Şiir nedir?
Şiir nedir?
Edebi türlerden biridir. Hazım ve nesir şeklinde olabilirse de, şiirde daha çok nazım şekli tercih edilir. O kadar ki, eski devirlerde edebiyat sözüyle doğrudan doğruya şiir anlaşılırdı, diyebiliriz. Eski çağların büyük edebiyatçıları çoğunlukla şairdi, İlk roman, hikaye ve tiyatro eserleri de bu bakımdan manzum yazılırdı. Zamanla şiir tamamen kendisine has bir özellik kazandı. Çağların edebi akımlarına uyularak şiirde de çeşitli akımlar kendisini gösterdi. Romantizm, sembolizm, realizm gibi. Günümüzün şairleri şiirin en büyük özelliği olan vezin ve kafiye kaidelerine de artık riayet etmemekte, şiir diline ve yapısına büyük yenilikler getirmektedir.
Şiir, en eski edebiyat türlerinden birisidir. Her toplumda ilk önce şiir meydana çıkmış, günlük hayatta kullanılan düzyazı, ancak yazının bulunmasından sonra sanat alanına giriş yapmıştır. Yani, düzyazıdan oluşan edebiyat türleri, şiire göre oldukça yenidir ve edebiyat şiirle başlamıştır. Şiirin herkesçe kabul edilen belli bir tanımı yoktur. Şiir kavramının tek bir tanıma dayanmadığı, zaman zaman birbiriyle çelişen tanımlar yapılabildiği görülmüştür. Farklı sanat anlayışlarına bağlı olarak şiirin pek çok tanımları yapılmış ve hatta onun tanımlanamayacağı bile ileri sürülmüştür.
Bazıları şiir için,nesir olmayan şey demişlerdir; fakat bu anlatım, şiirin özelliklerinin hepsini aktarmaktan uzaktır. Şiir, zengin hayal dünyasıyla, ritimli sözlerle ve seslerin uyumlu kullanılmasıyla meydana gelen edebiyat türü olarak açıklanabilir; ama günümüzde şiirin tanımlanan özelliklerine meydan okuyarak şiir kaleme alan şairler de mevcuttur. Şiirde günlük dilin sözcüklerine değişik ve özel anlamlar verilir. Duygular, düşünceler ve gözlemler bazı hayallerden, sembollerden, söz sanatlarından yararlanılarak anlatılır. Bazı şiirler kafiye ve ölçü gibi kurallara dayanarak yazılır, bazıları ise biçim bakımından serbest yazılır.
Nazımla şiiri birbirine karıştırmamak gerekir. Çünkü nazım bir anlatım şekli, şiir ise bir anlatım türüdür. Yahya Kemal Beyatlı, şiir için şunu demiştir: “Şiir, nesirden bambaşka bir kimliktedir. Musikiden başka türlü bir musikidir.” Cahit Sıtkı Tarancı da: “Şiir, kelimelerle güzel biçimler kurmak sanatıdır.” demiştir. Melih Cevdet Anday ise, şiiri tanımlamaya çalışmanın boşuna bir çaba olduğunu düşünür. Çünkü “Tanım akıl işidir.
Şiir ise akıl dışıdır.” Şiirin ayırıcı özelliklerine değinecek olursak bunları şöyle sıralayabiliriz: Düzyazıdan farklı olması, seslerin uyuşması ve kulağa hoş gelecek biçimde akışına dayanması, şarkıya benzemesi ve hayallerle örülmesidir. Şiirin nesirden kurtulması; senbollere ve müziğe yakın anlatım yollarına dayanması ve duyguların yoğunluğuyla yani lirizmle gerçekleşebilir. Bu yüzden şiirin özü olarak lirizmi ve söz uyumunu gösterebiliriz. Kısaca, şiir için, dili kullanarak insan üzerinde en yoğun, en etkili ve en güçlü izlenimler yaratan sanattır diyebiliriz.
