- 431 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
BOKBÖCEKLERİ
MAZİYE YOLCULUKLAR -76
Darbe, sıkıyönetim ve olağanüstü hal dönemleri bokböceklerinin kış uykusundan uyandıkları ve meydana doluştukları zamandır.
Üreme mevsimleridir…
Bokböcekleri onursuz, korku bezirgânlarıdır...
Zulmün, zorbalığın kanatlarının gölgesinde boy verir, at koşturur, cirit atarlar…
İnsanlığı kemirdikçe semirirler…
Vicdanları cüzdanlarıdır…
Merhametleri yoktur… Kerametleri çoktur…
En büyük kerametleri arkadaşlarına, komşularına, hemşerilerine iftira atmaktır. Yalan söylemektir. Kaos ortamını fırsata çevirerek köşeyi dönmektir…
Üzerlerindeki elbisenin altında insanlık buharlaşmıştır…
Bunlar zulmün gübreliğinin, abdesthane çukurunun böcekleridir…
Esen yelin köçekleridir…
12 Eylül 1980 öncesinde ve sonrasında güzelim Kâhta ovasında yerli ve yabancı bokböcekleri çoğalmıştı. Bunların çeşitli türleri vardı.
Boyunlarındaki gizli görev kartlarında yaptığı hizmetin ismi yazılıydı.
En meşhur türleri ajan provokatör bokböcekleriydi. Bunlar örgütlerin içine sızmış, gençleri yönlendirmeye, darbe ortamı hazırlamaya yönelik eylemlere teşvik ediyorlardı.
Bir tür de ispiyoncu bokböcekleriydi. Bunlar daha çoktu. Hepsi tırşıkçilik (yalakalık, dalkavukluk) kültürünün ürünleriydi. Bir paket sigaraya, bir bardak çaya, bir kuru aferin kelimesine satılmışlardı. Derneklere gelir, duyduklarına ve gördüklerine bire bin katarak efendilerine aktarırlardı.
Kültür seviyeleri o kadar düşüktü ki tartışılan konulardan bir şey anlamazlardı. Konuşmalarda geçen kelimelerin ve deyimlerin anlamlarını bilmezlerdi. Duydukları kelimeleri doğru telaffuz edemezlerdi. Eğitimci kıtlığından mıdır, torpilinin büyüklüğünden midir bilmem, bugün bir ilköğretim okulunda halen müdürlük yapan şahıs revizyonist kelimesini izolonist diye rapor etmişti.
Bir de uyanık bokböcekleri vardı. Bunlar çok sinsilerdi. 12 Eylül öncesinde renklerini belli etmemeye çalışırlardı. Her grupla, her kurumla iyi geçinirlerdi. Her kılığa girerlerdi.
12 Eylül darbesinden sonra zulüm ortamından en çok bunlar yararlandı. Arkadaşlarına, komşularına ve hemşerilerine en çok kötülüğü bunlar yaptı. En büyük vurgunu da bunlar vurdu.
O günlerde kendimi her türlü bokböceğinden tecrübe marka böceksavar ilacı ile korudum. Dostlarımdan uzak tuttum. Provokasyonlara gelmedim.
Güzelim Kâhta’mın kutsal topraklarında türeyen bokböceklerinin çok büyük bir bölümünü tanıyordum. Ama onları tanıdığımı belli etmiyordum. Onlar beni kullanmak isterken, ben onlardan bazılarını kullandım. Bana yakın olmak için her dediğimi yapıyorlardı.
“BOKBÖCEKLERİ” isimli kitabımda bu kişileri belgelerle isim isim açıklayacağım…
Sevgili Kâhtalı hemşerilerim “namuslu geçinen namussuzları” tanısınlar…
Darbeden önce bokböcekleri bana bir şey yapamadılar.
Darbeden sonra düzenledikleri iftira dolu raporlarla beni üç kez işkence tezgâhına düşürdüler…
İlk girişimde 45 gün, ikinci girişimde 24 gün, üçüncü girişimde 20 gün işkence gördüm.
İlk girişimde 45 gün işkenceden sonra iki ay Adıyaman cezaevinde kaldım. İlk duruşmada serbest bırakıldım.
Uzaktan ve yakından ilişkimin olmadığı bir örgüte delilsiz, tanıksız bir yama gibi yapıştırıldım. Dava sonucunda beraat ettim.
Beraat kararına rağmen öğretmen olarak görev yaptığım Afyon Valiliği değil, Adıyaman Valiliğinin teklifi ile 1402 sayılı yasaya dayanılarak 1983 yılının Şubat ayında görevden alındım.
Sıkıyönetim kalktıktan sonra dava açtım. 1990 yılında görevime geri döndüm.
45 günlük işkencede hakkımda düzenlenmiş birçok rapor okundu. Hepsi içi boş raporlardı. Bir bokböceğinin tuttuğu rapor hepsinden gülünçtü.
“Askerlik dönüşü Adıyaman’da Renault marka bir taksi kiralayarak Kâhta’ya geldi.”
