- 690 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
EHL-İ SÜNNET DIŞI ŞİANIN İTİKADİ BOZUKLUKLARI..
Ehl-i Sünneti Yıkmak İslam’ı Yıkmak demektir...Türkiye’de şu anda acaba kaç çeşit Müslümanlık var?Eskiden iki çeşit vardı: Ehl-i Sünnet Müslümanları ile ehl-i bid’at. Şimdi bin çeşit desek mübalağa etmiş (abartmış) olmayız.
Ehl-i Sünnet Müslümanları acaba şu anda kimlerdir?İtikadları sahih olan ve İslam’ı dört fıkıh mezhebinden birine göre hayata uygulayan kimselerin hepsi şu anda dünyada Ehl-i Sünnettir.Ehli sünnet islamını yaşamaktadırlar.
Mezheplere lüzum yok, ben İslamı Kur’andan ve Sünnetten öğrenirim diyen mezhepsizler ve Selefîler Ehl-i Sünnet değildir. Sosyolojik kimlik kültür açısından elbette Müslümandırlar ama Ehl-i Sünnetten çıkmışlardır.
Dört mezhebi terk ve inkar edince müslümanlar arasında birlik olmaz.Tam aksine, korkunç bir tefrika, dağılma, kaos ve anarşi oluyor. Fıkha sırt dönülünce ortaya milyonla bozuk bâtıl mezhep çıkmış oluyor. Eline Kur’an tercümesi ve bir de hadîs kitabı alan cahiller ve yarı cahiller müctehid kesiliyor.
Ben dinimi Kur’an mealinden ve hadis kitaplarından öğrenirim, bana fıkıh gerekmez” diyenler bugün ehli bid’attir.Bence değil, büyük İslam alimlerinin gözünde bid’atçi ve yoldan ayrılmış olur böyleleri.
Ehl-i Sünnet Müslümanları birliği korumak için ne yapmalı diye geçenlerde sordu birisi.İslamı kendi kafalarına göre anlamaktan ve yorumlamaktan kaçınmalı, dört mezhepten birine sımsıkı bağlanmalıdır.
Yirminci asırda zuhur etmiş aktivist İslam hareketi Sünnî bir hareket değildir.Bu hareket Sünnîlik içinde bir bid’at cereyanıdır. Bugünkü kaosta, tefrikada, bölünmüşlükte onların da hayli tuzu biberi bulunmaktadır.
Sosyolojik ve kültürel açıdan Sünnî görünen bazı İslamcılar ve ilahiyatçılar, Ali Şeriatî isimli Şiîyi büyük bir Müslüman düşünür, örnek, önder, model olarak gösteriyorlar.
Ali Şeriatî, İslam Şinasî adlı kitabında “Allah (bir baskısında Hoda) yek Janus-i hakikî est” demiştir. Yâni (hâşâ) “Allah gerçek bir Janus’tur” diye yazmıştır. Bilmeyenlere söyleyelim, Janus iki çehresi olan bir Roma putudur. Allahı bir şeye benzetmek küfürdür. Bir puta benzetmek küfür üstü küfürdür.
Bugün, büyük sayıda İslamcı mezhepsiz bu adamı İslam büyüğü olarak övmekte ve kitaplarını gençlere tavsiye etmektedir. Diyanet bile, kitabevlerinde Şeriatî’nin kitaplarını satıyor…
Şayet bir kısım İslamcılar, Allahı bir puta benzeten bir kimseyi övüyorlar, kitaplarını tavsiye ediyorlarsa durum çok vahimdir.Bu zatın dünya çapında büyük bir sosyolog olduğunu söylüyorlar.Sosyoloji okumuş o kadar. Yirminci asırda yaşamış dünya çapında büyük filozoflar, düşünürler, sosyologlar listesinde onun ismi yoktur.
Türkiye’de Ehl-i Sünneti böyle azar azar yavaş yavaş sarstılar ve yıktılar.1970’li yıllarda, Afganîci Reşid Rızanın “İslamda Telfik-i Mezâhib” adlı kitabını Diyanet yayınları arasında çıkarttılar ve Sünnî surda büyük bir gedik açtılar.
Ne kadar bozuk, sapık, yıkıcı, kafa karıştırıcı cereyan, bid’at fırkası varsa o gedikten bünyemize girdi ve bugünkü anarşi meydana geldi.
Son elli yılda, Ehl-i Sünnet gereği gibi ve kadar korunabildi mi,maalesef korunamadı. Hem laiklik terörü yüzünden, hem de Sünnî geçinen bazılarının vazifelerini yapmamaları yüzünden. Bulgaristanlı Ahmed Davudoğlu Ezherî hocaefendi gibi yirmi büyük alim kitap ve makale yazmış, bunlar milyonlarca Müslümana ulaştırılmış, Ehl-i Sünnet Müslümanları uyarılmış olsaydı, bu kadar tahribat olmayacaktı.
Dindar geçinen birileri, din yıkılırken maalesef yan gelip yatmış, bize dokunmayan yılan bin yaşasın demişlerdir… Ehl-i Sünneti savunan merhum üstad Necip Fazıl’ı burada minnet, teşekkür ve dua ile anıyorum…
Ülkemizde İslam’ın içi boşaltılmak isteniyor.Evet dinin içi boşaltılmıştır. Önce Şeriat elden gitti, şimdi din iman gidiyor ve bizim bazı sahte dindarların, yalancı sofuların kılı bile kıpırdamıyor.
Gafiller, kâfirler, münâfıklar, dıştan Müslüman görünen Kriptolar Şeriatsız bir İslam türetmek istiyor.Halbuki Şeriatsiz İslam olmaz. Çünkü Şeriat, Kur’andan ve Sünnetten çıkartılmış dinî hükümlerin tamamına verilen isimdir.
Namaz, oruç, zekat hep Şeriattır. Ben Müslümanım ama Şeriata karşıyım diyen kimse ya cahildir, yahut haindir, her hâlükârda dinden çıkar…
Bir de Türkiyede Fazlurrahmancılık bozuk cereyanı var…Bu akıma islamî fırka sıfatını veremeyiz. Kadiyaniler gibi bağımsız bir din türetmişlerdir. Kur’andaki üç yüz küsur ayetin hükümlerinin tarihsel olduğunu, bugün geçerli olmadığı iddia ediyorlar. Bin kere yazıklar olsun ki, bu akım çok önemli bir kuruma da sızmıştır. Taqiyye ve kitman yaparak gizleniyorlar.