Türk edebiyatında şiir
Şiir sanatı açısından Türkler de çok eski bir geçmişe sahiptir. İslamiyetin kabulünden önceki dönemlerde özellikle dini törenlerde şiirler söylenmiştir. Örneğin, Dede Korkut Hikayelerindeki bazı cümlelerde ses benzerliklerine rastlanır. İslamiyetin kabulünden sonraki dönemdeki Türk şiiri, başlıca iki kol halinde gelişme göstermiştir: Divan şiiri, Halk şiiri. Her iki kol da, kendi sanat anlayışı ve estetik değerleri doğrultusunda, çok güzel ve ölümsüz eserler vermiştir.
Divan şiiri ve halk şiirinin temel özelliklerini inceleyecek olursak, divan şiirinin yüksek zümreye hitap ettiği, halk şiirinin ise halka seslendiği görülmektedir. Bu iki şiir türünün nazım şekilleri, dilleri, ölçüleri farklıdır. Ancak ikisi de uyağa önem verir. Şiirde en çok kullanılan ses unsuru, dize sonlarındaki uyaktır. Gerek divan şiirinde, gerekse halk şiirinde uyak önemli bir yer tutmaktadır.
Ayrıca divan şiirinde aruz ölçüsü, halk şiirinde ise hece ölçüsü kullanılmış ve böylece ritm, ses uygunluğu ve ahenk oluşturulmuştur. Serbest ölçülü şiirde ölçü ve uyak şeması bulunmamaktadır.
Türk halk edebiyatında kullanılan hece ölçüsünde hecelerin sayısı önemlidir. Türklerin kullandıkları ikinci ölçü, İran edebiyatından alınıp kendi zevklerine uyarladıkları aruz ölçüsüdür. Arap ve Fars dillerinin yapısına uygun olan bu ölçü türünde yalnızca hecelerin sayısı değil, uzunluk ve kısalığı da göz önünde bulundurulur. Bu ölçü Türkçenin yapısına uygun olmayan bir ölçüdür. Tanzimatın ilanından sonra Batı kültürü ve edebiyatı ile ilişkilerimiz artış göstermiştir. Divan şiiri, yerini yavaş yavaş yeni Türk şiirine bırakmaya başlamıştır. Tanzimattan sonraki Türk şiiri, öz ve biçim açısından divan şiiri geleneğinden ayrılır. İnsan, toplum ve gerçek hayatla ilgili çeşitli konular ele alınır. Bu sırada Batı edebiyatından Türk edebiyatına yeni nazım şekilleri de girer.
Şiir, yapı, bütünlük ve kompozisyon bakımından önemli değişiklikler ve gelişmeler gösterir. Milli Edebiyat devrinde yerli ve ulusal kaynaklara yönelme, sade bir dille yazma, hece ölçüsüne yönelme gibi özellikler ön plana çıkar. Cumhuriyet dönemi Türk şiiri, gerek nitelik, gerekse şair ve eser sayısı açısından büyük bir gelişme gösterir. Orhan Veli’nin önderlik yaptığı, Oktay Rıfat’la, Melih Cevdet Anday’ın da bulunduğu Garip topluluğu; İlhan Berk, Turgut Uyar, Cemal Süreyya ve Ece Ayhan gibi sanatçıların bulunduğu İkinci Yeni topluluğu ortaya çıkar.
Bu şiir hareketinden sonra, bu topluluğun şairleri bile birbirinden çok farklı tarzda şiirler kaleme alırlar 1980’li yıllarda, dilin kendisini şiirsel bir özne olarak kabul eden, imkanlarıyla oynayarak şiirsel tatlar yaratan, kentlerde yaşayan farklı kesimlerin yaşamını işleyen ve argodan da yararlanarak yeni üsluplar oluşturan şairler ortaya çıkar. Modern şairler, kendilerini ölçü, uyak ve biçim açısından tamamen serbest hissetmektedirler. Modern şiirde klasik ölçülerin yerini, her şairin kendine özgü ritm ölçüsü almıştır. Aynı serbestlik ve çeşitlilik, şiirin özü olan konular için de geçerlidir.
