- 1384 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Delinin Aşk Mektubu
Merhaba.
Sana diyebildiğim en yakın söz bu. Oda genelde kısık, durağan ve belki de biraz soğuk bir sesle. Ama ben o "Merhaba" yı çıkarmak için neler çekiyorum bir bilsen. Kaç sinir hücresine dert anlatıyorum, kaç karar milyonlarca olasılıktan “asla” seçiyor. İsyan eden uzuvlarıma, kalbimi tehdit ederek söz geçiriyorum.
- Gönlümde bir kelebek var, ne kanadını kıracak kadar gücüm, ne de serbest bırakacak kadar cesaretim var.
Seviyorum Ulan, hoyrat biraz, biraz hesapsız ama epeyce titreteninden. Böyle soğukta vurur ya dişlerin birbirine, hah öyle düşün benim gönlümü de. Sen gözümün içine baktığın her an.
“Yaşı olmaz” demişti biri sevmenin, doğru gibi. “Bir kere sevilir” demişti başkası demek ki önceki sevgi değilmiş sanki. Sanki mi? Ne diyorum ben.
Konuşursam susturamayacaksın inan. Boş konuşucam, ağzım alışageldiği gibi üretirken birbirinden bağımsız cümleleri, ben ya öfkeyle ufka bakıcam, böyle ağır abi gibi, böyle efendi adam gibi… Gibi işte.
Sanki sana tavırlıymışım gibi dönüp bakmıycam. Sonunda da dünya dilleri içinde var olan, kelime hazinelerinde en olmayacak, en saçma kelimeyi bulup. Şak diye ortaya koycam. Sonra mı? sonrası uzay boşluğu, yerin dibine kurban olayım.
Ya sana bakarak konuşursam, ya peki daha fenası sen konuşursan;
Düşün insanlık suyu bilmiyor ve şelaleyle tanışıyor ilk kez. Gürül gürül bir hoşluk, serinliğin verdiği o muhteşem sarhoşluk. Saçların gibi, dalga dalga yüreğimin çukuruna doluyor. Boğuluyorum bile isteye, seve seve.
Zamanı durduramasan da yavaşlatan bir yanın var. Böyle dalıp gidiyorum, dudakların ağır çekimde, belki bir hece saatler gibi yavaş yavaş akıyor. Gözlerinde çocuk kıskandıran bir heyecan, kulaklarımda sadece rahatsız etmeyen ve anlamadığım bir uğultu. Kısık, olağan. Yavaşça başka bir yerden, gözlerime odaklıyorsun gözlerini. Gözlerini gözlerime örtüyorsun. Göz kırpman aylar alıyor gibi. Yaşlanıyoruz umurumda değil. Gözlerinin koyusundaki kuyuya düşüyorum. Artık gönüllü Yusuf’um. Artık beni buracıkta, bu ucu bucağı olmayan ama daracık kuyucukta bıraksınlar. Artık beni, ben olan beni bilmeyenin göz koyusunda, hapsetsinler istiyorum. Kâinata vakıfım, gezegenler umurum değil. Işığı Azad, zamanı terk ediyorum. Gözlerinin hapsinde, o koyu kuyuda varsın sürsün bu güzel mahkûmiyet. Huzurum, saadetim, aradığım ne varsa, senden gayri sen olan ne varsa, hepsi aha şuracıkta yanımda. Nasılda susamışım, o acıyla dem olduğum yıllarda. Nasılda kanmış yüreğim bu karanlığa.
Ey İnsanlık alın ışığınız, ateşiniz, aleviniz ne varsa sizin olsun. Ben yârin bu koyu kuyusunda, bu habersiz tarafında, bu göz pınarlarının arasında, bu kurban olduğum kocaman dar-lıkta mesudum.
Yanaklarına ne sürdüysen umurum değil, ne taktıysan kulağına yeminle görmüyorum, ne şehvetle boynundan gerdanına kaymış lığı var bu günahkâr gözlerimin, ne ellerin, ne sözlerin.
Varsa yoksa beni bu Dünya’ya bırakmayan, gel hadi yurdun burası, sonun, mezarın, azabın, cennetin ve cehennemin burası diyen o güzelim, o kıyamam dillendirmeye, ufacık, daracık, şefkatli bir karanlık kuyum. Koyu kuyum.
Derken, ayağıma mı ? Elime mi? bir darbe, belki bir öksürük sahteden ama maksat dolu. Ne bileyim işte bir ikaz ışığı, bir uyarı sinyali…(İçimde bir noluyor ulan çığlığı….)