Dinin içinin boşaltılmasından hep bunlar sorumludurAsıl sorumlular vazifelerini yapmayan, Fırka-i Nâciye olan Ehl-i Sünneti savunmayan, bid’atçileri ve sapıkları red, cerh ve ibtal etmeyen BİLENLER’dir.Diyanet İşleri Başkanlığı bu konuda sorumludur.
Dinin içi bu şekilde boşaltılmaya devam edilirse, bu işin sonu nereye varır? İçi boşalan din yıkılır, bid’atçilerle birlikte Sünnîler de enkazın altında kalır, Türkiye çöker, parçalanır.
İslamı siyasete, şahsî emellerine, menfaat ve nüfuza, prestije, paraya, zengin olmaya, ün ve alkış kazanmaya, nefs-i emmarelerine alet edenlere Islahları için dua ediyoruz. Olmayacaklarsa onlardan teberri ediyoruz.. Onların bu gidişi cehennemîdir.
İslamcıların, bid’adçilerin, Selefîlerin haklı oldukları bir konu yok mudur dersek,Onların, Ehl-i Sünnete uymayan bütün itikadları, görüşleri, çare ve çözümleri, (bozuk) ictihad ve fetvaları yanlıştır. Bunların bir teki bile haklı ve doğru değildir.
Onların da söyledikleri doğrular var mıdır? Elbette vardır,bunlar Ehl-i Sünnete uygun olanlarıdır. Bir örnek vereyim: Namaz kılmak farzdır diyorlar… Bu doğrudur. Namazı, dört mezhepten birinin fıkhına göre değil, kendi kafama göre, kendim ictihad yaparak kılarım derlerse bu yanlıştır.
****
Turkıye’de İran Caferı Sıası hızla taraftar topluyor.Gecen pazar gunü Kur’an ve Ehlı beyt Dernegının Kültur Merkezındeki Kutlu Dogum programına tesadufen gecerken gorup katıldım.
Turkıyede Ehlı Beyt adlı ne kadar dernek vakıf varsa İran şiası ele gecırmıstır bugun.
Her ılde mutlaka bir Ehlıbeyt dernegı vardır burdakini de 1992 yılında acmıslar..
Peygamber hadısınden esınlenerek Kuran ve Ehlıbeyt Dernegı adını verdıklerını soyledı dernek baskanı.
Meşhur hadis size iki emanet bırakıyorum.Allahın cc. kitabı Hz.Kuran ve Ehli beytim..
Iran yanlısı Ehlı beytın yayılmasına manı olmak ve kontrol amacıyla kurduklarını sandım once ama yanıldıgımı anladım. .
Muharrem ayında bunlar meydanda siyah cadır kurup Asura Anması yaparlar.Bunları yapanlar Turkıye Alevı orgutlerı degıl son zamanlarda tamamen Caferı Sıa baglısı Iranca desteklenen Stk larca yapılmaktadır. .
Haydar Bas’ta Mustafa Islamoglu’da vs.hepsı Iran tarafından desteklenmektedir. .
Benım kanaatıme gore yenı Feto örgütü olan bu stk ların arkasında ABD ve AB ulkelerı vardır. .
Yavuza Kanunıye Ebu Suud ra.ve Abbasılere hakaret dolu konusma yapıldı.
Sanki salonu muhafazakar Partılılerın yenı doldurgunu ve kadınların carsafsız bızım hanımlar gıbı pardesu esarp gıyınmıs oldugunu gordum.
Kıtap takvım gul ve seker dagıtımı oldu.Hersey guzel ama yanılığ bu topluluga gırenler sonucta Ehlı Sunnet dusmanı olup ahıretını berbad ediyorlar.
Sonunda verilen numaralı kağıtlardan çekiliş yapılarak iki kişiye Meşhed gezisi ve Ayetullahın sohbetine katılma çıkartıldı.Çıkan kişilerin İrandaki gençlerden ve orta yaşlılardan bir farkının olmadığını gördüm.
Bu türden toplantıları İranın Mollalarının ve finans kaynaklarının sağladığına adım gibi eminim.
Anlasılan kurtlar kuzu postuna burunup ava cıkmıslardı..
1985 de ilimizde bırkac sıa mezhebine mensup Caferı vardı herkes bilirdi. Taşa secde eden birisi simit satardı o kadar sanırdım.Sımdı salonları doldurmakta zorlanmıyorlar.
Gecen gun ne var bunda dedı müdürlükten emekli olmuş bır arkadas Caferılerde hak mezhep musluman degıl mi dedı.Bende Sıanın itikadı yanlışlarını soyledim.
Bırak onları bu fıtne cıkarmaktır yahudı muslumanları boyle parcalıyor dedi. .Düşman arayacayacaksan dışarda bir çok gavur var dedi.
Ehli sünnet olmayan ahirette kurtulamayacak cehenneme gidecek bunlar cehenneme ateş toplayanlar dedimse de ikna edemedim.
Öyle ya Ehli sünnet olanlar cehenneme girmeyecek kalan 72 fırka mutlaka cehennemi görecek.Bu konuda meşhur hadis var.
Bu gıdısle Anadoluda Ehlı dunnet musluman kalmayacak!!!
***
İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî Hazretleri buyurdular:
“Ey saâdete muvaffak kılınmış evladım. Hepimize lazım olan, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat âlimlerinin, Kitab ve Sünnet’ten lâyık olduğu şekilde anlayarak çıkardıkları hükümlerle îtikâdımızı tashih etmek (düzeltmek)tir.
Ehl-i Sünnet büyüklerinin görüşlerine muvâfık olmadığı müddetçe hiç birimizin görüşü muteber değildir. Görmez misin ki, her bid’at ve dalâlet ehli, bâtıl olan hükümlerini kitap ve sünnetten aldığını ve o hükümleri kitap ve sünnetten anladıklarını iddia ederler...” (1/ m. 157)
“Kurtuluş yolu fiillerde, sözlerde, îtikadda ve amelde Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat Mezhebine uymaktır. -Allâhü Sübhânehû onların adedini çoğaltsın-
Çünkü kurtuluşa erecek olanlar -bugün birileri bilsin veya bilmesin- ancak bunlardır. Diğerleri ise helâk olacaklardır. (Bu hakîkatı) yarın herkes anlayacak, amma faydası olmayacaktır.
Allâh’ım, ölüm bizi uyandırmadan sen bizi uyandır.”
(1/ m. 169)
“Îtikad kirliliği -ki bu Ehl-i Sünnet îtikâdına muhalefettir- öldürücü zehirdir, insanı ebedî ölüme ve sonsuz azaba götürür. Amelde meydana gelecek gevşeklik ve tembelliklerin mağfiret olunması ümid edilir. Ancak îtikattaki gevşekliğin mağfiret (bağışlanma) ihtimâli yoktur.” (Mektubat. 2/m. 67)
“Ubeydullah Ahrâr (k.s.) Hz.’nin şöyle buyurdu:
“Bütün manevi haller ve vecdler bize verilse de îtikâdımız Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat akîdesi üzere olmasa biz bu hallerin mahrûmiyetten başka bir şey olmadığına inanırız.