Lirik şiir
İçten gelen duyguları coşkulu bir dille anlatan şiir türüdür. Her ulusun ilk şairleri, şiirlerini genelde saz eşliğinde söylerlerdi. “Lir” telli bir çeşit saz olduğundan, içten gelen duyguları dile getiren şiirlere de lirik denmiştir. Yine “lir” kökünden türemiş olan ve çok yaygın olarak kullanılan lirizm kelimesi de vardır. Lirizm “lirik olma durumu” anlamına gelmektedir. Bugün ise lirizm, “ bireysel hislerin coşkulu ve etkili anlatımı” anlamında kullanılmaktadır.
Şiirin en geniş ve çeşitli şekli, bireysel duyguları daha yoğun anlatan lirik şiirdir. Lirik şiir, insanların bütün duygularını dile getirir. Toplumsal mutluluk ya da felaketlerden duyulan sevinç ya da acı gibi ortak duygular, aşk, ayrılık, özlem, ölüm acısı gibi ferdi duygular lirik şiirin konularındandır. Bu tür, dünya edebiyatında da en çok işlenen ve sevilen türdür.
Lirik şiir, Türk edebiyatında da çok sık kullanılmaktadır. Divan edebiyatında Fuzuli, Nedim; Halk tasavvuf edebiyatında Yunus Emre, din dışı Halk edebiyatında Karacaoğlan, yeni edebiyatta Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Cahit Sıtkı gibi şairler, bu alanda çok kıymetli eserler meydana getirmişlerdir. Divan edebiyatında özellikle gazeller, şarkılar; halk edebiyatında koşmalar, semailer lirik şiire örnek gösterilebilir. Cumhuriyet döneminde ise lirik şiirler türlü nazım biçimleriyle yazılmıştır.
Epik şiir
Epik kelimesi Yunanca kelime, konuşma, hikaye, şarkı, kahramanlık şiiri manasına gelen epos kelimesinden türemiştir. Batı edebiyatında başlıca örnek olarak İlyada ve Odise kabul edilir. Vergilius’in Aeneid adlı eseri Homeros’in tam bir taklididir. Batı ortaçağında Vergilius tesiri Homeros geleneğini canlı tutmuştur. Fakat ortaçağ yazarları klasik modellerin dışında epik eserler de vücuda getirmişlerdir. Beowulf, Roland’ın şarkısı. Daha sonra yazılan bu nevi eserlerde (mesela Cameons’un Luziat, Tasso’nun Kurtarılmış Kudüs, Milton’un Kaybolmuş cennet) bu gelenek devam ettirilmiştir.
Epiğin çeşitli tarifleri yapılmıştır. Bunların hepsinde ortak olan noktalar şunlardır: Epik yahut destanmanzum olarak yazılan uzun bir hikayeye dayanır. Epik şiirin başka bir özelliği günlük hayatı aşmasıdır. Alelade teferruat, hayatın parçasını teşkil ettiği derecede önem ve değer kazanır. Bununla beraber asli kahraman düz bir ovada tek bir dağ gibi yükselmez. Kendi çapında arkadaşları, düşmanları vardır. Destan için tabii yahut uygun olan çevre genellikle büyük hadiselerin cereyan ettiği bir yer veya devir olarak düşünülür: O çağlarda, o günlerde devler varmış. Yakın çağ bir epik için nadiren elverişli bir konu olur.
Camoens’in muasırı Tasso kendi epiğini Haçlılar devrine yerleştirir. Roland destanının yazarı ise Şarlman devrini esas alır. Epik şairler hemen daima efsaneyi tarihin bir dalı olarak kabul etmişlerdir. Genellikle zaman ve mekanda uzaklık epik şiirin bariz bir alameti olur. Bu uzaklık epik eserin malzemesinin serbest bir şekilde işlenmesini mümkün kılar. Roland şarkısında basit bir mübareze, eserin mana dolu merkezi haline gelir. Epikle ilgili nazariyede tabiatüstü varlıkların müdahelesine büyük yer verilir. Bunun sebebi Homeros ve Vergilius’in eserlerinde ilahların büyük yer işgal etmesidir.
