olan nefeslerin daralmaya başladı sevgili. Tam da düşlerinde tutmak istediğim yerdeyim. Sürçen düşüncelerim beni hep uzaklardan koparırken, can derdine düşmüş kurtların çaresizlikleri geliyor aklıma…
Hani derdin ya hep, biz bizle var olalım diye, işte son sözlerin söylenme zamanı artık sen benim unutulmazım değilsin. Sen benim var sayılanım değilsin ve ben bu teklikle sürdürebileceğim yaşam savaşımda var olmaya çalıştıkça, artık sen benim en değerlim değilsin…
Artık bu bedene kurşun işlemesine gerek yok..
Oysa ne güzeldi düşlerim, kendi kendime düş görüp, sadece kendim yaşıyordum.
Çoğu zamansa sadece düşünüp kendime yaşıyordum bu pervasız hayatımı, ama sen girdin dünyama her yer yangın yeri oldu…
Böylece, geçmişimizi perçinledik şimdiki yaşamımıza…
Her şeyimizin tamı tamına hissedemez olduğumuz yaşam zamanlarımızın aslında geçmişten gelen eksiklerdiiçimizde, bilinmeyen bir yerimizde doğan hüsran acıları idi kendimizi bu günlerde hep eksikli yaşamda var olduğumuzu sandığımız anlar…
Ne kadar da çok bağımlı yaşamaya başladık bu günlerde geçmişimizle…
Oysa umutları hep yarınlara saklayarak bu günlere ulaşma amacımız vardı ve biz dünlerden yarınlara taşırken kendimizi, farkında olmadanbedenimizin hassas yerlerini çürütüyorduk… Gün gün bedenimiz pişmanlıklarımızla çöküyor ve hep kendimizi düne göre dahi kendimizi eksikli düşünüyordum…
Yaşam eksiklikleri yaşamakla gün gün çöküyordu içimizde…
İçimde akar bir yara, yarınların düşleri sanki öksüz, sanki yorgun, sanki bilimeze koşmak isteyen bir kurtuluş amacındaki yürek ve asi bir umut yaşama… Ama aşcı bir istekle düş çıkmazlarında boca edilmek, yığılmak,yalnızlığa…
Belki de birbirimizle sandığımız kavgalar, hayatla kavgamızdı…Hak edilmemiş bir yaşamın acılarında dolaşıyorduk belki de aslında…
Önce kendi kendimle konuşuyorum senle konuşur gibi. Sonra senle ben konuşur gibi kendimle konuşuyorum.
Sorular soruyorum senin çocuksu yanına çocuklaşır gibi, konuşuyorum, sorular soruyorum sanki cevaplar alıyormuş gibi, tekrar konuşmaya başlıyorum senle konuşur gibi…
Zaman zaman içimden bir şeyler kopuşuyor, kendime dair, bir çok şey önemini yitiriyor, hep sen öne çıkıyorsun, bu sevgi oyununda…
Donuyor düşüncelerim, seninle ben gibi konuşmalar da donuyor, takılıp kalıyorum önemini yitirmiş zamanaşımı düşünceler çıkıyor ortaya acılanıyorum…
Acıya dair cümleler gidiyor dilime doğru, kalemin ucuna doğru, be sefer de kalemle tutuklaşıyorum…
Sen öylesine bir sen hiç olmadın ki, hep aklımdaki tüm düşüncelerle kaplanmış bir sendin…
Senli bir dünyam, senli bir yaşam, senli bir gelecek düşmüştü önüme…Ve vazgeçemediğim bir pasif yaşama sürükleniyordum yavaş yavaş…
Bu sen kelimesinin varlığa dönüşmesi ne kadar da geniş bir yaşamı içine alıyormuş…
Ne kadar da çok senleşmişim ben.
Ne kadar da çok fazla sen doluşmuş içime, derken düşüncelerime…
Düşünmek ile yaşamak arasındaki bir köprüde yürüyüştü tüm bu sen varlığı…
Sen senleşirken ben yavaş yavaş kendimleşiyorum artık.
Evet kimdim ben bu karamsar düşüncelerden kurtulmak için, kelimelere tutuşan, ve tuta tuta yanıklaşan, yanarak zayıflaşan, artık sonu görülen bu acıların içinde kaybolaşan?