Yine, kusur ve noksanlar bizim üzerimizde toplansa, îtikâdımız Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat akîdesi üzere dosdoğru ise, biz bunda bir beis görmeyiz.
Cenab-ı Hak Seyyid-i Beşer (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz hürmetine, bizi ve sizi, Peygamber Efendimizin râzı olduğu Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat’in yolunda sâbit kılsın.”
Kaynak : Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî, 1/ m. 193
***
Hz. Peygamber’in vefatından sonra İmametin Hz. Ali ve evlatlarına ait bir hak olup nass ve tayinle gerçekleşeceğini iddia eden birbirlerinden farklı mezheplerin müşterek adına İslami terminolojide kısaca ŞİA adı verilmektedir.
Şîa kelimesi Arapcada şe-ye-a kökünden fırka, bölük, taraftar, yardımcı, bir kimseye uyan ve yardımcı olan manalarına gelen bir kelimedir.
Kur’ân-ı Kerîm’de değişik yerlerde geçen bu kelime (bk. el-En’am, 6/65, 159; el-Hicr, 15/10; Meryem, 19/69; el-Kasas, 28/4, 15; er-Rûm, 30/32; Sebe, 34/54; el-Kamer,54/-51; es-Saffât, 37/83) Arapçada daha çok taraftar anlamında kullanılmıştır.
Genel olarak halife Osman b. Affan’ın öldürülmesinden sonra meydana gelen olaylarda Ali b. Ebi Talib tarafını tutan, onunla birlikte düşmanlarına karşı savaşan ve mücadele edenlere Ali b. Ebi Talib’in taraftarları (Şatu Ali b. Ebi Talib) denildiği görülmektedir (eş-Şehristan, el-Milel ve’nNihal, I, 146).
Şîa kelimesinin bu manada kullanılışı genel olarak Hz. Hüseyin’in 10 Muharrem 61/10 Ekim 681 tarihinde Kerbelâ’da şehid edilişinden sonraya kadar devam etmiştir.
Kerbelâ hadisesinden bir süre sonra Şîa kelimesi bir terim olarak Emevilere karşı Hz. Hüseyin’in intikamını almak, Hz. Ali ve soyunun haklarını aramak, onun nesline yardım etmek için bir araya gelenleri ve onlara taraftar olanları ifâde etmeye başlamıştır.
Şîa’nın ne zaman doğduğu konusu oldukça ihtilaflıdır.
Şii kaynaklar, Hz. Peygamber zamanında, Ali b. Ebî Talib’i diğer sahabelerden üstün gören ve onu halifeliğe en layık sahabi olarak kabul eden Ebu Zer el-Gıfarî, Selmân el-Farisî, Mikdad b. el-Esved gibi ashabın ilk şiîler olduğunu, bu bakımdan Şîa’nın Hz. Peygamber devrinde doğduğunu belirtmektedir (bk. En-Nevbaht, Firaku’ş-şîa, Necef 1368, 39-40).
Fakat Hz. Ali’yi üstün ve faziletli gören bu grup ile daha sonra mezhep olarak teşekkül etmiş olan Şîa’nın Hz. Peygamberin vefatını takiben, Hz. Ali’nin meşru halife olduğu iddiasıyla doğan tamamen bir siyasi hareket olarak çıktığı iddiası (bk. Bernard Lewis, the Origins of İsmailism, Cambridge 1940, 23 ve Ahmed Emin, Fecrul-İslâm, Kahire 1964, 266 vd.) yanında Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra (bk. J. Wellhausen, el-Havâric ve’ş-Şa, Kahire 1968, 146) veya Hz. Ali’nin halifeliği esnasında özellikle Camel ve Sıffın savaşlarını takiben (bk. İbnü’n-Nedim, el-Fihrist, Beyrut 1954, 175)
Ve yahut Hz. Ali’nin öldürülmesi ve cemaatin Muaviye b. Ebi Süfyan’a beyat etmesi ile doğduğu (bk. Taha Hüseyin, el-Fitnetu’l-Kübra, II, Kahire 1966, 175) ileri sürülür. Bütün bu olaylar Şîa’nın ortaya çıkış zamanını kesin olarak belirtmeseler de olayların hepsinin Şîa’nın gelişmesinde müessir olduğu görülmektedir.
Şîa diger fırkalar gibi, İslâm’da ana bünye diyebileceğimiz cemaatten ayrılarak, yine İslâm içinde ortaya çıkan bir zümreleşme hareketidir.
Hz. Ali’nin, Hz. Peygamber tarafından takdir edilen, yiğitlik, kahramanlık, ilim ve takva gibi şahsî meziyetleri bize kadar intikal eden özellikleridir.
Onun bu özelliklerinden dolayı bazı sahabîler tarafından beğenilip takdir edilmesi ve üstün görülmesi manevi bir bağlılık ve samimi bir dostluk ifade etmektedir.
Hz. Peygamber’in ashabından bazılarını takdir eden ifâdeler kullanması ve onlara iltifatı düşünüldüğünde sadece Hz. Ali’nin özelliklerini takdir etmediği de görülür.
Bütün bunlar dikkate alındığı takdirde Hz. Ali devri de dahil Hulefâyı Raşidin devrinde, dostluk ve sevgi izharı ötesinde bir mezhebî gruplaşma olmadığı anlaşılır.
Bu açıdan Şîa’nın Hz. Peygamber devrinde teşekkülü mümkün görülmemektedir.
Şîa en erken, Hz. Hüseyin’in şehâdetinden sonra siyasî bir eğilim olarak kamuoyu oluşturmaya başlamıştır. Özellikle 65/684 yıllarında ortaya çıkan ve Hz. Hüseyin’in intikamını almak üzere toplanan, onu davet ettikleri halde yardımsız bıraktıkları için ızdırap duyan ve tevbe eden Kûfelilerin oluşturduğu Tevvâbin hareketi, Şîa’nın bir terim haline gelişinin ve İslâm içinde bir kitleleşme hareketinin başlamasının ilk belirtilerinden biri olarak kabul edilebilir.
