- 553 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ÂŞIK İHSANİ VEFAT ETTİ
MAZİYE YOLCULUKLAR -75
Halk ozanı Âşık İhsani (İhsan Sırlıoğlu) 77 yaşında Diyarbakır Dicle Üniversitesi Beyin ve Cerrahi Servisi yoğun bakım ünitesinde, 21 Nisan 2009 günü yaşamını yitirdi…
Haberi okuyunca maziye yolculuğum başladı… 1975 yılına, bundan 34 yıl önceye gittim. O günler ve Âşık İhsani bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti…
Kısa boylu, gür bıyıklı bir halk ozanıydı Âşık İhsani…
Sazını konuşturur, davudi sesiyle her sözü balyoz olan türkülerle gencecik yüreklerimizi coştururdu…
Türküleri haksızlıklara karşı isyanımızın körüğüydü… Plak ve kasetlerde yükselen sesine sesimizi katardık… Güzel yarınların, aydınlık günlerin düşünü kurardık…
Gençtik, saftık, atılgandık… Yüreklerimizde büyük bir umut vardı… İnsan onuruna yakışacak bir geleceğin isimsiz neferleriydik… Beynimizde pembe bir dünya biçimlendirmiştik… Güzel günlere inanmıştık…
Ne yokluk kalmalıydı ne de yoksulluk…
Kimse kimseyi ezmemeliydi, kimse kimsenin hakkını yememeliydi…
Tüm çocuklarımız parasız çağdaş bir eğitim görmeliydi…
İnsanlarımızın hepsi parasız sağlık hizmetlerinden yararlanmalıydı…
Köylüye toprak, işçiye iş verilmeliydi…
Bu yüzyılda feodallerin hâkimiyeti yok edilmeliydi…
Dil, din, ırk, cinsiyet ayrımı çağımızın yüz karası bir düşünceydi… Bütün iyi insanlar, Dünya bahçesinin has gülleriydi…
Yurdumuzun yedi bölgesinin gelişmesi için çalışma seferberliği başlatılmalıydı… Genç yaşlı, kadın erkek el ele vererek yurdumuzu güzelleştirmeliydik… İller, ilçeler, kasabalar, nahiyeler, köyler, mezralar çağa uygun yerleşim birimleri olmalıydı…
İnsanların yarın ne olacağım korkusu, kuşkusu olmamalıydı…
Yurdumuz gelişmiş ülkelerin en ön sıralarında yer almalıydı…
Geri kalmışlığımızı gizlemek için biz bizi överek kandırmamalıydık… Başarılı çalışmalarla çağdaş bir ülke olmalıydık… Bütün ülkeler bizim başarılarımızı örnek alarak bizi alkışlamalı ve övmeliydi… Sahte alkışlara sığınmamalıydık… Yürekten alkışlarla gururlanmalıydık…
Bu bizim düşümüzdü…
Okuduğumuz kitaplar hümanizm diyordu…
Okuduğumuz ve dinlediğimiz şiirler içimizi ısıtıyordu… Yurdumuza bahar gelecek, diyordu…
Dinlediğimiz ozanlar türkülerle umut veriyordu…
Âşık İhsani de bu ozanlardan biriydi…
1975 yılında yıllardır dinlediğim Âşık İhsani konser vermek için Adıyaman’a gelecekti. Günü belirlenmişti. Bu konseri organize eden arkadaşlarla buluştum. Kâhta’dan destek ve katılım beklediklerini söylediler… Önerilerini kabul ettim. Kâhta’ya döndüğümde arkadaşlara durumu bildirdim. Kalabalık bir grupla katılma kararı aldık…
Biletlerimizi aldık… Konser gününü heyecanla bekledik. O gün gelince hep birlikte Adıyaman’a konsere gittik. Biz Kâhtalılar, Adıyamanlı bazı arkadaşlarla birlikte konser başlayana kadar dışarıda bekledik. Konser başlayınca biz de içeri girdik…
Sahneye çıkan her sanatçı alkışlandı…
Âşık İhsani sahneye çıkınca dinleyiciler ayağa kalkarak uzun süre alkışladılar…
Alkış sanatçının gıdasıdır, derler… Gıdasını alan Âşık İhsani coştukça coştu… Dinleyicileri de coşturdu…
Dinleyiciler türküleri Âşık İhsani ile birlikte söylüyorlardı. Koca salonda insanlar tek yürek olmuşlardı… “Yazacağım” türküsü söylenirken salonda herkes ayaktaydı…
Konserin sonuna doğru Âşık İhsani’yi Kâhta’da, Ayhan Terzi’nin sinemasında sahnede gözlerimin önüne getirdim…
Canım Kâhta’m her güzel şeyden mahrum kalmıştı… Bu kadar güzel bir ilçede neden kültürel faaliyetler yoktu…
Eğitim kurumlarının sayısı bir elin parmağını bulmuyordu… Okullarda öğretmen eksiliğinden, araç gereç yokluğundan yeterli eğitim verilemiyordu…
Konser bitmeden kararımı vermiştim: Âşık İhsani’yi Kâhta’ya götürüp sahneye çıkaracaktım…
Yerimden kalktım. Adıyamanlı arkadaşların yanına gittim… Âşık İhsani’yi Kâhta’ya götürmek istediğimi söyledim… “Çok iyi edersin” dediler…
Konser bitince Âşık İhsani’nin yanına gittik… Terini siliyordu. Arkadaşlar beni tanıştırdı. Kâhta’da da konser vermesini rica ettim. Belli bir ücret istedi. Dört arkadaş olduklarını, geçimlerini türkü söyleyerek kazandıkları söyledi…
Âşık İhsani’ye şu öneriyi götürdüm: Dördünüzü evimde ağırlarım. Otel ve lokanta masrafınız olmaz. Satılan bilet paralarından salon ücretini çıkarır, kalanın hepsini size veririm.