Tabiatüstü varlıklar adeta destanın vazgeçilemez öğeleri telakki edildiği için Camoens bile XV. yüzyıla ait olan epik eserinde klasik ilahlara büyük yer verir. Epik azametin zirvesine yükseldiği Kaybolmuş cennet’te Âdem ile Havva hariç bütün karakterler tabiatüstü varlıklardır. Malzemeyi işleyişte şairin hürriyeti sınırlıdır, zira dinleyicisi hikayeyi bilmektedir ve esasa ait değişikliklere karşı koyacaktır. Epik, geleneklik hikayeciliğin gelişmiş şeklidir; gelişmesi boyunca, kahramanlar ve işleri, insanlar arasındaki şöhretlerini yüceltme gayesiyle seçilmiştir. İcat, gerilimin kaydırılması, süsleme, teferruattaki değişmelerle sınırlandırılmıştır.
Şairin gücü, yeni bir hikaye meydana getirmeğe değil, meşhur bir hikayeden bir epik çıkarmağa hasredilmiştir. Epik şekil ayrıca son derece geleneklikdir; basmakalıp özellikleri bol bol kullanır. Epik adı bazan yukarda anlatılan şiirlere de verilmiştir. Dante’nin. ilahi komedi’sine epik denmiştir. Bu şiirin kahramanı yoktur. Asli karakteri birinci şahıs olarak konuşan şairin kendisidir. Ayrıca hikayeyi teşkil eden şairin seyahati, öldükten sonra gideceğimiz dünyanın anlatılmasıdır. Seyahatin epik münasebetleri vardır. Kahramanın cehenneme inişine dair olan epik oyuna dayanır ki Dante bunu kendine aktarmış ve Araf ile cennete nakletmiştir. Böylece epik geleneğin bir episodik özelliği bütün bir şiir olmuştur.
İlahi komedi’nin ölçüsü, üslubu ve ağırlığı, yazarların onu epik diye adlandırmalarına sebep olmuştur. Bazı uzun didaktik şiirler de (Hesiod’un Works and days); hatta kahramanlık ölçülerindeki mensur eserler de epiğe uygunlukları dolayısıyla epik diye adlandırılmışlardır. Sözlü destan ile yazılı destanlar arasındaki fark belirtilmemiştir. Birinciler anonimdir ve anlaşıldığına göre sadece eğlendirme maksadı güderler, medeniyetin ilk safhalarını aksettirirler (İliad, Aeneid). Yapı olarak, epik, yeknesak mısralarla verilir. Deyimler, değişmeyen sıfatlar dolambaçlı söz ve tabirler tekrarlanan formüller bakımından zengindir; konuşmaya geniş yer verilir.
Aksiyon kısa bir süreyi içine alır, diğer yıllar hikaye edilir (Odysseia’nın Phaeacian sarayında anlattığı gibi) veya aksiyon, birkaç mısrada tamamlanan fasılalarla birkaç sahnede yoğunlaştırılır. İlyada 49 günü içine alır, 21 i birinci kitaptadır. Beowulf’un birinci bölümü beş gündür; ikinci bölümün büyük kısmı bir günde geçer. İlyada’dateşbihler çoğunlukla mütevazi hayattan alınmışsa da asli temler prenslerin ve arkadaşlarının savaş sahalarındaki ve saraylardaki (ki buralarda ziyafet, çalgı ve içki çoktur) maceraları, kahramanlıkları ve ıstıraplarıdır. Harp, genellikle epik hayat tarzının merkezidir.