Tevvâbin hareketinin Emeviler karşısında başarı kazanamaması sonucunda, kurtulanlarla birlikte, Ehl-i Beyt’in intikamını almak için ortaya çıkan Hz. Ali’nin Havle binti’l-Hanefiyye’den doğan oğlu Muhammed b. el-Hanefiyye’nin imametini savunan, İslâm tarihinde Mehdilik, gaib imam, ric’at ve bedâ gibi görüşlerle esaslı yankılar uyandıran Muhtar b. Ebi Ubeyd es-Sakaf (67/687) gibi kimseler de Hz. Ali’nin neslinin adını kullanarak toplumun içinde itibar kazanmaya çalışmışlardır.
Keysaniyye veya Muhtariyye ismi ile ortaya çıkan ve Muhammed b. el-Hanefiye’nin imametinini savunan bu fırka günümüze ulaşmamıştır.
Şia’nın bütün fırkalarında ilk ve ihtilafsız İmam Hz. Ali’dir. Onun ölümünden sonra imamet görevi oğulları Hasan ve Hüseyin’e intikal etti. Hüseyin b. Ali’nin ölümünden sonra imamet oğlu Ali b. Hüseyin Zeynü’lAbidin’e geçti.
Emevilere karşı Muhammed b. el-Hanefiyye’nin imametini savunanlar da, onun ölümünden sonra Ali b. Hüseyin’e bağlandılar.
Böylece imamet hemen tamimiyle Hz. Ali’nin, Hz. Hüseyin’den gelen evlâtlarına intikal etmiş oldu.
Kerbelâ’da katliamdan kurtulan Ali b. Hüseyin, Medine’ye intikal ettikten sonra siyasetten tamamen uzaklaşarak ölümüne kadar (95/713) ilimle meşgul oldu ve çevresindeki insanları yetiştirmeye gayret etti.
Daha sonra imâmeti devam ettiren büyük oğlu Muhammed el-Bâkır ölümüne kadar (114/733) babasının prensiplerini izleyerek ilmî konularla meşgul oldu ve çevresindeki mensuplarını korumak için siyasetten uzak kalmaya çaba sarfetti.
Altıncı İmam Ca’fer es-Sâdık gerçekten alim ve faziletli bir kişidir (bk. Mustafa Öz, "Ca’fer es-Sadık", TDV İslâm Ansiklopedisi, VII, I, 3). Devrinde birçok kimse kendisinden istifâde etmiştir.
Bu imamın devrinde, İslâm tarihinde, Hz. Hüseyin’in şehadetinden sonra Emevilere karşı, Ehl-i Beyt adına ilk defa ayaklanan Zeyd b. Zeynü’l-Abidin’dir.
Ali b. Hüseyin Zeynü’l-Abidin’in küçük oğlu, Muhammed el-Bâkır’ın kardeşi ve Ca’fer es-Sadık’ın amcası ve akranı olan Zeyd, Emevi halifelerinden Hişam b. Abdulmelik’e karşı Kûfe’de isyan etti.
Kendisine bey’at eden onbeşbin kişi ile Hişam’ın Kûfe-Basra (Irakeyn) valisi Yusuf b. Ömer es-Sakafi ile giriştiği savaşta (122/740) başarısızlığa uğradı ve öldürüldü. Zeyd’den sonra fikirlerini sürdüren oğlu Yahya (ö. 125/743) ile Zeydîyye fırkası ortaya çıkmıştır.
Zeyd b. Zeynelâbidin’in ölümünden sonra Carudiyye, Süleymaniyye, Batriyye gibi çeşitli fırkalara ayrılan Zeydîyye mensupları uzun süre dağınık halde kalmışlardır.
Abbasi halifelerinin siyasî otoritelerinin zayıflamasından faydalanarak Yemen ve Taberistan’da ayaklanarak muhtelif devletler kurmuşlardır.
Hazar denizinin güneyinde Taberistan’da kurulan zeydî devleti 305 (917) yılına kadar varlığını sürdürmüştür. Yemen Zeydîliği ise günümüze kadar varlığını muhafaza edebilmiştir.
VI/XII. yüzyıldan itibâren sınırlarını Tihâme’ye kadar genişleten Zeydler daha sonra Osmanlı hakimiyetine girmişlerdir.
Günümüzde Yemen’in resmî mezhebi Zeydîyedir.
İmâmet konusunda daha mutedil bir yol izleyen bu fırka mensupları büyük günah işleyenler hakkında daha çok Haricilik ve Mutezile’nin tesiri altında bulundukları için bu tip kimselerin tam anlamıyla tevbe etmedikçe Cehennemde ebedi kalacakları görüşündedirler.
Fıkıh konusunda genel olarak, Ehl-i Sünnet mezheplerinden Hanefiliğe yakın bir yol izlerler. İsnaaşeriyye’den * farklı olarak mut’a nikahını meşru olarak kabul etmezler (Konu ile ilgili geniş bilgi için bk. Zeydîyye Mad).
Ca’fer es-Sadık’ın imamet devresinde önceleri oğlu İsmail’in kendisine halef olacağını kesin olarak belirtmişken daha sonra bazı sebeplerle onu halifelikten çekti.
İsmail babasının sağlığında vefat etti. 148 (765) yılında, Ca’fer es-Sadık’ın ölümü üzerine, İsmail’in taraftarları onun adına oğlu Muhammed b. İsmail’e bey’at ettiler.
Böylece Şîa bünyesinde İsmailiyye adı ile anılan yeni bir fırka ortaya çıkmış oldu.
Aşırı bir Şiî mezhebi olan İsmailiyye kuruluşundan itibaren bir buçuk asır süre ile gizli imamlar ve dâiler tarafından idâre edildi. Basra, Kûfe, İran, Yemen, Bahreyn ve Kuzey Afrika’ya gönderilen dâiler, mezhebi yaymak için büyük çaba gösterdiler.
Ali b. el-Fadl ve İbn Havşeb, Yemen’de Ebu Said el-Cennâbî ve oğlu Ebu Tahir el-Cennâbî Bahreyn’de, Ebu Abdulah eş-Şiî ise Kuzey Afrika’da devlet kurmaya muvaffak oldular.
III/IX. asrın sonuna doğru Suriye’nin Selemiyye şehrinden Kuzey Afrika’ya intikal ederek burada mehdiligini ilan eden İsmaili imamı Ubeydullah 297 (909) yılında Fatimîler Devletini kurmayı başardı.
Kısa zamanda Mısır’ı ele geçiren Fatımler, burada kurdukları müesseselerle yaklaşık üç asır süreyle mezheplerini yaymaya çalıştılar.
Fatımî halifelerinden el-Mustansır’ın 487 (1094) yılında ölümü ile birlikte İsmailiyye, Nizâriyye ve Müsta’liyye diye iki büyük kola ayrıldı.