Âşık İhsani: Kalan para istediğim paradan az olursa ne yapacağız?
Hiç düşünmeden yanıtladım: Cebimden tamamlarım…
Anlaştık. Âşık İhsani, Âşık Şah Senem Bacı (Yavuz Bingöl’ün annesi), Âşık Ferhat (Âşık Dünyalı) ve Âşık Settari ile birlikte Kâhta yoluna düştük… Bizim eve geldik. Annem, babam benim kalabalık konuklarıma alışmışlardı… Uzun bir sohbetten sonra iki odamızı konuklar için hazırladım. Dinlenmeleri ve uyumaları için yerlerini gösterdim…
Sabah kahvaltısı masasına sıcak bazlamalar, güzelim Kâhta peyniri, közde pişirilmiş biberler, ayran (uyanmamamızın sebebi sayılır), çay, sapsarı köy yumurtası ve daha birçok çeşit kahvaltılık dizdik… Kâhtalıların konukseverliğini gelen dostlara göstermek istedim… Kâhtalıyız… Benim insanlarımın konukseverliği dillerde destandır…
Kahvaltımızı yaptık. Birlikte işyerime, Cantekin Kitapevi’ne gittik. Konserle ilgili bir şeyler yazdım. Genç arkadaşlar yazdıklarımı kartonlara yazdılar. İşlek yerlerdeki işyerlerine asmak için dağıldılar.
Ben de güzel insan Ayhan Terzi Ağabeye gittim. Âşık İhsani ve arkadaşlarının Kâhta’da olduğunu söyledim. Konser için sinema salonunu istedim. Çok uygun bir ücret istedi. Benimle birlikte dükkâna geldi. Konuklarla tanıştı.
Konuklar Kâhta mezarlığında yatan ağabeyim Mehmet Cantekin’in mezarını ziyaret etmek istediler. Birlikte mezara gittik. Âşık Ferhat “Adıyaman yolu kana bulandı” marşını söyledi… “Oy Mehmet oy Mehmet yiğitler oy” bölümünü defalarca tekrarladı… “Bu akşam doğduğun ve gömüldüğün topraklarda senin adına yazılmış marşı hemşerilerine okuyacağım.” Dedi. Mezarın taşını öptü. Diğer arkadaşlar da aynısını yaptı. Gözlerimiz yaşlı mezarlıktan ayrıldık.
Bizim eve gittik. Akşam sinema salonuna gidene kadar yedik, içtik, sohbet ettik. Konserle ilgili çalışmaları gençlerimiz başarıyla yürüttüler. Gelip bize de bilgi veriyorlardı. Biz salona gidince boş yer kalmadığı gibi ayakta bile seyirciler vardı…
Dışarıda çok sayıda bekleyen biletsiz öğrenci ve gençler vardı. Bunlar bilet parası olmayan kardeşlerimizdi… Bunların hepsini salonun ikinci katına aldım.
Sahnenin bir bölümüne perde çekmiştik. Ozanlar orada sıralarını bekliyordu. Âşık İhsani “sen de yanımızda ol” dedi. Kabul ettim.
Salonun en ön sırasında Kâhta jandarma komutanımız üsteğmen sevgili Rıdvan Özden ve eşi Tomris Özden hanımefendi oturuyordu. Rıdvan Özden albay rütbesiyle Siirt’te görev yaparken vuruldu. Ergenekon savcıları katilleri bulmak için dosyayı tekrar açtılar. Memurlar, öğretmenler de ön sıralarda oturuyordu…
Konser başladı. Çok güzel bir gece oldu. Salon alkışlarla, sloganlarla inliyordu. Sloganlar en çok ikinci kattaki gençlerden geliyordu.
Atılan sloganlar o günlerde en çok atılan sloganlardı: “Yaşasın İşçiler” “Yaşasın köylüler” “Bağımsız Türkiye” “Kahrolsun ağalar” “Kahrolsun emperyalizm.”