Avrupa dışı epikler de aynı özellikleri gösterir. M.Ö. III. yüzyıl sonlarına doğru Akad epiği Gılgamış ortaya çıkmıştır ki 3000 mısraı bize intikal etmiştir. Az sonra Enuma Elish (ilk kelimelerine göre adlandırılmıştır) çıkar, onun da he¬men hemen bin mısraı mevcuttur. Daha önceki Sümer epik hikayeleri de kahraman Gılgamış’ın yeraltı dünyasına seyahatini, tanrılar ve kahramanlarla savaşlarına dair hikayeleri anlatır. Daha sonraları M.Ö. 500 de iki büyük Hint epiği gelir. Efsanevi Vyasa’ya atfedilen Hindistan’ın milli epiği Mahabarata çeşitli şairler tarafından yapılan ilavelerle Odysseia’nin ve İliad’ın 8 misline yükselmiştir.
Tanrılara (bilhassa Krishne) dair hikayelerinde ve Barata kral ailesi hikayelerinden, klasik Hint dramı konuları çıkar, hikayeler hala Hint köylerinde söylenir ve birçoğu filme alınmaktadır. Şair Valmiki’nin Ramayana’sı da aynı derecede meşhurdur. Eserde sürgündeki kral Rama doğu şeytanlarını yener. Bu hikayelerin altında, bazı alimler güneye doğru Aryan istilasının ve tarımlaşmanın başlangıcına dair Hint mitinin izini bulurlar. Puranas, daha küçük Sanskrit epikleridir ki, Vishnu’nun on defa canlanışını kainatın yaratılışı; Tanrıların soyunu ve kral ailelerinin tarihlerini anlatır.
Mit, efsane ve tarihin karışması ve ufak olayları kahramanlık ölçülerine yükseltmeleriyle, Doğu epiği de şahsi romans ve kahramanları, Tanrıların savaşı, mitlerin ve dinin yaratılışı veya daha öğretici maksatlarla - Batı dünyasındakilere benzer. Türk edebiyatında Oğuz Kağan destanı’ndan başlayarak, Türk kahramanlarının veya göç maceralarının hikayelerini anlatan destanlar vardır. İslami devreye girdikten sonra epik şiirin en mükemmel örneği Mevlid’dir. Geniş manada epik şiir tarifine dayanarak hikayeye dayalı mesnevilerin birçoğunu epik şiir olarak nitelemek mümkündür. 1947 de modern devrin şiiri epik olmalıdır görüşünün savunucusu olan Ahmet Kutsi Tecer’in bu görüşüne Ahmet Hamdi Tanpınar katılmaz. Zira ona göre bugünün destanı romandır.
Dramatik şiir
Dramatik Şiir, acıklı ya da korkunç bir konuyu anlatan şiir; insanın gözünün önünde tiyatro gibi konuyu canlandırabilen şiir; opera için yazılan man¬zum dramlardaki şiir. Batı edebiyatında Corneille, Racine, Shakespeare; bizim edebiyatta Namık Kemal, Abdülhak Hamit Tarhan, Faruk Nafiz Çamlıbel dramatik şiirin en güzel örneklerini verirler.
Didaktik şiir
Didaktik (fr. didaktique, os. talimi), öğretici demektir. Amacı bilgi vermek olan edebiyat ürünleri bu sözcükle nitelenir. «Talimi Edebiyat», «Öğretici Edebiyat» da aynı anlamdadır. Başlangıçta bu bölümleme yalnız şiir için söz konusuydu. Edebiyat türü olarak yalnız şiir vardı. Dualar, dinsel amaçlı metinler kolay akılda tutulabilmesi için şiir biçiminde yazılıyordu. Türklerin gelişimi sonucu didaktik terimi tiyatro, öykü, roman için de kullanılmıştır. Dinsel şiirlerin yanısıra Aisopos’un hayvan öykülerini (fabl) de didaktik yapıtların ilk ürünleri arasında sayabiliriz.