Doğu ve Batı İsmailiyyesi diyebileceğimiz bu iki koldan birincisi İran’da Hasan Sabbah’ın şahsında büyük bir himayeci bulmuş, özellikle Kazvin yakınında başta Alamut kalesi olmak üzere diğer kalelerde yerleşen Nizarî fedaileri İslâm hükümdar ve devletleri için daima bir korku unsuru olmuşlardır.
İsmailiyye’nin bu kolu 1254 yılında Hülagu tarafından, Suriye Nizârleri ise 1273 yılında Sultan Baybars tarafından ortadan kaldırılmıştır. İsmailiyye’nin Musta’liyye kolu ise kısa bir müddet Mısır’da hâkimiyetini sürdürmüş, daha sonra birbirinden farklı kollara ayrılarak Yemen’e intikal etmiştir.
Buradan Hindistan’a geçen Müsta’liler, günümüzde Davudler ve Süleymanîler olmak üzere iki kısma bölünmüşlerdir. Müsta’lî İsmailleri Hindistan’da Bohra adıyla anılmaktadırlar.
Hülagu’dan sonra daha çok İran Azerbaycan’ında kalan Nizarî İsmailîler, tasavvufi bir görünüm altında varlıklarını sürdürmüşlerdir.
1718 yılında öldürülen 45. Nizarî imamı Halilullah Şah’tan sonra İran Kaçar sarayında Ağa Han ünvanı ile damat olan 46. İsmailî imamı Hasan Ali Şah’tan itibaren Nizârî imamları Ağa Han ünvanı ile anılmışlardır.
Ali Şah ve Sultan Muhammed Şah’dan sonra günümüzdeki Nizârî İsmailîyyenin 49. imamı olan Kerim Ağa Han bu görüşü sürdürmektedir.
Tarih boyunca Batıniyye, Sebiyye, Talimiyye, Melâhide vb. isimlerle anılan İsmâilîyye’nin Behvalar hariç günümüzde ilmî çalışmaları, bir tefsir ve fıkıh sistemleri mevcut değildir. Daha çok ticâretle uğraşan İsmailiyye mensuplarına göre dinin en önemli özelliği imâmettir. İbadetler konusunda diğer Şîa fırkalarından oldukça farklı özellik gösterirler (Geniş bilgi için bk. İsmilyye mad.).
Ca’fer es-Sadık’tan sonra taraftarlarının ekseriyeti oğlu Musa el-Kâzım’a tabi oldular. Harun er-Reşid zamanında isyan edebileceği endişesiyle Medine’den Bağdad’a celbedilen Musa el-Kâzım uzun süre hapis hayatı yaşamıştır.
Kendisinin 183 (799) yılında ölümü üzerine imam olan Ali er-Rıza, Abbasi halifelerinden el-Me’mun tarafından Irak’a getirilerek veliahd tayin edilmiş daha sonra 203 (818) yılında zehirlenmek suretiyle öldürülmüştür.
Bundan sonraki imamlar sırasıyla Muhammed et-Takî (ö. 220/835), Ali en-Nakî (ö. 254/868), Hasan el-Askerî (ö. 260/873) ve Muhammed el-Mehdi’dir. el-Mehdiyyü’l-Muntazar, Hüccet, Sahibuzzaman lakaplarıyla anılan Sâmarra’da bir mahzende kaybolduğuna, yeniden dünyaya gelip dünyayı ıslâh edeceğine inanılan bu imamla, imamların sayısı onikiye ulaştığı için Şîa’nın bu fırkası İsnaaşeriyye (onikiciler) diye anılır.
Ayrıca imameti dinin en önemli rüknü saymaları hasebiyle İmamiyye, İmam Ca’fer es-Sadık’ın fıkhını uygulamaları sebebiyle de Caferiyye diye bilinirler.
İmamiyye bir fırka olarak 260 (873) yılından sonra teessüs etmiştir. Bu bakımdan Zeydiyye ve İsmiliyye’den daha geç oluşmuş bir fırkadır.
12. imamın 260 (873) - 328 (940) yılına kadar süren gaybet devresinde Ebu Amr Osman b. Said, Ebu Cafer Muhammed, Hüseyin b. Ruh ve Ali b. Muhammed gibi sefirler aracılığıyla imamla irtibat kurulduğu için bu devreye küçük gaybet devresi denilir.
238 (940) yılında son sefirin ölümü ile birlikte imamla irtibat kesildiği için günümüze kadar olan devre büyük gaybet devresi olarak adlandırılmaktadır.
İmamiyye Şîası gaybet-i kübra yani büyük gaybetin başlamasından itibaren İran’ın resmi mezhebi olduğu 10 (16) asra kadar İslâm dünyasında güçlü bir varlık göstermemiştir.
Ancak Safevilerin kurulmasıyla İmamiyye 907 (1501) 1149 (1736-37) yılları arasında kendisini himaye eden bir devlete sahip olmuştur.
Şah İsmail devrinden itibaren İran’da camilerde ilk üç halifeye lânet edilmesi kararlaştırılmış, ezana ilaveler yapılmıştır.
Safevilerin Şiîlik üzerine kurulu siyaseti ile Sünnilik üzerine kurulu Osmanlı siyaseti arasındaki farklılık sebebiyle Osmanlılarla İran ordusu arasında 1514 yılında cereyan eden Çaldıran savaşında İran ordusunun mağlup olması sonucunda Osmanlı-İran münasebetleri normal mecrasında yürümemiştir.
12/18. yüzyıldan 14/20. yüzyıla kadar sağlanan bir devlet desteği olmadan kendi seyri içinde gelişme kaydeden İmamiyye şîasının temsilcileri olan ulema 1905-6 yıllarındaki anayasa faaliyetlerinde önemli rol oynamışlardır.
Kaçar hanedanının 1925 yılında yıkılışından sonra İran’da idareyi ele geçiren Pehleviler devrinde ulema kısmî nüfuz kaybına uğramıştır.
Uzun bir hazırlık döneminden sonra Şîa yetullah Humeynî’nin çabalarıyla 1979 yılından itibaren İran’da hakim kılınmış ve mezhebin prensipleri devletin yürütülmesinde esas olarak kabul edilmiş bulunmaktadır.
Tevhid, nübüvvet, imamet, adl ve mead esaslarını usuluddin olarak kabul eden bu fırka Zeydiyye’den sonraki mutedil bir şii firkası olarak kabul edilir.
Kitap, sünnet, icma ve aklı, şer’i deliller olarak kabul eden bu fırka, ibâdet ve muameleler konusunda mut’a nikahı hariç Ehl-i Sünnet fıkhı ile cüz’i ayrılıklar göstermektedir. Günümüzde İran, Irak ve Pakistan’da bulunan bu mezhebin mensupları Şîa’nın büyük ekseriyetini teşkil etmektedirler (bk. Ca’feriyye mad).
