- 904 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
DELİ SERPA'NIN MACERALARI 6 DELİ SERPA UZAYDA
Serpa evde dedesiyle mandalina soyup yerken radyoda eski bir şarkı çalıyordu. Birden dedesi radyonun sesini kısıp Serpa’ya:
-“Kız Serpa, sen niye işe girip çalışmıyorsun?” diye sordu. Serpa bir mandalina dilimi attı ağzına ve:
-“Lan dede, bu şimdi mi geldi aklına? Hem senin emekli maaşın bize yetmiyor mu?” diye cevap verdi. Dede elindeki mandalinayı yere bırakıp:
-“Kızım, benim maaşım anca İtalya’ya kadar yetiyor bize. Sen de çalışıp para kazanırsan bu dünyadan çıkarız.” Dedi. serpa:
-“Ya bırak dede bu işleri, uzaya mı gidecez sanki Allah Allaah” diye söylendi. Tam o sırada Serpa’nın nokıa 3310 telefonu çalmaya başladı. Hemen uzanıp aldı telefonu; arayan Rodine’ydi:
-“Alo, kız Rodine!”
-“Serpaa? Serpam sen misin? Eğer sensen bire bas; değilsen öteki bire bas!” dedi Rodine. Serpa da elindeki kumandadaki tuş takımında bulunan 1’e bastı.
-“Birinci bire bastım, he benim Rodine; noldu?” diye sordu merakla. Rodine:
-“Hacı, beni yakalayıp Bakırköy’e geri getirdiler. Düşünen adamımı yine bahçeye diktiler; kara kara düşünüyor. Bana acil para lazım Serpa! Hemen benim hesabıma at parayı bu bir ölüm kalım meselesi; hastaneden kaçar kaçmaz ilk sana geleceğim; neyse uzatmayayım hemşireler geliyor yine basacaklar dayağı kapatıyorum, hadi kib!” dıt dıt dıt…
Serpa:
-“Lan dede, Rodine’nin paraya ihtiyacı varmış; hemen para yollamak lazım ona.” Dedi. Dede:
-“Bana ne, ben virmem para; kendin çalış kazan vir!” deyip odasına gitti ve kapıyı kilitledi.
Serpa elindeki kumandayı çekyatın üzerine atıp olduğu yere çöktü; yarım saat düşüncelere daldı.
Evet, çalışmalıydı; dedesi çok haklıydı. Canından çok sevdiği arkadaşı için yapabilirdi bunu. Ayağa fırlayıp üzerini giydi ve dışarı çıktı.
-“Evet, yapabilirim!” diye diye iş yerlerine bakmaya başladı. ama hiçbiri istemiyordu. 3 gün 3 gece boyunca iş bulamayınca çare Amerikanya! Diye bağırıp Amerikanya’nın yolunu tuttu. Hem orada daha fazla para kazanabilirdi. Gittiği gün bir parka gidip bankta uzandı; hayallere dalarak uyuyakaldı. Uyandığında gün yeni yeni ışımaya başlamıştı. Esneyerek ayağa kalkıp biraz yürüdü ve açıldı.
-“Acıktım lan; simitle çay iyi giderdi ha.” Deyip elini cebine attı; fakat hiç parası kalmamıştı. “Anam ben napacam şimdi?” derken gözlerinden çaresizlik okunuyordu. Hemen kendini şehrin kucağına attı ve bir bir iş yerlerine kafasını sokup çıkarmaya başladı. Ama ne yazık ki ona kimse iş vermek istemiyordu; onu mülteci zannedip ekmek vererek geri gönderiyordu.
-“Ulan Amerikanya!” diye iç geçirdi. Tam o sırada NASA’nın önünde dikiliyordu. Bir güvenlik görevlisi dışarı çıkıp:
-“Stop!” diye bağırdı. Serpa:
-“Abi bana iş verin nolur nolur!” deyip ağlamaya başladı. Tesadüf odur ki güvenlik görevlisi de bir Türk’tü!
-“İş mi? Sen Türk müsün?” diye sordu. Serpa gözyaşları içinde ve yorgunlukla:
-“Evet!” deyip bayıldı. Aradan yarım saat geçtikten sonra kendine geldiğinde bütün çalışanlar başucundaydı ve merakla onu süzüyordu. Olduğu yerden zıplayıp:
-“Hı? Ben nerdeyim? Neresi burası?” diye haykırdı. Türk güvenlikçi:
-“Sakin ol! Burası NASA. Seni işe aldık!” dedi. Serpa’nın gözleri parladı:
-“NASA mı? Hani astronotlar var, uzaya gidiyorlar, araştırmalar yapıyorlar. Öyle mi?” diye sordu.