“Kâhtalı Mıçe’nın on kasetini birden aldı.”
“Çok kitap okuyor.”
En çok işkenceyi Kâhta’da bulunan sağ ve sol örgütlerin lider kadrolarının isimlerini vermem için yaptılar. Hiçbir örgütün kadrolarını tanımadığımı söyledim.
Ne sağcı ne solcu hiçbir kimsenin adını vermedim.
İşkencenin 40. gününde hakkımda rapor tutan iki bokböceğinin kimliğini tespit ettim. Dışarıda da bu ikisinin bokböceği olduğunu biliyordum.
İşkencecilerimle hem dalga geçmek hem de bu iki kişinin bokböcekleri olduğunu işkencecilerime onaylatmak için bir karar aldım.
40. gündü. Gözlerimi bağladılar. Beni yine sorguya götürdüler. Sorgucular konuşmamı, direnmekten vazgeçmemi istediler. Konuşmazsam yeni işkence yöntemlerini deneyeceklerini söylediler. Bu sözler aldığım kararı uygulamam için beni teşvik etti.
İnandırıcı olmak için işkencecilerimle pazarlığa giriştim. “İsim verirsem öğretmenliğe geri dönebileceğimi söylemiştiniz. İsim verirsem görevime son vermeyeceğinize dair yemin ediniz” dedim.
Çok sevindiler. Hepsinin ağızları kulaklarına geldi.
Teker teker yemin ettiler. Hem de ne yeminler ettiler.
“40 gündür boşuna direndin. O kadar eziyet çektin. Keşke ilk günde konuşsaydın” dediler. Keklik (itirafçı) olduğumu düşündüler.
Tanıdığım, tanımadığım herkese iftira atarak, suçsuz insanların günahını alacağımı sandılar… Kendimi kurtarmak için başkasına çamur atacağımı düşündüler.
Kâhta’da silahlı eylem yapan iki örgüt vardı. Birinci bokböceği bu örgütlerden birinin militanı geçiniyordu. İkinci bokböceği de diğer örgütün içindeydi.
Birinci örgütün üstlendiği silahlı eylemleri tek tek saydım. Bu eylemlerin emrini veren örgütün Kâhta lideri “ X bokböceğidir” dedim.
Hepsi birden bağırdı:
— O. çocuğu bizim adamımızın ismini bize veriyor. Bizi oynatıyor. Bizimle dalga geçiyor.
Soğukkanlı bir şekilde cevap verdim:
— Siz o. çocuğu olmazsanız bana inanırdınız.
Bana ikinci ismi sordular. Nazlandım. Cevap vermek istemedim. Israr ettiler:
— Siz bana inanmıyorsunuz ben niye size isim vereyim.
İkinci ismi vermem için önce tehdit ettiler. Sonra rica ettiler. Daha sonra da yalvardılar.
İkinci bokböceğinin adını vermemek için isteksiz davranmaya başladım. İnandırıcı olmak için nazlanıyordum.
İşkenceciler ısrar ettiler.
Ben de yavaş yavaş anlatmaya başladım. İkinci örgütün üstlendiği eylemleri saydım. Bu örgütün Kâhta lideri “ XX bokböceğidir” dedim. Hepsi birden ayağa kalktılar.
Bir kaçı birden bağırmaya başladı:
— O bokböceği hem bize hem de jandarmaya çalışıyor. Sen yalan söylüyorsun.
Kendi aralarında tartışmaya başladılar. Kimi “doğru söylüyor” dedi. Kimi ise “yalan söylüyor” dedi. Doğru söylüyor diyenler benim verdiğim ismin ailesinin bütün fertlerinin ikili oynadığını ve o aileye güvenilemeyeceğini söylediler.
Tartışma alevlendi. Beni unutmuşlardı. Birbirlerine bağırıp duruyorlardı. Ben ise içimden gülüyordum. Sevinçliydim. Çünkü ismini verdiğim iki kişinin bokböceği olduğunu efendilerine onaylatmıştım.
Sorumlu bağırdı:
— Onbaşı bunu hücresine götür!
Gözlerim halen bağlıydı. Kollarıma iki kişi girdi ve merdivenlerden aşağı indirdiler. Uzun koridordan yürüterek 40 gündür kaldığım, koridorun en sonunda bulunan hücrenin önünde durdurdular. Onbaşı kapıyı açtı. Hücrenin ortasına kadar birlikte yürüdük. Gözlerimdeki bez parçasını çözdü. Çekti gitti.
Verdiğim ifadeyi yazmamışlardı. Siyasetle hiç ilgisi olmayan iki Kâhtalının adını verseydim sorguya alır, onlarca cinayet kabul ettirirlerdi. Adamları idamla da yargılarlardı.
Bokböceklerini korudular. Onların hakkında verdiğim ifadeyi yok saydılar.
Ben o bokböceklerini hücreme bekliyordum. Gördüğüm işkencenin hatırına ikisini de kucaklayıp öpecektim.
Umudum suya düştü…