Bu üç fırkanın ötesinde kendilerini şiî sayan ve fakat mutedil Şîa’nın kendileri ile ilgileri bulunmadığını belirttikleri gulat, galiye yahut aşırı şiî fırkalar vardır.
İslâm mezhepler tarihi ile ilgili eserlerde belirtilen Sebeiyye, Beyâniyye, Muğiriyye, Harbiyye, Mansuriyye, Cenâhiyye, Nusayriyye, Hattabiyye ve Gurâbiyye gibi fırkalar Hz. Ali’yi ilâh yahut Allah’ın ona hulûl ettiğini iddia ettikleri için mutedil Şîa tarafından İslâm ve Şîa dışı aşırı cereyan olarak değerlendirilmektedir.
Şîa fırkaları arasında müşterek nokta İmamet esasıdır. Düşüncelerine göre Cenab-ı Hak Hz. Peygamber’i İslâm dinini yaymak için göndermiş, o da peygamberlik görevini yerine getirerek yirmi üç sene süreyle Allah’ın dinin neşretmiştir.
Hz. Peygamber’in inanç ve amel yönünden yirmi üç sene zarfında gerçekleştirdiği ıslah hareketinin O’nun ölümü ile ortadan kalkması Allah’ın hikmetine uygun düşmez.
Bu sebeple Hz. Peygamber’in faaliyetlerinin boşa gitmemesi ve devam etmesi için nübüvvetle eş değer olan bir imamet müessesesi gereklidir.
İslâm dünya durdukça devam edecek bir ilahî din olduğuna göre bütün zamanlar boyunca, Hz. Peygamber adına dinî konulara çözüm getirecek ve İslâm ümmetini yönetecek bir imama zaruri olarak ihtiyaç vardır.
Bu imamın Hz. Peygamber’in neslinden olması gereklidir. İmamların ilki Ali b. Ebi Talib’dir. O, sadece Hz. Peygamber’in yakını ve damadı olduğu için değil Allah’ın emrinin gereği olarak imam tayin edilmiştir.
Kendisinden sonra imâmet, -Keysaniyye hariç- Hz. Fâtıma’dan olan neslinden devam edecektir. Hz. Peygamber’e bu manada naib olan imamlar, onun ümmet üzerindeki velâyetini hâizdirler.
İmamların tayini hiç bir zaman ölümlü, ihtirasına ve menfaatine tutkun olan insanlar tarafından değil, Allah, Peygamber ve bir önceki imam tarafından gerçekleştirilir.
İmamlar Hz. Peygamberin ilminin hamilleri ve onun gibi masum kimselerdir. Aksi halde onların sözlerine itimad edilemez.
Şîa’nın imamet konusunda böyle düşüncesine rağmen aralarında en çok ihtilaf edilen konunun yine imâmet olduğu söylenebilir.
Hemen her imamın ölümünden sonra o imâmın oğulları arasında cereyan eden mücâdelelerde İmam olan kişinin güçlü ve itibarlı olması sebebiyle mi yoksa Allah’ın onu İmam tayin ettiğinden dolayı mı İmam olduğu konusu daima tartışılabilir.
Yukarıda İmamet konusu ile ilgili esaslar genellikle günümüzde en güçlü olan İmamiyye yahut İsnaaşeriyye tarafından benimsenen hususlardır.
İmamet konusunda en mutedil davranan Şiî mezhebi Zeydiyye’dir. Onlar yukarıda belirtildiği gibi, imamın Hz. Peygamber’in kızı Fatıma neslinden gelmesini kabul etmekle birlikte masumiyetini ve ismen tayinini benimsememektedirler.
İmamın vasfen tayin edilmesi gereği üzerinde duran bu fırkaya göre, Hz. Fatıma neslinden gelen cömert, âlim ve takva sahibi olması gereken imam, kendini izhar edip imamlığını ilan etmelidir. Takıyye veya mestur imam düşüncesi Zeydiyye’de mevcut değildir.
İsmail b. Ca’fer es-Sâdık’ı imam tanımakla İsmailiyye, nasların bâtınî manası bulunduğunu iddia ettikleri için Batıniyye ve bilginin akıl ve duyularla değil ancak masum imamın öğretmesiyle elde edileceğini iddia ettikleri için Ta’limiyye adını alan bu fırka imamet konusunda gerek ilk devrede gerekse Fâtımîler devrinde farklı özellikler göstermiştir.
İmamı bilme ve ona bağlanma dinin aslı olduğu, dünya ve ahiret saadetine ancak bu şekilde ulaşılacağı, genel olarak İsmailiyye’nin prensipleri arasında bulunmaktadır.
Bu fırka günümüzde imamet konusundaki müfrit düşüncelerini sürdürmektedir.
İmametin dışında takıyye, bedâ, rec’at gibi talî esaslar Şîa fırkalarının ekseriyeti tarafından benimsenmektedir.
Günümüzde İslâm dünyasının muhtelif yerlerinde Şîa mevcudu kesin bir istatistik bulunmamasına rağmen %7 - %9 arasında tahmin edilmektedir.
***
ŞİA MEZHEBİNİN İTİKADİ GÖRÜŞLERİ..
Aşagıdaki maddeler şia alimlerin yazdığı kitablardan alıntılar yapmak suretiyle Şiilerin batıl akidelerini de şifre etmek için yazılmış olan üç eserden derlenmiştir.
Bu maddeleri sıralarken sadece o maddenin hangi risalede geçtiğine işaret edilmiştir..
Maddelerde ismi verilen risale okunduğu zaman şii alimlerin kendi eserlerinden iktibaslar yapıldığını ve buna mukabil olaraktan Şiiler hakkında ortaya atılan iddiaların onların kendi kaynaklarından yapılan iktibaslarla isbatlandığı gerçeğine şahit olunacaktır.
Bu söz konusu üç eser sırasıyla ibn teymiyyenin minhacüs-sünne sinin muhtasarı olan ‘’el munteka’’…Abdullah bin Muhammed es-sadık adlı kişinin yazdığı ‘’şianın inaç esasları’’ adlı küçük risale ve muhibbuddin hatib adlı kişinin yazdığı ‘’’el hutut-ul arıza li’ş şiati-l-isney aşeriyye adlı eserdir.
Kaynaklarda da bilindiği üzere Şiilerde birçok fırkaya ayrılmıştır,kendi içlerinde görüş ayrılıkları vardır,bütün Şii fırkalarının bu sayılan maddelerin tümüne itikad ettiğini söylemek zor olsada bir çok maddede aynı düşündükleri gerçektir.