-“Aynen öyle. Artık sen de bizimlesin. Sen de bu ailenin bir parçası oldun. Ama en kısa sürede Amerikan İngilizcesini sökmen gerekiyor.”
-“He yees yes, tabi hemen öğrenmeye başlıyoring ingilazca! Ogey yeah beybi! ogey tamam tamam! No panik no panik stop!” deyip durdu. Oradakiler teker teker el sıkışıp tebrik etti; ardından kutlama pastası kestiler. Serpa güzel bir iş bulduğu için çok mutluydu. Ertesi gün başlayacaktı; sabırsızlıkla sabahı ettikten sonra koşa koşa yöneticinin yanına gitti ve heyecanla:
-“Gıd murnıng müdür! How are you newar you?” ay em ben ne zaman çalışmaya başlıyoring you?” diye bir şeyler geveledi ağzında ama müdür anlayamamıştı:
-“What?” diye sordu. Serpa bu sefer yüksek sesle ve tane tane:
-“Ay em astro not! What za man baş lı yo ring! Yani ben ne zaman astronotluk yapıyoring? Anladın mı?” diye sordu. Adam hala bir şey anlayamamıştı:
-“Hı?” tam o sırada Türk güvenlik görevlisi koşarak geldi ve Serpa’yı dinledikten sonra adama anlayacağı dilden derdini anlattı; adam da gülümseyerek Serpa’yı kolunun altına alıp herkesin çalıştığı ofise götürdü; ofistekiler çalışmasına ara verip ayağa kalktı ve Serpa’yı alkış tufanına tuttular. Serpa’nın gözleri sulu sulu teşekkürlerini iletirken müdür sırtını okşuyordu. Sonra karşıdan birine eliyle işaret etti. Serpa:
-“Astronot kıyafetlerim geliyor oleeyy!” diye bağırıp iki kere olduğu yerde zıpladı. Tam o sırada müdürün seslendiği görevli elinde temizlik eşyalarıyla yanlarına geldi. Bir paket sarı bez, Cif, Domestos, Ace, Bingo yüzey temizleyici bir çift eldiven ve bir kova.
-“Hı? Bunlar bana mı? Uzayda temizlik mi var? Ben mi temizlik yapacam uzayda?” diye sordu.
-“Hiç astronot temizlik yapar mı ayol?” diye devam etti. Gözleri yaşarmıştı; sesi titriyordu. Hayal kırıklığına uğramıştı. Türk Güvenlik görevlisi yanına gelip:
-“Serpa, ne uzayı, ne astronotluğu? Seni temizlikçi olarak aldık, iyi misin kuzum sen?” diye sordu. Serpa beyinden vurulmuşa döndü:
-“Neyy?” diye bağırıp bayıldı. Ayıldığında kendini tuvaletleri temizlerken buldu. Dertli dertli türkü söylüyordu:
-“Of ooooooffff, indim derelerine, bilmem nerelerine, kaytan bıyıklarımı, sürsem nerelerine!” diye.
-“Kız Serpa, napıyon? Nasıl gidiyor?” diye sordu Türk güvenlik. Serpa yaşlarını silip:
-“Napiim, gördüğün gibi.”
-“Amerikan İngilizcesi ne yolda?
-“Çok iyi! Artık küfrediyorum!” diye bağırdı Serpa.
-“Ney? Nasıl?”
-“Fuck me!” diye cevap verdi yüksek sesle.
-“Göt aut!”
-“Hı?”
-“Duymadın mı? Çık burdan dedim!”
-“Yok kız, sana görev var. Burayı temizledikten sonra uzay araçlarımızı temizleyeceksin!”
-“Essah mı?” deyip elindeki bezi yere atarak zıpladı sevinçle. Sonra yerdeki bezi alıp koşa koşa:
-“Hani nerde hani hani?” diye bağırdı. Peşinden Türk güvenlik de koştu; kendilerini makinede buldular.
-“Vaaaayyy, çok etkilendiiim!”
-“Şimdi başlama Serpa, yarın başlarsın tamam mı? Önce ofisler bitsin.” Dedi Türk güvenlik. Serpa:
-“Tamam, o zaman çay dağıtayım herkese ben.” Deyip oradan çıktı.
O gelene kadar oradakiler çayla tanışmamıştı. Serpa birkaç gün içinde tiryakiye çevirmişti hepsini. Hatta içlerinden birkaç tanesi yavaş yavaş Türkçe öğrenmeye başlamıştı Serpa’dan. Sabah mesai 9’da başlıyordu; onlar 8 ‘de Türkçe dersi alıyordu Serpa’dan.
Elinde tepsiyle bütün çalışanların ofislerini dolaştı. Neredeyse hepsi demli içiyordu çayı.