Türk edebiyatında didaktik yapıtların ilk örnekleri olarak Turfan kazılarında bulunan Uygur metinlerini gösterebiliriz. Eski şaman duaları da bu türe sokulabilir. Nitekim elimizdeki Uygur metinlerinin çoğu da dinsel nitelik taşımaktadır. Reşit Rahmeti Arat, Eski Türk Şiiri adlı yapıtında ele geçen metinleri «Mani, Burkan ve islam» çevrelerinde yazılanlar olarak üç bölümde toplamaktadır. Şiirlerin amacı yeni kabullenilen dinlerin ilkelerini öğretmektir. Bir bölüğü ise doğrudan doğruya duadır. Daha sonra Yusuf Has Hacip Kutadgu Bilig, Edip Ahmet Atebetü’l-Hakayık’la türün en iyi örneklerini verirler. Orta Asya döneminde Ahmet Yasevi Hikmet’leri de didaktik yapıtlar arasına girer.
Türk edebiyatının Anadolu’daki gelişimi başlangıçta didaktik bir nitelik taşır. Özellikle Anadolu’ya gelen derviş’ler Tasavvufla beslenen ve kimi tarikatların ilkelerini yaymayı amaçlayan bir şiirin gelişmesine yol açarlar. XIII. yüzyıl Anadolusunda yazılmış yapıtların hemen hepsi öğretici niteliktedir. Bunlar arasında en ünlü örnek olarak Mevlana’nın yapıtları gösterilebilir. Ama Farsça oluşları öğreticilikte güdülen amacın gerçekleşmesini önler. Sonradan yapıtlarının birçok çevirisinin yapılması, şerh edilmesi de bu niteliğinden ötürüdür. Eskilerin deyimiyle talimi bir nitelik taşıyan Mesnevi’si başlıbaşına ders olarak, günümüzde lisans öğretimi dediğimiz biçimde okutulmuştur.
Bu dönemde Türkçe yazılmış yapıtların başlıcaları olarak da Ahmet Fakih’in Çarhname’si , Aşık Paşa’nın Garipname’si, Yunus Emre’nin kimi şiirleri, Gülsehri’nin Mantıku’t-Tayr’ı sayılabilir. Osmanlı dönemi Türk edebiyatında dinsel ve tasavvufi amaçlarla yazılmış yapıtların didaktik bir nitelik taşıdıklarını söylemek yanlış olmaz. Ahmediyye, Muhammediyye gibi yapıtlar, Kabusname benzeri ahlak kitapları, Nabi’nin Hayriyye’si öğretici bir amaca dayanırlar. Tanzimat’tan sonra ise öğreticiliğin alanı büsbütün genişler. Edebiyatın toplumu, insanları eğitmek için bir araç olduğu düşüncesi yazarları, sanatçıları bu yolda ürün vermeye iter. İlk çeviri roman olan Telemak bile öğretici niteliğinden dolayı Türk okuruna sunulur. Edebiyat-ı Cedide ise bu anlayışa tepki olarak doğar.
Pastoral şiir
Pastoral (fr. Pastorale); kır, çoban hayatını, çıplak tabiat güzelliklerini tanıtıp sevdirmek gayesini taşıyan edebi eserlere denir. Şiir roman, hikaye, tiyatro, mektup, makale, seyahat; fıkra; hayrat; sohbetgibi edebi türlerin hepsi pastoral bir görüşle yazılabilir. Batıda, pastoral şiirlerden doğrudan doğruya tabiat manzaralarını canlandıran idil; karşılıklı konuşma tarzında yazılan pastoral manzumelere eglog denilir. Yunan edebiyatından Theokritos (M.Ö. III. yüzyıl),Latin edebiyatından Vergilius (MÖ. 70 - 19) en büyük pastoral şiir örneklerini veren şairlerdir.
Sözlükte "şiir" ne demek?
1. Zengin imgelerle, ritimli sözlerle, seslerin uyumlu kullanımıyla ortaya çıkan yazınsal anlatım biçimi; düş gücüne, imgeye, yüreğe seslenen, anı, duygu, coşku uyandıran,etkileyen yön.
2. Bir ozanın, bir dönemin bu sanatı kullandığı özel biçim.
3. Koşuk.
Kaynak: siir.nedir.com/#ixzz3tMMz8UY8