40 madde’de ŞİA AKİDESİni özetlemek mümkündür.
1. Şiiler kuranı kerimin tahrif olduğuna inanırlar..ve kuranı doğru olarak bilenlerin sadece 12 imam olduğunu iddia ederler (şianın inanç esasları)
2. Şiiler imamlarının masum olduğuna inanırlar. (el munteka)
3. Şiiler ruyeti inkar ederler.(el hutut-ul arıza li’ş şiati-l-isney aşeriyye)
4. kendileri senedi ve isbatı olmayan onbinlerce şii kaynaklı hadisle amel etmekle iken...sünni kaynaklarda geçen ve senedleri olan hadislerin dörtte üçünden fazlasını reddederler. (el hutut-ul arıza li’ş şiati-l-isney aşeriyye)
5. Şiiler kerbelayı beytullahtan daha faziletli sayarlar.. (şianın inanç esasları)
6. Şiiler hz aliden önceki halifelerin zalim yada kafir olduğunu iddia ederler.. (el hutut-ul arıza li’ş şiati-l-isney aşeriyye)
7. Şiiler hz ebu Bekir ve hz ömere lanet okurlar. (şianın inanç esasları)
8. peygamberlerin getirdiği şeriatın sadece avama hitab eden bir ilim olduğunu gerçek ilmi(ilm-i hakikat) ise 12 imamdan başka hiç kimsenin bilmediğini iddia ederler.. (el hutut-ul arıza li’ş şiati-l-isney aşeriyye)
9. hz ali (ra) nin ve onun zürriyetinden gelenlerin fikirlerine muhalefet eden herkesin ya zalim ya kafir,yada fasık olduğuna inanırlar.. (el hutut-ul arıza li’ş şiati-l-isney aşeriyye)
10. takiyye adı altında münafıklığı akide edinirler.. (şianın inanç esasları)
11. 12 imamın yaptığı her ameli Allahın emrettiği bir dini kural olarak telakki ederler. (el hutut-ul arıza li’ş şiati-l-isney aşeriyye)
12. Allahın sıfatlarını inkar ederek cehmiyyenin yolunu takip ederler.. (şianın inanç esasları)
13. Şiiler imamiye mezhebine uyulması vacib olan tek mezheb olduğuna inanırlar.(el-munteka)
14. Şiiler hz ali hakkında aşırı giderler,bazıları onun vasi,bazıları peygamber,bazılarıda ilah olduğunu iddia ederler:.( el hutut-ul arıza li’ş şiati-l-isney aşeriyye)
15. Şiiler hz ebubekir ve hz ömer hakkında cibt ve tağut yakıştırmasını yaparlar.. (şianın inanç esasları)
16. Şiiler bazı ölülerin yeniden dirilip ahir zamanda dünyaya döneceğine(ricat) inanırlar..bu inanışa göre 12. imam ahir zamanda gelecek hz ebubekr ve hz omer’i çarmıha gerecektir.. (el hutut-ul arıza li’ş şiati-l-isney aşeriyye)
17. yine aynı inanışa göre 12.imamın ahirzamanda gelip müminlerin annesi hz aişeyi diriltip ona had cezası uygulayacağına inanırlar.. (şianın inanç esasları)
18. hz ömerin öldürüldüğü günü en büyük bayram,şeref,müjde,büyük temizlik,bereket ve teselli günü olarak kabul ederler. (el hutut-ul arıza li’ş şiati-l-isney aşeriyye)
19. Şiiler kendi çocukları haricinde doğan bütün çocukları fahişe çocuğu sayarlar.. (şianın inanç esasları)
20. Şiiler bir kimseyle ancak nıfak üzere muamele ederler..( minhacüs-sünne)
21. Şiiler 12 imamın gaybı bildiğini iddia ederler..( (el hutut-ul arıza li’ş şiati-l-isney aşeriyye)
22. Şiiler hz aişe ve hz ömerin kızı hz hafsaya lanet okurlar.. (şianın inanç esasları)
23. Şiiler Allahtan başkasına kurban keserler ve adak adarlar. (el hutut-ul arıza li’ş şiati-l-isney aşeriyye)
24. Şiiler şer’i yaratanın Allah olmadığını iddia ederler.. (el munteka)
25. 12 imamın hatadan masum olduğuna inanırlar. (el hutut-ul arıza li’ş şiati-l-isney aşeriyye)
26. 12 imam vasıta edilmeksizin Allahın rızasının kazanılamayacağını iddia ederler.. (el hutut-ul arıza li’ş şiati-l-isney aşeriyye)
27. Allaha kulluk etmenin imamlara itaatle mümkün olacağını ve imamlardan başkasına itaat etmenin Allaha şirk koşmak olduğunu iddia ederler.. (şianın inanç esasları)
28. hz ömeri şehid eden Mecusi ebu lülüe’yi bir din kahramanı olarak kabul ederler. (el hutut-ul arıza li’ş şiati-l-isney aşeriyye)
29. şiiler hz alinin bütün sahabelerden üstün olduğunu ve hilafetin ilk olarak onun hakkı olduğunu iddia ederler.. (el munteka)
30. Şiiler resulullahın ölümünden sonra az sayıdaki bir topluluk dışında bütün sahabelerin mürted olduğuna inanırlar.(şianın inanç esasları)
31. Şiiler Allahtan başkalarına,kullara dua ederler,onlardan isterler.. (el hutut-ul arıza li’ş şiati-l-isney aşeriyye)
32. ‘’12 imamlar olmuş ve olacak her şeyin ilmini bilirler.hiçbir şey onlara gizli değildir’’..diye itikad ederler. (el hutut-ul arıza li’ş şiati-l-isney aşeriyye)
33. Şiiler ehli sünnetin kanlarını ve mallarını mübah sayar.. (şianın inanç esasları)
34. Şiiler hz hüseyinin kerbelada ki kabrini ziyaret etmeyi beytullahı hac etmekten daha faziletli sayarlar.. (şianın inanç esasları)
35. Şiiler enes,Cabir,ve ebu hureyre (ra) gibi meşhur sahabelere hakaret eder ve onlarıda tekfir ederler. (şianın inanç esasları)
36. 12 imam ne zaman öleceğini bilir.ve kendileride ölmeyi istemedikçe ölmezler. (el hutut-ul arıza li’ş şiati-l-isney aşeriyye)
37. tarih boyunca bir çok kez Müslümanlarla kafirlerin savaşlarında Yahudileri,haçlı hırıstiyanlarını,tatarları,desteklemişler ve Müslümanlara karşı onlara dostluk göstermişlerdir.. (şianın inanç esasları)
38. Şiiler zındıklıkla ,ilhadla ,kasıtlı ve bolca yalan söylemekle tanınırlar.. (şianın inanç esasları)
39. ‘’’imamların dereceleri peygamberlerin derecesinden yüksektir.’’’diye inanırlar. (el hutut-ul arıza li’ş şiati-l-isney aşeriyye)
40. muta nikahını mübah kabul ederler ve hatta muta çocuğunun daimi nikah çocuğundan daha faziletli olduğuna inanırlar.. (şianın inanç esasları)
***
Şiiler Aşure gününü gerçekleştirdiği dindışı kanlı gösterilerle düşmanlık üretmekle kalmıyor; aynı zamanda dinimiz İslamiyeti gayrimüslimlere yanlış tanıtıyor ve dinimize en büyük zararı veriyorlar.