-“Hey kara çocuk, buraya gel.” Deyip çağırdı bir sabah zenci çalışanı. Serpa cebinden birkaç dolar çıkarıp:
-“Fırına git, 50 tane Trabzon simidi kap gel. Ama söyle onlara bayat olmasınlar. Bu sabah kahvaltıyı simit ve çayla yapacağız.” Dedi. Zenci koşarak oradan uzaklaştı ve 10 dakikaya geri geldi. O sabah ki kahvaltı pek keyifliydi.
-“Haydin şimdi herkes işine; ben de makineyi temizleyeceğim.” Deyip oradan ayrıldı ve temizlik kıyafetlerini giydi ve heyecanla makineye gitti. Kolları sıvadı ve büyük aşkla temizliğe başladı. Bir yandan türkü söylüyor bir yandan makinenin tozunu alıyordu.
-“İndim derelerine;
Bilmem nerelerine
Kaytan bıyıhlarımı,
Sürsem nerelerine. Dın dın dın hopaa” deyip kollarını açtı ve oynamaya başladı. En son başı döndü ayağı kaydı dengesini kaybetti ve yere yığıldı. Yere yığıldıktan sonra içinde bulunduğu uzay aracı hareketlenmeye başladı.
-“Ihh noluyo lan?” ayağa fırladı:
-“İmdaaat imdaaat, kurtarın beni!” diye bağırsa da iş işten geçmişti. Çünkü araç o kadar hızlıydı ki dayanamayıp bayıldı Serpa. Birkaç saat sonra ayılınca ayağa kalktı. Neye uğradığını şaşırmıştı. Kendine geldikten sonra ayağa kalkıp bir şeyler içmek için mutfak kısmına gidip dolabı açtı ve enerji içeceğini çıkardı. İçeceği açtı ve ağzına götürdü ama içecek ağzının tersine akmaya başladı.
-“Ihhh noluyo lan?” deyip bıraktı yerine.
-“Allah’ım ne garip şeyler üretiyor bu Amerikanyalılar! Off tuvalet nerde?” deyip sol taraftaki kapıyı açtı ve içeri girdi. İşini bitirdikten sonra şifonu çekmesiyle kendini lağım çukurunda bulması bir oldu!
-“Hay sıçayım!”
-“Zaten sıçmışım ki ben, off şu hale bak!” deyip oradan bir şekilde çıkıp banyoya koştu ve kendini duşa kabinin içine attı. Ama ne var ki su yerine benzin akmaya başladı kafasına.
-“Aman Yarabbi! Şu başıma gelene bakın!” diye haykırdı.
-“Ama her şey boka sarmak zorunda mı of yaaa!” deyip hüngür hüngür ağlamaya başladı. Dakikalar boyu ağladıktan sonra akvaryum ilişti gözüne. Bayağı büyüktü ve içindeki balıklara aldırış etmeden içine atladı ve yıkandı. Akvaryumdan çıktıktan sonra geriye dönüp balıklara baktı; hepsi keyiften sırtüstü yüzüyordu.
-“Ah canlarım benim ya! Neyse şuraya uzanıp uyuyayım ben. Uyandığımda temizliği tamamlarım.” Deyip gösterişli koltuğa uzandı ve hemen uyudu. Günü çok yorucuydu. Birkaç gün sonra kendine geldiğinde kendini uzayın derin boşluğunda buldu.
-“Öff ne uyumuşum bee; sanki kış uykusuna yatmışım. Oha, hava karardı lan! Ben daha temizliğimi bitirmedim!” deyip ayağa fırladı sarı bezi ve yüzey temizleyiciyi kaptığı gibi makinenin bir tarafından başlayacaktı ki birden ayakları yerden kesildi ve yavaş yavaş yükselmeye başladı.
-“Wuuuuuuuu” diye bağırdı şaşkınlıkla. Birden nefes alışı zorlaştı -“Anam noluyor burda? Ulan dedem bana beddua mı ettiydi nedir bu başıma gelen?” nefes almaya çalışıp:
-“Uy nefes alamıyom! İmdaaat! Ben ölüyor muyum anaaaam ben daha sümüklü hatçeden, bitli İsiyinden helallik almadım! Anaa dedemin fesiyle de saçımı kuruladıydım; ondan da helallik istemem lazımdı benim! Hem ben İngilizce öğrenecektim! Aboooo kız ben Rodineye para yollayacaktım! Güya onu tımarhaneden kaçıracaktım! Tüh anam tüh! Yok öyle değil; tüh dedem tüh!!! E bari son duamı edeydim!” diye sızlanırken uzay aracının küçük kalın penceresinden siluetler gördü. “Vuy anam o da ne!” deyip korka korka oraya gitti. Ki ne görsün! Gözlerinin aşina olmadığı türden birkaç tane yabancı yaratık! Merakla aracı süzüyorlardı. “Cehennem zebanileri!” diye bağırdı Serpa. Kocaman gözler hafif üçgen kafalar, küçük ağızlar oluşturuyordu Vücutlarını. Tenlerinin rengi; açık koyu yeşil, griye çalan hafif beyaz. “Anam, bu da kirlenmiş. Iyy pis zebani!” turuncu,bordo, mavi de vardı aralarında. Ve yüz ifadeleri tıpkı insanlar gibi; duygularına göre şekil alıyordu. Ve o an hepsi şaşkın ve meraklıydı. Bu Serpa’yı daha da telaşlandırdı.