Kendine gel diyor bana. Gelmek istemiyorum. Ben orda mesudum, etmeyin. Damlayı denizinden, külü közünden ayıyorsunuz, günahtır… Etmeyin.
Nicedir Mecnunun çaresiz çölüyüm, nicedir Ferhat’ın sessiz dağı. Hayli zamandır, zenginin kırık oyuncağıyım, fakirin bitmeyen masalı. Etmeyin Züleyha’nın hatasıdır bu, Eyyüb’ün sabırsızlığı. Yapmayın Zebur ateşsiz, İncil aysız, Kuran Aşksız okunur mu, okumayın dervişin canına. O ki sahibinden emanettir. Bu yaptığınız yedi katın yedisi nede ihanettir.
Bir tokat yiyorum kendimden, ruhumun orta yerine… Dudakların hızlanıyor, kafanı çeviriyorsun, hayır hayır kaçırıyorsun başka yere gözlerini sanki hızlıca. Şelale saçların dalgalanıyor. Hâlâ umudundayım ama ben. Hâlâ o küçük kuyumdayım diyecekken, kuyunun dibi yokmuş meğer kayı veriyorum aşağı bu dayanılmaz hakikatler diyarına. Bu mahpus hücresine, bu pranga işkencesine… Bedenime.
Bir tokat daha, yetiyor bakışlarımı önüme almama. İstemsizce, hiç bakmadan, suya uzanıyorum ve istemeye istemeye, boğazımı bir diken gibi parçalaya parçalaya yutuyorum bir yudum.
Yani işte “Seven gelsin söylesin, terslemem demişsin” ya. Terslesen ne olur ki, nasıl anlatayım bunca şeyi yüzüne, nerde, hangi zaman, hangi ruh haline. Hangi kalabalığın görmez yanında, hangi yabancılığın samimiyetinde, hangi cesaretin ardında… Hangi.
Sanma. Korkaklığım yokluğundan, yokluğunla tanıştırılmaktan. Sensizlikle uzun bir zamandır müşerrefim, koymaz yani bana;
“ Ya teşekkür ederim yalnız ben aynı hisleri beslemiyorum sana.”
Ya da
“ Gerçekten ne diyeceğimi bilemiyorum şimdi ama hayatımda biri var.”
Olmadı mı?
“ Hah. Sen mi? benim le mi? Gerçekten bugün güldüğüm en güzel espriydi.”
Hadi iyimser olalım;
“ Hım. Ne bileyim böyle birden bire şey olunca, ya ben bunu biraz düşüneyim.”
“ Ciddi mi, bu söylediklerin. Bunca şey. Yani daha tanışmıyoruz bile. Ama sen, bu kadar anlattığın. Galiba ben de, yani şimdi tam olarak, of dağıldım resmen.”
Şakaydı sonuncu. Elbette her delinin acıtan şakaları olur kendine. Kendi de güler acınacak haline.
Yok demenin yollarıydı bunlar, bunlar korkmadığım kısımları, bunlar üstünde düşünmeden ardımda bırakacağım, O yüksek ihtimalin cevapları.
Yani.
Evet. Aynen düşündüğün gibi…
Kabul etmenden korkuyorum, diyemiyorum kimselere. Bahanelerden bir krallık sunuyorum sorana. Bu arada evet haberi olanlar var. Üzgünüm. Ama bir delinin dostları onlar, incitmekten sakınan. Yarayı kesmekten bahseden, ateşi söndürmekten. Sağ olsunlar.
Evet.
“Evet” inden korkuyorum. Çünkü deliyim. Öyle böyle değil, bildiğin gibi yani ya da bilmediğin gibi. Ben başkalarına benzemem desem inanmazsın belki. Ama benzemem inan. Ben sabırlı deliyimdir, uzun mesafe susarım. Soluksuz kalır küfür sahibi, şiddet ehli merhameti görür. Zevkin düşkünü, düşüverir tevazuya oradan hesaba gelir usul usul.
Deliyim ben. İnan.
Düşersen tutmam, atlarım.
Güldün bir aralık, daha o andan itibaren Cennet. Sana bana değil tüm insanlığa, gözümün değdiği, elimin erdiği her yere taşırım ışığını, sevapsa senden, yardımsa senin için, iyi niyetse hatırına.
Gözünü mü süzdün, bulut mu yürüdü bakışına. Bırakmam akışına. Kırarım zamanı, cehennem aratır nefretim. Süzen, üzen, sızan ne varsa senden, artık yıkımıdır sebep sahibinin. Daha affı duymam, merhamet asarım darağaçlarıma. Gözüm kararmaz, kör bıçağı olur kanatırım boynunu uzatanın.