Şiiler “Aşure” yerine “Aşura” kavramını kullanırlar. Kerbela’da yaşananlar acıları Aşura Törenleri adı altında her yıl tazelenen yas törenlerine dönüştürmeyi başaran Şia, dinimizin çizdiği sınırları çoktan aşmıştır.
Şiiler tarafından gerçekleştirilen Aşura Yas Törenleri, matemin boyutlarını anormali ölçüsünde aşan, kendileri dışındaki Müslümanlara karşı bin yıllık kin, nefret ve düşmanlığın tazelenmesini sağlayan ve Pers/Şii kimliklerini bu düşmanlık ekseninde koruma amaçlı propaganda faaliyetleri haline gelmiştir.
Şiilerin Kerbela’da Hz. Hüseyin’in şehit edilmesini Hz. Peygamberin vefatından daha çok önemsemeleri, yeni bir dinin teşekkülünün neticesidir.Diğer yandan, İslam tarihi açısından Aşure gününde sevinilmesi gereken onca mühim olay varken, Şiilerin bu günü, sadece diğer Müslümanlara kine ve nefret duymaya vesile olacak yas etkinliklerine dönüştürmesi düşündürücüdür.
Kanlı aşura törenlerinin, resimde görüldüğü gibi, Hz. İsa’nın işkence gördükten sonra çarmıha gerildiğine inanan Hıristiyanların yas törenlerine benzemesi, Şia’nın farklı dinlerden etkilenerek oluşturulmuş karma bir inanç olduğunu göstermektedir.
Aşure Günü’nde normal Müslümanlar aşure yapıp bunu dağıtarak hayır işlerken, Şiilerin bu günde kan dökmeleri; İslamiyet ve Şia arasında topluma, insana, dine bakış arasındaki temel farklılaşmayı gösterir.
Her zamanki gibi Şia kin nefret ve intikam penceresinden bakarken, İslamiyet sevgi ve yardımlaşma penceresinden bakarak Aşure gününü kutluyor.
Alıntı...
***
SONUÇ OLARAK..
Bugün İranda çok yaygın olarak bulunan şia mezhebinin Ehl-i sünnet dışında kalan bir itikadi mezhep olduğu bir gerçektir.
Bugün İranda neşet eden bu zararlı akım maalesef yüzyıllardan beri Anadolu coğrafyasında komşu olmamız hasebiyle olumsuz manada müslüman kardeşlerimizi etkilemiş ve günümüzde bu etkisi daha da bir artmıştır.
Ne var bunda onlarda müslüman şia mezhebinin Anadoluda zaten karşılığı olan alevi kardeşlerimiz yüzyıllardır vardır diyenlere cevabım Anadolu aleviliği ile şia Caferiye mezhebinin öğretileri birbirine benzemekle beraber tamamen ayrıdır.
İtikadi yönden çok sıkıntılı görüşleri olan şia Caferi Mezhebine bağlı olan müslümanlar bundan 0 yıl kadar önce sadece Kars Iğdır gibi İrana yakın illerimizde yoğun oldukları bilinirken bugün Türkiyenin her tarafında sayıları oldukça artmaya başlamıştır.
Kırıkkalede 1980 öncesinde bir kişi tanırdım caferi olarak bugün 10 muharremde salonu tamamen dolduran Ehl-i beyt olduğunu söyleyen vakfın mensuplarını gördüğümde İranın bu yayılmacı mezhep politikalarının ne kadar başarılı olduğunu görüp üzülmekteyim.
Ne var bunda diyenlere Hak mezhep olsa Ehli sünnet mezhebine uygun olsalar tamam diyeceğim.Hayır şia ehli sünnet dışı hak olmayan itikadi yönden sıkıntıları çok olan bir mezheptir yoldur derim.
Gulafı şianın üç grup olduğunu Hz.Ali kv.Efendimize ilahlık,Peygamberlik ve hılafette haksızlık gibi görüşler içerdiğini bu üç görüşünde Allah korusun müslümanın imanını ahiret saadetini kökten yıkacağını kolayca söyleyebilirim.
Alevi kardeşlerimiz bizim bir zenginliğimiz onları kendi aramızda ikna yoluyla ehli sünnet akidesine çevirmek ilerde mümkün olabilecekken bir de bu İran Caferi mezhebinin zararlı akımına maruz kalmak insanımıza yapılabilecek en büyük kötülük olacaktır.
Allah bu necip milletin evlatlarını korusun.
Bize düşen tehlikeyi haber verip uyarmaktır.
Gençlerimizin yoluna kurulan tuzakları bozmak onlara gerçek İslamı ve Ehl-i sünnet akidesini aşılamaktır.
Bunun yolu da ehl-i sünnet akidesini öğreten İsami müesseseleri vucuda getirmektir.
Gayret bizden tevfiyk Allahtandır.
Allah cc. yar ve yardımcımız olsun.
06.12.2015//KIRIKKALE
HİDAYET DOĞAN OSMANOĞLU
EHL-İ SÜNNET DIŞI ŞİANIN İTİKADİ BOZUKLUKLARI.. Yazısına Yorum Yap
"EHL-İ SÜNNET DIŞI ŞİANIN İTİKADİ BOZUKLUKLARI.." başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
6 Aralık 2015 Pazar 18:00:39
Bir türlü paylaşılamayan Tanrı ! Benim Tarım hepinizin Tanrı'sından daha iyi. İspatıda vicdanım. Yazılan-çizilene değil;uygulamalara bakmak lazım.
Kim kimden daha üstün, kim daha doğru, kim daha güçlü ya da kim haklı Tanrı bilir ! Çıkarlar doğrultusunda saf değiştiren insanlar. Aynı saflarda din devşire dursun.
Sonuç: Benim Tanrım ,hepinizin Tanrı'sından daha iyi !
Saygılar