-“Anam sanki bura soğuk gibi. Du şurdan bir şey giyeyim de çıkayım dışarı ne istiyor bu zebaniler?” deyip astronot kıyafeti buldu ve giydi. Uça uça kapıyı açtı; kapıyı açmasıyla bütün yaratıklar geri çıktı ve merakla Serpa’yı beklemeye koyuldu. Kaskın içinden:
-“Hoyordor noloyor bordo?” diye sordu. Sesi oldukça derinden geliyordu ve boğuktu.
Kaskı çıkarıp:
-“Oh be dünya varmış!” deyip kafasını çevirdi ki ne görsün! Karşı tarafta dünya durmuyor mu? Serpa’nın ağzı açık kaldı.
-“Lan, dünya orda! Bura nere? Hey söyleyin burası neresi?” diye haykırmasıyla çevresindeki yaratıklar kaçışmaya başladı. Serpa da telaşla içeri girip makinenin kapısını kapattı ve hızlı hızlı nefes aldı. Artık yavaş yavaş anlıyordu başına gelenleri.
-“Ben artık uzaya geldim! Ne yapacağım aman Allah’ım!” deyip kara kara düşünmeye başladı. Bir süre bu şekilde düşündükten sonra yapacağı en mantıklı şeyin uzaylılarla uzlaşmak olduğuna karar verdi ve ayağa kalktı; kendini hazır hissedince kapıyı açtı ağır ağır. Korku dolu bakışlarla dışarıda merakla bekleyen onlarca uzaylılarla göz göze geldi. İçlerinden en yaşlısı cesaretini toplayıp öne çıktı ve Serpa’ya:
-“Sen Türk müsün?” diye sordu. Serpa bu soru karşısında dondu kaldı. Aslında onu şaşırtan kendisine sorulan soru değil bir uzaylının Türkçe bilmesiydi.
-“E—evve-evet! Se-sen Türkçe nasıl konuşuyorsun?”
-“benim evladım, siz insanlar gibi biz de sizin gezegeninizi ziyaret ediyoruz. Amerika’ya Rusya’ya gittiğimiz gibi Türkiye’ye de gidiyoruz. Çok şanslı toprağınız var; oldukça verimli!”
-“Hadi ya, nereye gittiniz peki?”
-“Başta İstanbul vardı, Konya, Ankara, Kırşehir”
-“Peki Trabzon?”
-“Evladım, Maçka’yı bilir misin?”
-“Eveet!”
-“işte biz orayı bilmiyoruz!”
-“!?!”
-“Peki Türkiye’de büyük bir dağ vardır nedir o dağın ismi?”
-“IIhh?!?”
-Coğrafya bilgine sıçayım senin, gel lan şuraya!” deyince Serpa çekine çekine yanına gitti. Uzaylı nene teleskopa benzeyen garip bir şeyin yanına getirdi Serpa’yı ve:
-“Şundan dünyaya bak!”
Serpa eğilerek merakla bakmaya başladı.
-“Ne görüyorsun?”
-“Türkiye haritası!”
Nene Serpa’nın kafasına oklavayı indirdi ve:
-“Ne haritası aptal! O Türkiye’nin kendisi!”
-“Ne vuruyon nene yaaa! Hem o oklava çubuğu da nerden çıktı!”
-“Neriman’ın evinden çaldım. Beni bölme! Bak şuraya, yakınlaştır bi!”
-“Evet, yakınlaştırdım.”
-“Şindi güney doğuyu bul.”
-“Evet buldum.”
-“Şu dağı görüyon mu şu dağı?”
-“Ihh, hani?”
-“Şu bulutun bitişiğindeki dağı kız.”
-"Aaa eveet! Gördüm şimdi! Ağrı dağı!”
-“Hah işte o sana girsin!”
-“Hı?” İbrahim Tatlıses bile böyle vurulmamıştı beyninden.