Gece olaysız bitti. Konser bitiminde sahnede Kâhtalılar adına Âşık İhsani’ye bir duvar halısı hediye ettim.
Geceyi yine bizde geçirdiler. Sabah kahvaltısından sonra konukları yolcu ettik.
1975 yılında, feodalitenin sözünün yasa olduğu bir taşra ilçesine Âşık İhsani’yi getirmenin, “kahrolsun ağalar” sloganını atmanın bir bedeli olacağını biliyordum. Hazırlıklıydım… Davetsiz konuklar gelmeden önce iki sağlam kaynaktan tutuklanacağıma dair duyumlar aldım. Kaymakam Namık Kemal Zeybek, kurt köpeği ile gezmeyi marifet sayan savcı ve Osman Ağa toplantı yapmışlardı…
Sevgili Rıdvan Özden üsteğmen toplantıya çağrılmamıştı…
Toplantı sonucunda iki yalancı şahit (bir bekçi, bir astsubay) bulmuşlardı. Onların ifadesiyle tutuklandım. Kâhta cezaevine kondum. İki nöbetçinin beklediği cezaevinde benim için nöbetçi sayısı ona çıkarıldı… Onları da yeterli görmemiş olacaklar ki gece saat üçte kollarıma zincir vurdular. Zincirin bir ucunu da bir jandarmanın koluna bağladılar. İki araba dolusu jandarmayla beni Adıyaman cezaevine götürdüler…
Âşık İhsani’yi Kâhta’ya getirmenin bedeli olarak iki ay tutuklu kaldım.
İçerden çıktıktan sonra İstanbul’a gittim. Arkadaşlar Âşık İhsani’nin Tarlabaşı’nda konseri olduğunu söylediler… Hep birlikte türkü dinlemeye gittik.
Âşık İhsani’nin bulunduğu odaya gittim. Beni görünce ayağa kalktı. Kırk yıllık dost gibi sarıldık. Tutuklandığımı duyduğunu, çok üzüldüğünü söyledi. İlk eşi Güllü Şah ve oğluyla tanıştırdı.
Konserde İsmail isimli bir üniversite öğrencisi güzel sesiyle Kürtçe şarkılar söyledi. Bu genç sonradan meşhur olan Şıvan Perwer’di…
O günden sonra Âşık İhsani ile görüşemedik.
Bu son yıllarda Diyarbakır’da yaşadığını öğrendim. Bir televizyon programına telefonla katılmıştı. 34 yıl önceki heyecanından bir şey kaybetmemişti…
Güle güle mangal yürekli ozan…
Sazınla, sesinle bir güzel iz bıraktın…
Seni unutmayacağım…
KISACA HAYATI: 1932 yılında Diyarbakır’da doğdu. Azerbaycan kökenli bir aileye mensuptur. İki yaşında babası Filit’i yitirdi. Annesi onu bin bir sıkıntıyla büyüttü. Biraz boy atınca anasıyla tezek topladı. Kaz çobanlığı yaptı. Gitmediği yer, girmediği iş kalmadı. Doğuda toprak, Güneyde pamuk, Ege de yapı, Trakya da maden işçiliği yaptı. Askerliğini Erzurum da yaptı. 1957’de Uşak Şeker Fabrikasına girdi. Orada Güllü Şah (Sevim) ile tanıştı. Âşık Güllü Şah ile evlendi. Garip ve Elif adında iki çocukları oldu. Anadolu’yu kent kent, kasaba kasaba dolaştılar. Hatta köylere bile gittiler. Birlikte birçok türküler, ezgiler söylediler. Halk şiirini yaydılar, sevdirdiler, yaşattılar.
ESERLERİ: Kerem ile Aslı, Âşık İhsani ve Güllü Şah, Ağalı Dünya (1964–65 2 cilt), Yazacağım (1966), Bakalım Hele (1967), Bak Tarlanın Taşına (1974), Vur Ağanın Başına (1975), Dünden Bugüne Âşık İhsani (1976), Düş Değil Bu (1993), Bıçak Kemikte (2002) Ozan Dolu Anadolu (1973) Beyaz Köle (1985)
Âşık İhsani’den bir şiir:
YAZACAĞIM
Yazacağım bu can tende,
Durana dek yazacağım…
Eşitsizlik zincirini,
Kırana dek yazacağım…
Günüm çıkasıya dardan,
Haber gelesiye yardan,
Vurguncuyu şah damardan,
Vurana dek yazacağım…
Ağalığın çöküşünü,
Gür suların akışını,
Fakirliğin kalkışını,
Görene dek yazacağım…
Sorumluyum ben çağımdan,
Düz ovamdan dik dağımdan,
Sömürgeni toprağımdan,
Sürene dek yazacağım…
Halkım uyanmasın diye,
Gerçekler gizlenir niye,
Anayasam raftan köye,
Girene dek yazacağım…