Düşün.
Bu bir gülüşüne cenneti taşıyanım.
Ya seversen birde.
Yazık değil mi Leyla’ya, Şirin iç çekmez mi? Ahını almaz mıyız Aslı’nın. Jülyet dirilmez mi?
Lafı dolandırıyorum.
Çünkü seversen. Gök düşer üstümüze, Kafdağı’nı bulurlar. Dünyada savaş diyen herkes tanır Aşkı. Balta ağacı sever, sadece grip oluruz her yağmur ıslanırım yanında. Nefes alsan dinlerim, versen dinlerim. Kulağım kalbinde. Ne şarkı ne şiir, yaşam hep sevgi ritminde. Gidelim de gideriz, bırakalım de bırakırız. Başlayalım de, başladım bile. Bırak ne derseler desinler. Ben senin ait olduğuna aitim. Yani sana. Gerisi laf-ı güzaf. Gerisi lakırdı, israf kalabalığı.
Çünkü seversen. Borca girerim, harca girerim, çıkışı olmayan her sokağa bile isteye, güle oynaya, koşarak değil uçarak… Girerim… Sevmişsin sen bir kere. Hem de beni. Bak çıkmazlar nasıl bağlanıyor kavşağa, güvercinlerin nasıl doyuyor karnı. Anla kedinin, köpeğin rızkına çalışırım. Sokağın sahibi olurum, konuşamayana ses, yazamayana el, kaçamayana kanat olurum. “Seviyor” yazarım, bütün küskünlerin yüreğine, kimde varsa hakkım şimdiden helal olsun bak, kime çizgi çektiysem işte kaldırdım attım. Ay de doğsun, güneş de batsın.
Seversen, yarım tamamlanır. Yaram iyileşir. Yârim derim. Güzel yârim. İste bak bu heyecanlar benim, bu çocuk; ellerinden tuttuğun, bu kaçık; öyle güldüren seni, bu şair; şiiri olduğun, bu Adam; gayri sonsuzun sınırına kadar kalbinde hüküm süreceğin.
Seversen, Alır giderim seni. Nereye istersen. İstemedin mi, o zaman tutup elinden hayallerim rota, hakikat merdiven. Dur durak bilmeden, en deli halimizle, en sevgi halimizle. Acıkırsak yeriz, yorulursak uyuruz, üşürsen ateş, korkarsan sığınak, sözün mü var işte can kulak, üzgün müsün kraliçem soytarınız emrinize amadedir. Yarına koşarız, yaşarız, yalınayak, günleri unutarak, ardımıza kör… Aşka uyanan bir yarının avcıları, kuşanmışız en sevdalı silahları. Kurşun mu işler bize. Balonlardan gökyüzü, teknelerde deniz, motorda özgürlük kokusu vadediyorum sana. Seversen.
Yani seversen, bilemem belki çoluk çocuk hesabı, bir ev hayali, bir Aile telaşı. Anne sen olacaksan, bırak Baba görsün memleket. Mutluluğu damıtır, sağlarım geçimi. Çayın demi yârim, akşamın tatlı yorgunluğu -ki seninle vuslat. Ne renk istersen o renge boyarım hayatımızı. Dertten korkma, sabrımın çatısı büyüktür, sıkıntıya dağ gibi eyvallahım var. Kavga? Hani belki huzurdan bunalır da, mutluluk kâfi gelmez sana. O zaman. Ama tadında. Uzatmadan, soğutmadan – Tövbe haşa – ayırmadan.
Yani.
İhtimalin uzağında, gözlerinin uzağında, umurunun belki de hiç uğramayacağı durağımda. Bunları yaşıyorum ben.
Anlatırken titriyorum, ihtimali bile… İnan… Kelime bulamıyorum.
Peki böyle bir delinin dileğinden sıyrılıp,
Gerçeğine sığacak cesaret var mı sende?
Denilene göre başkasındaymış aklın. (düşün yani bunları bilmeme rağmen böyle manyağım )
Sen hiç gemileri yaktın mı biri için?
Bende yakmadım merak etme. Gemi için birilerini yaktım ama. Çünkü benim gemilerim, aşk okyanusunda yüzen gönüldür. Suyumun kaldırma kuvveti yoktur, kanadı vardır yüzer, ister derinden gider, ister yüzeyden. Tüm sığlıklara kayalıktır yüreğim.
Hani çok biliyorsun ya, hadi bil bakalım şimdi
Seni böylesine sevip, sevgisinin büyüklüğünden koruyan deli mi korkak,
Yoksa “terslemem, gelsin söylesin” diyen nefsin mi?
-ketum
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.