- 773 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Peygamber efendimizin veladeti ve vefatı (12 Rebiyülevvel 11/8 Haziran 632)
Selamun aleykum Hayırlı nurlu akşamlar
Peygamber efendimizin veladeti ve vefatı (12 Rebîülevvel 11/8 Haziran 632)
Yüce Allah (cc), insanlara gönderdiği peygamberleri insanlar içinden seçip göndermiştir. Yani, peygamberler de insandır. Onlar da bir anneden doğar, büyür ve ölürler. Onların da çocukluk, gençlik ve yaşlılık devreleri vardır. Onlar da acıkır, susar, yer ve içerler. Onlar da evlenir ve çoluk-çocuk sahibi olurlar. Onlar da rahatsızlanır, hastalanır ve vefat ederler. Bizim Peygamberimiz (sav) de Yüce Allah tarafından kendisi için takdir edilen ömrü yaşadı ve vefat etti.
Mekke’de doğan Hz. Peygamber, Medine’de vefat etti. Mübarek ravzası
Medine’dedir; kendi ismi ile anılan mescidin bitişiğindedir. Ömrünün elli üç yılı Mekke’de son on yılı da Medine’de geçmiştir. Dolayısıyla peygamberliğinin ilk onüç yılı Mekke’de son on yılı da Medine’de geçmiştir.
Hz. Peygamber, Medine’ye hicret ettikten sonra Medine’nin merkezinde yaptırdığı mescidin doğu tarafına ilave ettiği odalarda (el-Hucurât) kalırdı. Her annemizin ayrı bir odası vardı. Bu odaların içlerinde de küçücük bölmeler bulunurdu. Hicretten sonra Medine İslâm Devleti’nin başkanı, orduların komutanı, Medine şehrinin belediye başkanı, caminin imamı, üniversitenin profesörü, mahkemenin hakimi olan Hz. Peygamber, çok mütevazı bir hayat yaşardı. Uzun müddet bu odalardan duman yükselmezdi, evlerde ateş yanmaz yemek pişmezdi. Hz. Peygamber var olanlarla idare eder, israf etmezdi. Ev halkı da bu duruma bir şey demezdi. İdarecilerimizin, Hz. Peygamber’in bu tarafını araştırıp ona uymaları ne kadar güzel olacaktır. Unutulan sünnetlerimizden biri de budur.
Hz. Peygamber Efendimiz, 632 yılının Mart ayında Vedâ Haccı’na katıldı. Arafat’ta toplanan yüzyirmidört bin hacıya Vedâ Hutbesi’ni okudu. Hac dönüşü normal bir şekilde işlerini yürütürken kendisinde bir rahatsızlık belirdi. O sırada da Bizans üzerine bir ordu gönderme hazırlığı içerisindeydi. Ordunun başına komutan olarak da Hz. Zeyd’in oğlu Üsâme’yi tayin etmişti. Üsâme de Medine’nin dışında karargâhını kurmuş askerini topluyordu.
Mayıs ayının son günlerinde rahatsızlanan Hz. Peygamber, Uhud şehitlerini ve Baki mezarlığında yatanları ziyaret etti. Onlara duada bulundu. Bu ziyaretlerinde hizmetçisi Ebû Muveyhibe de kendisine eşlik etti. Ebû Muveyhibe der ki: "Hz. Peygamber’in, Baki Mezarlığı’nı ziyaret ettiği gecenin sabahında rahatsızlığı başladı. Bunun üzerine insanların endişeleri arttı. Üsâme ordusu da artık hareket etmedi." Hafif bir baş ağrısı ve ateş ile başlayan bu rahatsızlığı Hz. Peygamber, bir hafta kadar ayakta çekti. Rahatsızlığının başladığı Çarşamba gününden bir hafta sonraki Perşembe günü akşam namazından sonra ateşi yükseldi ve kendisine baygınlık geldi. Baygınlıktan dolayı yatsı namazına çıkamadı. Ayılınca "Acaba yatsı namazını kıldılar mı?" diye sordu. "Hayır kılmadılar, sizi bekliyorlar?" diye cevap verdiler. Hz. Peygamber de, "Ebû Bekir’e söyleyin, imam olsun ve cemaate namaz kıldırsın" diye emir buyurdular. Perşembe günü yatsı namazından Pazartesi günü sabah namazına kadar, Hz. Ebû Bekir, on yedi vakit namaz kıldırdı. Hz. Peygamber’in tayini ile imam olup cemaate namaz kıldırdı.