-“Ne bok vardı da geldin gezegenimize hı? Hem sizin dünyalılar gezegenimize gelip bayrak dikiyor, biz sizin gezegeninize bayrak dikiyo muyuz he?” deyip oklavayla bir güzel haşladı Serpa’yı. Serpa neye uğradığını şaşırmıştı. Çılgın uzaylı nene Serpa’yı bir süre bu şekilde coşturduktan sonra Serpa bir yolunu bulup koşmaya başladı. Çılgın nene:
-“Terliğimi getirin bana!” diye bağırışından sonra ne söylediklerini anlayamamıştı. Çünkü 41 numara sarı tuvalet terliklerinden biri olduğu için kafasına gelen, geçici hafıza kaybı etkisi yaratmıştı Serpa’da.
Gözlerini açtığında garip bir koloninin içinde olduğunu fark etmişti ve başına bir sürü meraklı yerli toplanmıştı. Herkes ona güler yüzle bakıyor, hizmetini sağlıyordu. O öfkeli ve çılgın nenenin o anki halinden eser kalmamıştı ve başına ıslak bez koyup tedavisini yapıyordu. Serpa kendine gelince bütün hayatını anlattıktan sonra herkesin iri gözleri doluydu. Çılgın nene ağlamaklı ses tonuyla:
-“Ühüğ, demek senin kardeşin Ayşegül bir goril katili ha?”
-“Evet, hapiste yatmayı kendine yetiremeyince kafayı yedi, arkadaşlarından birini şişledi; sonra bir süre akıl hastanesine yolladılar. Orada da doktorun sağ gözüne saksıyı sokmuş ve demir kapıyı kırmış.”
-“Oha, o kadar güçlü mü ki?”
-“Tabii ki de! Sinirlenince duvarı bile devirir. Keşke 3 aylıkken dayamasaydım ona bulgur pilavını.”
-“Ne büyük acılar!”
-“Hayvan gibi kız!”
-“E bu kızı hapiste tutamıyorlar, tımarhaneleri kırıyormuş; nasıl olacak bu iş? Yok mu bir çaresi?”
-“Var tabi, ona çelikten bir deli gömleği giydirip 2 metrelik bir hücreye hapsedebilirler; ama bunu da ben istemedim. Razı olamadım; ablayım ne de olsa.”
-“He ya sen de haklısın. Kendini iyi hissediyorsan kalk da sana gezegenimizi gezdirelim.”
Yaralı yaralı gezegeni onlara ait uzay araçlarıyla gezdikten sonra:
-“Hey seni gezegenimizin kralıyla tanıştırmak istiyoruz.”
-“Ney, kral mı?”
-“Evet, zaten şu köşeyi döndük mü hemen orada!”
-“Peki gidelim.”
Kalabalığın içinde ABD başkanı gibi mütevazı olmaya çalışıp havalı havalı yürüyen Deli Serpa oldukça heyecanlıydı ve gelecekle ilgili tozpembe hayallere dalmıştı bile. Bu tozpembe hayaline göre yakışıklı kral Serpa’ya ilk görüşte vurulacak; mecnuna dönecek. Biraz süründürdükten sonra ona yes diyecek ve sonu kötüye giden yaşlı dünyadaki Türk kardeşlerini bu gezegene alıp geri kalan büyük güçleri dünyadaki kaderlerine terk edecek ve bu gezegende uzaylı kardeşleriyle sonsuza kadar yaşayacaktı.
-“Şu üstünü başını düzelt, geldik; içeride bizi bekliyor.”
-“Tamam!” deyip üstünü başına çeki düzen verip büyük heyecanla görkemli saraya adım atmasıyla sarayın görkemli güzelliği karşısında üç kere yutkundu. Hayatında böyle bir şık mimari görmemişti. Tavandan tutun da en köşedeki halıya kadar parıldayan şık tasarımlı elmasları, göz alıcı halıları bir süre hayran hayran izledikten sonra yemek masasının en ucunda sırtı dönük kralı gördü ve etrafına baktı. Bir şey fark etti her yer bordo maviydi ve görevlilerin hepsi bordo mavi giyinmişti. Askerlerin kalkanlarından tutun da hizmetçilerin havlularına kadar. Sırtı dönük kralın da tacı bordo maviydi. Kral konuşmaya başladı:
-“Dünyadan buraya yüze yüze mi celdun?” deyip sırtını dönmesiyle Serpa beyinden vurulmuşa döndü.
-“Aman Allah’ım!” diye bağırdı.
-“Se-sen!”
-“He ben”
Karadeniz’in hırçın ve soğuk sularında dalga geçmiş olduğu yavru hamsiydi. Hapı yutmuştu Serpa. Büyümüştü o çılgın hamsi ve çok yakışıklı ve havalı olmuştu. Serpa bir süre bir şey diyemeyince Hamsi saraydakilere kafasıyla işaret verdi:
-“Bize her yer Tirabzon!” diye bağırmaya başladılar.