Kararmış bir gün sonu huzursuzluğu…
Kaybolan umutlar ve heyecanlar, üst üste, ardı arkasına sıralanıp gidiyor…
Tüm yasakların nokta nokta, cümle sıralarına veya düşünce içinde cirit atması sanki beyin diplerimde titreşimlerle hüzünlere koşuyor…
Kaç gecenin ve kaç günün yasaklı yolcusuyduk birbirimizde. Ve kaç yasaklı cümlelerle uzun uzun hüzünlendik…
Mesela hiç bağıramadık, sevgi cümlelerini hiç haykıramadık. Mutluluğa dair cümleleri birbirimize hep yasak zamanla, hep dar zamanlar, çoğu zaman hep gözyaşları süzülürken, çenelerimize doğru sevginin kırıntıları ile yetindik…
Nedendi birbirimize bu sıkıntıları yüklemek ve nedendi hep gideceksin, kaybolacaksın düşünceleri ile sabahlara dek uzayan gecelerde hep hüzünlerin şarkıları ile yetindik…
Yasaklar ve sevmeler ve kopuşmalar neden hep ardı arkasına geldi? Neden?
Yetinemedik biz bizde ve hep uzakların hasretinde kaldı bakışlarımız…
Neden zor oluyor sabahlar ve neden bu dökülen sıkıntı terleri hep doluşuyor bedene geceleri?
Biz birbirimizle beraberliğimizde, hep sınırlar, sözler vardı aramızda…
Hep o iki sözcük vadaya uzanırdı gecenin veya gündüzün tanında…
Zaman, fark etmezdi, bu sınırlar veya kelimelerden biri…
Hudut ve sınır…
Veya bu buraya kadardı, tüm yürüyüşlerimiz, tüm beraberliğimiz, en mutlu olduğumuz gün veya gece sonrası…
İşte en güçlü acı dahi bu iki kelime ile başlıyordu… Hudut ve sınır… Dediğimiz anlamın içinde nefes alırken…
Düşünsene sevgili, el ele tutuşlarımız veya yan yana yürüyüşlerimiz hep bu iki kelime ile son bulur ve buraya kadar yine el ele tutuşmamız derken, o kahredici sensizliğin acısı başlardı veda ederken bu sınırlardan birinde…
Evet yasaklarda hasretler başlardı beraberliğimiz sonrası. Bu kelimelerin biri ile biterdi hareketimiz…
Veya aracımızın motor sesi kesilirdi o sınırın içine girdiğimizde. Ve başlardı hasretin kokusunu solumaya ciğerlerimiz yanar gibi olur…
Gecenin bir yarısı ve kendi kendimle konuşmaktan sessizce bıkmışken, sustum sadece…
Sustum demek de eksikti düşüncelerimi de durdurmam gerekiyordu. Bıktım düşünmeketen de sadece susmam demek, konuşmamam gerekliydi. Gecenin yarısı olmuş, düşünceler bir birinin üzerinden atlayarak, bir diğeri ile buluşuyordu.
Sadece ben biliyordum neler yaşadığımı. Ve nelere reaksiyon göstererek kendime çeki düzen verecektim…
Durdum…
Tüm hareketlerime hükmederek, durdum durduğum yerde ve sadece duyma isteğimle gecenin sesine kilitlemiştim tüm düşüncelerimi…
Kaç zamanın ardında kalan bir göz kirpiğinden damlayan yaşlar düşüncemde bütün benliğimi delik deşik ediyordu…
Bir kadın ağlıyordu sessizce. Sadece nefes borusu boğum boğum oynuyordu. Ve kirpiğinden damlalar ard arda düşüyordu göğsüne üst üste…
Ve gecenin sesine karışıyordu bu ağlama sesleri. Beynimi oyuyordu “hastayım ben, inanmayacaksın ama ben hastalanmışım”diyordu…
Ve çenesi titreyerek o boğuk sesine karışan gözünün yaşlarını ağzına dolmasın diye dilinin ucu ile ittiriyordu…
“Kanser” dedi “bilir misin evet bilmelisin artık bendeki ömrün sonuna taşıyacağım bu illeti.”
Yutkundu, bir anda koptu hıçkırık sesleri dağıldı odaya, sadece şaşkın bakışlarımla yüzüm geriliyordu…
Göz altlarım ve çene kemiklerim kasılmıştı garip bir uyuşuklukla….
Güneşe yemin,
geceye yemin,
gecenin sabahına,
söylenmemiş tüm sevgi sözlerinin,
söylenmemiş aşka dair yaşama kararlılığın aydınlığına,
gidilmiş yerlere,
gidilmemiş yollara,
gecenin içinden çıkan,
gün ışığına dalan gözlerine,
yalanı kendine yasaklayan,
dilime yemin ki,
artık ve bundan sonra,
sevdim kelimesini duyacak kulaklarıma
ve
söyleyecek dilime yemin ki,
artık seni sevdim kelimesine,
duyarsız kalacağıma da yemin olsun sevgili…
Bir ben, bir sen gözlerimizin,
Kesişeceği o çizgide,
Yürümeyeceğime de,
Sözüm olsun sevgili…
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.