Hz. Peygamber, rahatsızlığının arttığı Perşembe gününden sonraki Cuma, Cumartesi, Pazar ve Pazartesi günleri de zaman zaman mescide çıktı. Namazlarının bir kısmını mescitte kıldı. Bu arada ashabına da sohbetler etti ve tavsiyelerde bulundu. Pazartesi günü de sabah namazına çıktı. Kendini çok iyi hissediyordu. Cemaat de Hz. Peygamber Efendimizi çok iyi gördüler ve sevindiler. Sabah namazı kılındıktan sonra herkesle ilgilendi. Ordu komutanı Üsâme’ye Bizans üzerine hareket etmesi emrini verdi. Hz. Ebû Bekir de kendi özel işlerini görmek için kısa bir müddet izin istedi. Ona da istediği izni verdi. Herkesi işine ve evine yolcu ettikten sonra kendisi de yakınlarının yardımı ile Hz. Aişe annemizin odasına geldi. Annelerimiz, kızı Fâtıma, torunları ve birinci dereceden yakınları yanına girip çıkıyorlardı. Kendisini fazla da rahatsız etmek istemiyorlardı. Güneş doğmuş, kuşluk vakti geçmiş, öğle vakti yaklaşmak üzereydi. Hz. Peygamber Efendimiz, Aişe annemizin kucağında, onun iki kolları arasında otururken başını semaya doğru kaldırdı ve "Allah’ım, cennette buluşmak üzere" dedi ve temiz ruhunu Yüce Allah’a teslim etti. Bu acı haber hemen Medine’ye yayıldı. Acı haberi duyan herkes mescid ve çevresine toplandı. Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir ve ordu komutanı Hz. Üsâme de geldiler. Hz. Ömer ve birçok sahabi, Hz. Peygamber’in ölebileceğine inanamıyorlardı. Hz. Ebû Bekir, kızı Aişe’nin evine girdi ve acı olayla karşılaştı. Hz. Peygamber’in iki kaşı arasından öpen Hz. Ebû Bekir, "Hayatında da pâk ve temiz idin, ölümünde de pâk ve temizsin ey Allah’ın Elçisi" dedi ve dışarı çıktı. Herkes onun ağzına bakıyordu. Hz. Ebû Bekir, şimdi ne demeliydi? Nasıl demeliydi? Bu acı haberi sahabeye nasıl iletmeliydi ki, kimse itiraz etmesin? O şöyle dedi:
"Ey insanlar, kim Muhammed (sav)’e tapıyorduysa, bilsin ki Muhammed öldü. Kim de Allah’a tapıyorsa, bilsin ki, Allah diridir, ölümsüzdür." Hz. Ebû Bekir, bu sözlerinin ardından şu âyeti okudu: "Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce nice peygamberler geldi geçti. Ölürse yahut öldürülürse, gerisin geriye mi döneceksiniz? Kim dönerse bilsin ki, Allah’a hiçbir suretle zarar veremez ve Allah, şükredenlerin karşılığını yakında verecektir." (Âl-i İmrân, 144)
Hz. Peygamber’in vefat ettiği Pazartesi günü, hicretin onbirinci yılı Rebiülevvel ayının onikinci günüydü. Miladi tarihle 632 yılı Haziran ayının sekizinci gününe denk gelen Pazartesi günüydü.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.