-“Tirabzon değil! Trabzon! İ yok! İ yok! İ’yi diyenler hemen öne çıksın!”
Korkularından titreyen bir grup uzaylı birer adım öne çıkıp yere çöktüler ve:
-“Bizi affet kralım nolur!”
-“Kesin sesinizi! İdam sehpaları kurulsun! Boyunları vurulsun!” diye emir verince Serpa’nın yüzü kireç gibi bembeyaz kesildi ve tir tir titremeye başladı. Yanındaki neneye eğilip:
-“Lan nene burdan çıkalım hemen!”
-“Olmaz!”
-“Siz, ikiniz! Ne fısıldaşıyorsunuz orada?”
-“?..!”
O sırada idam sehpaları kuruldu ve yanlış slogan atan grup idam edildi Serpa dâhil herkesin gözleri önünde. Kimse itiraz bile edemedi. Öyle etkilendi ki günlerce etkisinden kurtulamadı. Ama uzaylılar ona çok iyi davranıyordu; günler geçtikçe her şeye alışmıştı. Artık uzaylılara göre şekillendirmişti hayatını. Onlar gibi giyiniyor, onların yediklerinden yiyor, onlar gibi çılgın krala boyun eğip hizmet ediyordu. Bir gün çılgın kralın dünyada işi çıkmıştı ve sabaha karşı aceleyle dünyaya gitti ve geri dönmesi uzun sürecekti. Deli Serpa ve yerliler o kadar mutluydu ki bunu kutlamaya karar verdiler. 3 gün 5 gece parti verdiler. Kutlama sona erdikten sonra normal yaşamlarına geri döndüler. Ama gelin görün ki ipleri salınan Deli Serpa fabrika ayarlarına döndüğü için yerlilerin her işine burnunu sokmaya başladı.
-“O öyle dikilmez kardeş; siz o ağacı tersten dikiyorsunuz. O ağacı dallarından yere dikeceksiniz ve altını bir güzel gübreleyeceksiniz ve o ağaç dallarıyla beraber yerde köklenip büyüyecek.”
-“Deli misin sen olur mu öyle şey!”
-“Bal gibi olur!”
Onlar da onun dediğini yaptı; ağacı dallarından yere diktiler ve bir ay beklediler. Ama sonuç kötüydü; bütün ağaçlar çürümüştü. Deli Serpa kendini koruma çabası içindeydi:
-“Siz bir yerde yanlış yaptınız! Kesin doğal gübre yerine yapay gübre koydunuz!”
-“Sen ne dediysen aynısını yaptık aptal!”
-“Hiç de bile! Benim dediğimi yapsaydınız böyle olmazdı.”
-“Gel buraya yavrum.” Dedi teleskopun başındaki deli nine. Serpa boş gözlerle yanına varıp:
-“Buyur nene!”
-“Bak şu teleskoptan.”
-“Bakıyom nene?”
-Şuradaki koca dağı görüyon mu?”
-“Evet”
-“Nedir onun adı?”
-“Everest dağı!”
-“Hah işte o sana girsin!”
-“Of nene yaa! Yine mi aynı espri!”
Bu espriye oradaki uzay halkı kahkahalarla gülerken Serpa’nın yüzü kıpkırmızı kesilmişti ve kulaklarından kara kara dumanlar çıkıyordu. Hemen oradan ayrıldı ağlayarak.
Ertesi gün yerliler ellerinde çalışma aletleriyle tarlalarına giderken Serpa peşlerinden koşarak onları yetişti:
-“Hey millet bekleyin! Nereye gidiyonuz?”
-“Yer armudu biçmeye gidiyoruz Serpa; sakın işimize karışma!”
-“Yok canım ne karışması. Ben de gelmek istiyorum gelebilir miyim?”
-“Gel ama rahat duracaksın!”
Gittikleri yer uzakta değildi ve varır varmaz çalışmaya başlamışlardı.
-“Aaaa bu bildiğimiz armut ayol! Bunlar ağaçta yetişiyor. Siz yanlış yapıyorsunuz!”
-“Aman Serpa uzak dur karışma işimize; biz asırlardır bu şekilde yapıyoruz. “
-“Ama yanlış yapıyorsunuz! Ömrünüz kısalıyor böylece!”
-“Nasıl yani?”
-“Nene bana bak, sen kaç yaşındasın?”
-“1071 yaşındayım; Anadolu’nun kapılarını Türklere ben açtım.”
-“İşte bu çok kısa; 2 seneye kalmaz tahtalıköy dinlenme tesislerinde garson olarak işe başlarsın!”
-“Hı? Ama yıvrum, ben zaten emekliyim nasıl çalışırım!”
-“Ama Everest dağını bana sokmayı biliyon!”
-“Verin şu kazmayı bana! Hey sen oradaki, bir de sen; gelin buraya.”
-“Of napacak şimdi?”
-“Sıs lan!” deyip ağzına bir sigara koydu ve çılgın neneye:
-“Ateşle yavru kuş!”
-“Hı? Nasıl yani?”
-“Bu gördüğün çakmak. O düğmesine basınca ateş çıkar. Şimdi onu bana yaklaştır ve o düğmeye bas. Sigaramı yakacaksın.”
-“Ihh, peki.” Deyip titreye titreye çakmağı ateşlemesiyle oradakilerin havaya uçması bir oldu. Ortalık mavi kan gölüne dönse de ölen çıkmadı. Aşırı dumandan dolayı kimse birbirini göremiyordu. Serpa dâhil birkaç kişi dışında herkes baygın yatıyordu. Serpa’nın burnu bile kanamamıştı.
-“Ne oluyor burda yahu? Nene? Ihh? Nerdesin?”
-“Allah senin belanı versin dünyalı!”
-“Benim mi? Deme öyle nene yaaa?”
-“Sen kardeşinden daha betersin; onun yerine seni kapatmalıydılar akıl hastanesine!”
-“Ühüğğ, ben naaptım ki nene yaa?”
-“Sıs kız; fazla konuşma da kaldır beni şurdan!”
-“Aşırı gaz sıkışması oldu burda nerden bilebilirdim ki ben ya!” elleriyle yüzünü kapatıp saatlerce ağladı Serpa. Vicdan azabı çekti günler boyunca; ama huyu suyu değişmemişti. Toparlanınca yine yerlilerin işlerine burnunu sokmaya başlamıştı. Yerliler büyük bir saray inşa ediyordu; Serpa bunu duyar duymaz koşa koşa yanlarına gitti. Ama bu sefer canla başla yardım etti ve kısa sürede binayı bitirdiler. Bunu kutlamak için Serpa bir parti sözü verdi ve o binada hazırlıklara başladı. Neneden gördüğü pasta çeşitlerini yapmak için önce bir tatlı içecek hazırlamalıydı. Hemen kovayı kaptı ve su kuyusunun yolunu tuttu. Etrafına gülücükler saçarak hoplaya zıplaya giderken yerde bir delik dikkatini çekti.
-“Anaa, bu da ne?” deyip o deliğin yanında gitti ve parmağını o deliğe soktu. Sıvı ve soğuktu; parmağını o delikten çeker çekmez o sıvı fışkırmaya başladı. Sevinçle ve heyecanla:
-“Bulduuum bulduuuum! Yeni bir su kaynağı buldum!” diye bağırdı ve hemen kovayı doldurdu o sıvıyla ve neşe ile yeni binaya giderken deneysel araştırmaların önünde bir kalabalık gördü. Oradaki profesör:
-“Bana acil su getirin; zaman daralıyor tıbbi deneyim boşa gidecek!”
-“Duruuuğğn bende var!” diye bağırıp kalabalığı yararak doktorun yanına geldi.
-“Deli Serpa gururla sunar efenim.” Deyip kovayı Doktora uzattı. Doktorun gözleri doldu o an mutluluktan:
-“Ahh, sen çok yaşa! Sen de olmasan napardık?” deyip kalabalığa döndü:
-“Evet sevgili halkım; birazdan hepiniz asrın keşfine tanık olacaksınız. Bu suyu deney tüpüme ekleyince ölümsüzlük iksirini elde etmiş olacağız.”
-“Hey doktor abi, benim gitmem lazım; kekim vardı fırında yanmasın.” Deyip oradan ayrıldı. Geride doktorun sözleri duyuluyordu:
-“Evveet, o büyük an gelmiştir. Haydi Bismillah!” sonrası büyük bir patlama, çığlık, duman, alev.
-“Anaammm noluyo lan!” diye haykırdı Serpa. Koşarak oraya gittiğinde yaşlı bir dede dışında herkesin öldüğünü gördü.
-“Seni uğursuz dünyalı!” diye bağırdı yaşlı dede.
-“Ney? Kim uğursuz ben mi?”
-“Yok deden!”
-“Bak seen, Türkçe öğrendin geldin laf sokuyon bi de!”
-“Çık git gezegenimizden!”
-“Kim ben mi?”
-“Yok deden!”
-Bana bak yaşlı bunak; dedem yaşındasın diye dövmüyorum seni; ayrıca buradan da hiçbir yere gitmiyorum!” diye bağırdı Serpa. Bütün uzay halkı oraya toplanmıştı ve Serpa’nın üzerine gelmeye başladılar.
-“Durun yahu! Benim bir suçum yok; hem kral hamsi benim akrabamdır. Hepinizi şikâyet eder astırırım!”
-“Bu kızı zindana atmalıydık!”
-“Ne zindan ne tımarhane! İkisinden de bir şekilde kurtarır kendini; Tek çare karadelik!”
-“Neeey karadelik mi?”
-“Eevet, hadin yakalayın şunu; araçları hazırlayın!”
-“Haaayıııııırrrr!” diye bağırıp koşmaya başladı. Gidiş o gidiş; günler boyu ortalıkla görünmeden hayatını sürdürdü. Bir ay sonra halkın yumuşadığını görüp ayaklarına kapanarak af diledi ve yeniden onlarla yaşamaya başladı. Çok mutluydu canla başla halka yardımcı oluyordu. Yaşlılarla yaşlı çocuklarla çocuk delilerle deli oluyordu. Yok, delilerle deli olmuyordu; deliler karadeliğe yollandığı için uslu duruyordu.
Bir gün büyük bir gürültü duyuldu ve bütün uzaylılar gürültünün çıktığı yere gitti ki ne görsünler! Bir ay önce inşa ettikleri saray yerle bir olmuştu! İnşaatın malzeme sahipleri hüngür hüngür ağlıyordu:
-“Vay benim betonum, gettii getti getti gettiii!”
-“Oy benim tahtalarım oyoyoyoyyy!”
-“Lan ben o kadar şap döktüydüm; anaaaaammm oy oy oy benim şapım ooooyy!”
Bu ağıtlara şahit olan Serpa derinden bir oh çekip:
-“Ohh şükürler olsun ben demirini koymamıştım inşaatın. Yazık olacaktı demirlerime ohh binlerce kez şükür!” dedi. Bunu duyan çılgın nene oklavayla kafasına vurdu:
-“Demir koymamış mıydın sen?”
-“Şükür koymadım, yazık olacaktı!” demesiyle bir ton dayak yemesi bir oldu. O gece sabaha kadar ağlayarak uyudu Serpa. Her tarafı sızlıyordu. Sabahı zor ettikten sonra dışarı çıktı. Ama kimseyi göremedi.
-“Allah Allah, nerde bu millet, heey kimse yok mu?” diye bağırdı ama karşılık alamadı.
-“Nereye kaybolur bunlar yahu? Neneee?” diye seslenip koşmaya başladı. Nereye baksa boştu. Hiç kimseden iz görememişti. En son saraya koştu; kralın tahtında bir not gördü. Heyecanla o notu açtı:
-“Bizi canımızdan bezdirdin Serpa! Bu gezegen sana kalsın; biz jüpitere gidiyoruz! Nereye gittiğimizi asla öğrenemeyeceksin! Hamsi kralınla kal orda baş başa!” diye bitiyordu eğri büğrü yazılarla yazılan bu mektup. Gözyaşlarına boğulan Serpa:
-“Ben naaptım ki? Ühüğğ! Neydi suçum neydiiii?” diye sorular yağdırıyordu kendine. Tam o sırada bir inleme sesi duydu ve başını kaldırdı.
-“Ihhh Serpaa!” bu ses hamsi kralın sesiydi. Serpa hemen sesin geldiği yöne gitti; ses tahtın arkasından geliyordu.
-“Hamsi Kral?”
Hamsi kral kan revan içinde yatıyordu; belli ki son anı gelmişti ve solungaçlarından zar zor nefes alıp:
-“Serpa! Bu halk senden benden çok zulüm gördü ve bu gezegeni terk etti. Terk etmekle kalmayıp bizim dünyamıza savaş açmaya hazırlanıyorlar!”
-“Neeeyy savaş mııı?”
-“Evet, şimdi bana bak; benim sonum geldi. Dünyamızın kurtuluşu senin elinde, hey şuraya bak!”
-“Hani?”
-“Şu dünyadaki uzayıp giden yapıyı görmüyon mu? Çin’deki uzun surlar.”
-“Eveet, Çin seddii!” diye bağırdı heyecanla Serpa. Zar zor nefes alan Hamsi:
-“İşte o sana” deyip son nefesini verdi.
-“Evet bana? Hey Hamsiii! Aa öldü ciddi ciddi!”
…devamı bir sonraki bölümde…
YORUMLAR
Ayşegül AKDAĞ BARUTÇU
Çok mutlu oldum beğendiğiniz için :)
Olabilir aslında doğru diyorsunuz :)
ccelayir
Ayşegül AKDAĞ BARUTÇU
Ama Deli Serpa yı bir bütün olarak düşünürsek bir animasyon olabilir :)
Ayşegül AKDAĞ BARUTÇU
kıymetli vaktinizden ayırıp yazımı okuduğunuz için ve beğendiğiniz için çok teşekkür ederim; çok mutlu oldum. Hayırlı haftalar dilerim :)